Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Fobik Rüzgârlarda Yelken Açan Gemi: CHP

Bu durumu değiştirme potansiyeline sahip tek güç ise halen CHP çatısı altında örgütlenen milyonlarca kadın ile LGBTİ+’nın parti yönetimine rağmen ve parti yönetimine karşı göstereceği direniştir.

Fobik Rüzgârlarda Yelken Açan Gemi: CHP

Geçtiğimiz günlerde Aliye Kavaf’ın Cumhuriyet Halk Partisi’ne katılması, Kavaf’ın 2010’da Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yaptığı dönemdeki “Eşcinsellik hastalıktır” sözlerini hatırlattı. O dönemde CHP bazı milletvekilleriyle bu açıklamaya tepki göstermiş ve Kavaf’ın istifasını istemişti. Ancak aynı CHP, bugün aynı Kavaf’ı bağrına basarak gururla yakasına rozetini taktı.

Evet, Kavaf aynı Kavaf. “Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence.” demesinin üzerinden 15 yıl geçti. Bugüne dek bu sözlerini geri çekmedi, pişman olduğuna ya da özür dilediğine dair de ağzından tek bir kelime çıkmadı. Buradan o günkü düşünceleri neyse, aynı düşünceleri şimdi de savunduğu sonucuna ulaşmak yanlış olmasa gerek.

Peki, CHP o günlerde Kavaf’ın bu sözlerine tepki göstermiş miydi? Evet, fena denemeyecek bir tepki göstermişti. CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen, eşcinselliğin bir hastalık olmadığını belirterek bu konuda bir açıklama yapmış ve Kavaf'ın sözlerine karşı durmuştu. Özetle “Eşcinsellik bir hastalık değildir. Bilimsel olarak da böyle bir tanım yoktur. Bu tür ifadeler, bireylerin haklarını ve kimliklerini yok sayan, ayrımcılığa yol açan ifadelerdir. Devlet Bakanı'nın böyle bir açıklama yapması kabul edilemez ve özür dilemesi gerekmektedir" diyen Sevigen’den ayrı olarak CHP'li bazı isimler de Kavaf'ın istifa etmesi gerektiğini dile getirmişlerdi.

Bu tepkiler, 2010’lu yılların ilk yarısında kamuoyunda geniş yer bulmuş ve tartışmalara yol açmıştı. CHP de LGBTİ+ özgürlüğü konusunda çeşitli kanun teklifleri hazırlıyordu. Bunlardan ilki, Şubat 2015'te TBMM'ye sunduğu İş Kanunu Değişikliği Teklifi’ydi. Bu teklif, kamu ve özel sektörde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığı ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Özellikle, Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu'nda değişiklikler yapılması öngörülüyordu, eşcinselliğin subay ve astsubayların ordudan atılma nedeni olmaması gerektiği vurgulanıyordu. İş Kanunu, Ceza Kanunu, Devlet Memurları Kanunu ve Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu’nda değişiklikler getiren kanun teklifini CHP Milletvekilleri Aykan Erdemir, Binnaz Toprak, Sezgin Tanrıkulu, Rıza Türmen, Aytuğ Atıcı, Mahmut Tanal, Sedef Küçük, Musa Çam, Melda Onur ve partinin bugünkü genel başkanı Özgür Özel imzalamıştı.

Verdiği kanun teklifinde yok yoktu; LGBTİ+’ların uğradığı ayrımcılığın ve şiddetin ortadan kaldırılmasına yönelik çok geniş kapsamlı maddeler içermekteydi.

Nisan 2015’te CHP Sosyal Uyum ve Sosyal İçerme Kanun Teklifi hazırladı. Kanun teklifi çerçevesinde; Türkiye’de sosyal dışlanma, marjinalleştirilme ve yoksulluk riski en yüksek olan toplumsal kesimler öncelikli olarak hedefleniyordu. CHP İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, teklifle ilgili olarak "Engelliler, Romanlar, Kürtler, Aleviler, eşcinseller, translar, çalışan veya çalışmak isteyen her yaştan çocuklu çocuksuz kadınlar, mevsimlik tarım işçileri başta olmak üzere tüm dışlanan kesimlerden vatandaşlarımızı eşitsizliğe, yoksulluğa, dışlanmaya, ötekileştirilmeye karşı korumak üzere bu kanunu geliştirdik. Kendilerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kamu hizmetlerinden ve bütçesinden adil biçimde yararlanmalarının önünü açmak için Sosyal Uyum ve Sosyal İçerme Kanun Teklifimizi TBMM Başkanlığına sunuyoruz" şeklinde konuşmuştu.

2015 yılında dönemin CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın LGBTİ+ hakları konusunda verdiği 22 maddelik kanun teklifi[1] ise kuşkusuz politik bir zirveydi. Bu teklifle İstanbul Sözleşmesi'nin iç hukuktaki yansıması olan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu’nda, 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu’nda ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu’nda değişiklik yapılması öngörülüyordu. Tanal, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığa karşı gerekli ve yeterli yasal korumayı sağlamanın İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne taraf olan tüm devletlerin yükümlülüğü olduğunu ifade ederek, LGBTİ+’ların ötekileştirilmesinin ailede başladığını, toplumda ve devlet kurumlarında da sürdürüldüğünü belirtiyordu. Verdiği kanun teklifinde yok yoktu; LGBTİ+’ların uğradığı ayrımcılığın ve şiddetin ortadan kaldırılmasına yönelik çok geniş kapsamlı maddeler içermekteydi.

Ancak ne olduysa bundan sonra oldu. Erdoğan’ın 2008’de Türkiye’yi teğet geçtiğini iddia ettiği, ancak dünyayı olanca şiddetiyle kasıp kavuran ekonomik krizin sosyal bir krize dönüşmesi, pek çok ülkede 2015’ten itibaren kimilerince popülist, kimilerince de otoriter yönetimlerin işbaşına gelmesine, ya da otoriter eğilimli sağcı/faşist partilerin güç kazanmasına neden oldu. Rusya, Polonya ve Macaristan gibi ülkelerde LGBTİ+ karşıtlığı bir kampanyaya dönüştü; Polonya’da Nazi dönemini hatırlatırcasına “LGBTİ+’lardan arındırılmış bölgeler” bile ilan edildi. Rusya’da LGBTİ+ varoluşu terörizmle eşdeğer görülmeye başlandı. Almanya’da artık tamamıyla bir faşist partiye dönüşmüş olan Almanya İçin Alternatif (AfD) Partisi, özellikle translar temelinde LGBTİ+ nefretini körüklemeye başladı. Kısa bir süre önce ikinci defa başkan seçilen Trump da göreve resmen başlar başlamaz trans varoluşuna karşı kararnameleri  peş peşe imzalamaya başladı. Bütün bunlar, sanki ağız birliği edilmişçesine, “Güçlü Aile” sloganıyla ailenin korunması temeline dayandırıldı. Kast edilen de elbette toplumdaki eşitsizliği ve baskı halini her gün yeniden üreten heteronormatif patriyarkal ailenin korunmasıydı.

Türkiye de benzer bir süreçten geçerek, özellikle 2016’daki darbe girişiminden sonra AKP-MHP iktidarı eliyle temel hak ve özgürlüklerin özellikle LGBTİ+’lar için neredeyse askıya alındığı bir otoriterleşme dönemine girdi. Özellikle OHAL döneminde LGBTİ+ etkinliklerine getirilen “Ankara yasakları” ülke geneline yayıldı, başta Onur Yürüyüşleri olmak üzere her türlü LGBTİ+ etkinliği yasaklandı, “Büyük Aile” adı altında LGBTİ+fobik nefret yürüyüşleri düzenlendi, Diyanet İşleri Başkanlığı pandemiyi bile LGBTİ+ varoluşuna bağladı, devletin irili ufaklı bütün yöneticileri her gün LGBTİ+ nefreti yaymaya başladı. Erdoğan, özellikle seçim dönemlerinde muhalefet partilerini “LGBT’ci” olmakla suçladı; kısacası, müthiş bir nefret fırtınası, TC devletinin yelkenlerini doldurmaya başladı.

Bu durumu değiştirme potansiyeline sahip tek güç ise halen CHP çatısı altında örgütlenen milyonlarca kadın ile LGBTİ+’nın parti yönetimine rağmen ve parti yönetimine karşı göstereceği direniştir.

LGBTİ+ varoluşunu “toplum düşmanı” ilan eden bu rüzgârlar, ana muhalefet partisi pozisyonunda olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni de yoğun bir şekilde etkiledi. Bir zamanlar LGBTİ+ hak ve özgürlükleri lehine kanun teklifleri hazırlayan parti, oylarına talip olduğu “muhafazakâr” seçmeni kaybedebileceği korkusuna kapılarak LGBTİ+ konusundaki söylemlerini asgariye indirdi. LGBTİ+ dernek ve örgütleriyle yapılan çalışmalar kapalı kapılar ardına taşındı, birkaç görevli vekil dışında kimse ağzına LGBTİ+ kısaltmasını almaz oldu.

Geçtiğimiz günlerde bir zamanlar “eşcinsellik hastalıktır” diyerek homofobinin sembol ismi haline gelen Aliye Kavaf’ın partiye katılması, yine bir zamanlar kamu ve özel sektörde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığı ortadan kaldırmayı amaçlayan kanun teklifini imzalayan isimlerden biri olan Özgür Özel’in de Kavaf’ın rozetini takmış olması, fobik rüzgârlarda yelken açan CHP açısından şaşırtıcı bir şey değil. AKP-MHP iktidarının “Aile Yılı” adı altında kadınlara ve LGBTİ+lara yönelik olarak başlattığı saldırıya, öyle görünüyor ki, CHP cephesinden güçlü bir karşılık gelmeyecek. Temel hak ve özgürlüklerin budanmasına seyirci kalınacak.

Bu durumu değiştirme potansiyeline sahip tek güç ise halen CHP çatısı altında örgütlenen milyonlarca kadın ile LGBTİ+’nın parti yönetimine rağmen ve parti yönetimine karşı göstereceği direniştir.

[1] https://bianet.org/haber/aile-bakanligi-mevzuatlarinin-lgbti-leri-kapsamasi-icin-kanun-teklifi-162234

Yazar Atilla Dirim

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış