Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya
Geriye Dönüş

Dünyada insan uygarlığının maalesef eriştiği her yerde “atık”la karşılaşmak mümkün. Dolayısıyla her yerde de atık kavramı, farklı anlamlar barındırarak uygarlığımızın geldiği ya da gelemediği noktaya dair izler taşıyor. Hollandalı bir video sanatçısı ile atık kavramı üzerine yaptığımız bir tartışmada bize “Sizin atık olarak adlandırdığınız şey bizim için çok değerli, geri dönüşüm sektöründe çalışanların da yüksek gelirleri var ve öyle de olması gerekiyor. Hollanda’da atık olarak adlandırabileceğimiz şeyler yaşlılar ve engellilerdir. Çünkü onlar devlet için yük olarak görülür.” demişti. Bu kapsamda Hollanda için daha nitelikli atık olarak adlandırabileceklerimiz ise göçmenler oluyor.

Bu atık sarmalını böyle tanımlamaya başladığımızda Türkiye için atık kavramı hem bu ülke vatandaşları hem de bu ülke toprakları için sisteme entegre edilebilen ya da geri dönüşüm süreciyle “kullanıma tekrar kazandırılabilecek ya da tamamen imha edilmesi gereken şeyler bütünü” olarak da görebiliriz. Türkiye coğrafyasında “atıl kalmış/kullanım değeri olmayan/temizlenmesi ve yeniden geri dönüşüme sokulması gereken” toprakların sahip olduğu farklı politik anlamlara son 100 yılın tarihi içerisinde karşılaşmak mümkün. Kelimelerin alegorisi peşinde koşmak aslında pek keyifli bir şey değil, ancak Türkiye’nin başkentinde, diğer birçok metropolde olduğu gibi kağıt, plastik gibi nitelikli atıkları toplayarak hayatlarını yeniden kurmaya çalışan insanlarla karşılaştığınızda onların büyük bir çoğunluğunun bu “temizlenen/temizlenmesi gereken topraklardan” geldiğini görmekteyiz. Zizek’in ekoloji üzerine yaptığı bir sunumda insanların ürettikleri atıklarına bakmamasının doğal bir insan davranışı olduğundan bahseder. Atığa geri dönüp bakmamızın en önemli nedenlerinden biri ise bu atığın artık geri kazanımla ekonomik bir kazanca dönüşmesinin bir sonucudur. Bir zamanlar Baudelaire’nin şiirlerindeki esrik hislerle tanımlanan atık toplayıcısı, günümüzde resmi ideoloji ile kendisini tanımlayan kapitalizmin vazgeçilmez sömürü algısında çalışma piramidinin en altında ve en görünmez olunması gereken yerdedir çoğu zaman.

Ancak bu ekonomik sistem toplum tarafından övülmesi gerektiğinde, geri dönüşümün ışıltılı tanımlamaları arasında atık toplayıcıları “çevre gönüllüsü”, -ki birkaç yıl önce “kaçak çöp avcıları” olarak adlandırılmışlardı- yapılan iş ise “doğayı sev, yeşili koru” olarak tanımlanırken, bu insanların hayata tutunmak adına yapabilecekleri son işin çevreci spotlarla görünür kılınmaları mümkün olabiliyor. Bir şartla: geldikleri yerden (mesela temizlenmesi gereken/temizlenmiş topraklar, köyler) ve sahip oldukları kültürden, kendi anadillerinden (bir temizlik çalışması olarak asimile edilemeyen şeyler bütünü) bahsetmemeleri gerekiyor. O zaman sistem kendisini çevrecilik bilinci ile kutsadığında bahsedilmeyen şeylerin de geri dönüşümden ziyade preslenip toprağın derinlerine gömülmesi mümkün olabiliyor. Ankara’nın merkezinde 10 yılı aşkın bir süredir kağıt toplayarak geçimlerinin sağlayan insanların geldiği topraklarda bir zamanlar güvenlik gerekçesi ile ormanlar yakılırdı, hala da “tehdit” olarak görülüyor oradaki ormanlar. Şimdi bu insanlar sabırla ve inatla her gün çıktıkları Ankara sokaklarında kendilerini ve ailelerini bu şehirde barındırmak adına başka bir çevre katliamını engelliyorlar. Ancak başka bir geri dönüşümün hayalini kuruyorlar belki de, geldikleri yere yıkılan, yakılan evlerine bir gün geri dönebilmenin hayalini...

 

 

 

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış