Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Gezi’den Sokağa: Farklı Bir Kamusallıkta Bir Araya Gelmemiz Lazım. Ama…

Gezi direnişi süreci Türkiye solu içerisindeki hiyerarşik düzeneği paramparça ederken eylemlerin ortasından yeni siyaset yapma tarzları çıktı. Kartviziti yüksek liderlerin yerini vuruş gücü yüksek sokak eylemcileri aldı. Ayrıca bu kadarla da kalmadı. “Bizim olan veya olmayan” neredeyse tüm mekânlarda yukarıdan-aşağıdan Gezi direnişine dair yorumlar yükseldi. Gezi direnişinin sıkça konuşulduğu mekânlardan birinde; Gazete Solfasol’un masalarında gezdiği Ortadünya’da bir tesadüf sonucu tanıştığımız, yüksek öğrenim gören bir sokak eylemcisi Mert Eren’le Gezi direnişini ve Ankara eylemlerini konuştuk.

Gezi’den Sokağa: Farklı Bir Kamusallıkta Bir Araya Gelmemiz Lazım. Ama…

Sanırım Gezi direnişi birey-örgüt ve birey-siyaset arasındaki ilişkiyi tümden değiştirdi. Süreci nasıl değerlendiriyorsun?

Ben, Gezi direnişini öncesinde bu ilişkilerin değişmeye başladığını düşünüyorum. Bir açıdan direnişte yer alan bireyler muhafazakâr bir gündelik hayat kurgusunun kendilerine dayatılması ile beraber ve gündelik hayatın siyasi olduğunu keşfetmeleriyle bu direnişi mümkün kıldılar. Gezi direnişinin ortaya çıkmasındaki en büyük etkenlerden bir tanesinin; artık bireyin kamusal alanda kendisine yer bulamaması olduğunu düşünüyorum. LGBT bireylerinin aktif katılımı, kadınların aktif katılımı da düşünüldüğünde muhafazakâr-otoriter bir siyasetin insanları kamusal alandan bu derece dışlaması belki de gezi direnişinin bu boyutta olmasına neden oldu. Tabi burada kamusal alan derken sadece kentsel kamusal mekânlardan bahsetmiyoruz, medya ve siyaset gibi esasında kamusal ve iletişime dayalı olması öngörülen yapıların da bireyi sindirmeye yönelik tavırlarından da bahsediyoruz. Her alanda artık tek yönlü bir dayatma ile karşı karşıya kaldı insanlar. Bu Gezi protestoları (yani direniş) ile insanlar, mahrum edildikleri o kamusal alanı, özgürlük alanını yaratmayı amaçladılar. Bu doğrultuda bence örgüt ve birey konusuna gelecek olursak, protestolarda yer alan insanların, özellikle üniversitelilerin artık var olan ezberlenmiş siyasi örgütlenmeleriyle tatmin olmadıklarını söyleyebilir.

Benim gördüğüm kadarıyla sadece Türkiye ile de sınırlı olmayan bir siyasi kriz ile karşı karşıyayız ve kapitalist devletin temsili demokrasisi bir kriz içerisinde...

Gezi protestolarında en çok söylenen şeylerden bir tanesi bunun partilerin hareketi olmadığı, bir halk hareketi olduğuydu. Bu vurgu çok önemli, çünkü bir açıdan mevcut örgütlerin ve partilerin de yetersizliğini ve temsiliyet konusundaki başarısızlıklarını ifade ediyor. Yani aslında örgüt ve birey ilişkisini nasıl dönüştürdüğü konusunda, birey siyaset ilişkisini nasıl değiştirdiği konusunda Gezi sanki bir kopuş yaratmış gibi ele alınmamalı, daha ziyade var olan bir krizin patlaması olarak görülmelidir. Ancak gezinin kendisine özgün olarak yarattığı iki önemli ilişkiden bahsetmek daha mümkün; bunlardan bir tanesinin kent ve insan arasındaki ilişkideki dönüşüm olduğu söylenebilir. Protestolara bir şekilde dahil olmuş olan herkesin kent algısının değiştiğini düşünüyorum. Önceden algıladığımız gibi sokaklar ve caddelerin artık sadece bir arka plan olmadığını görüyoruz. İnsanlar dışlandıkları o kamusal alanı, temsiliyeti ve aidiyeti kent ile yeniden kurgulamaya başladılar. Bunun görülebileceği en açık örneklerden biri yer isimlerine protestolarda verilen isimlerdi benim açımdan. Tomalı Hilmi, Gazılay, Dövenpark gibi isimlerle artık insanların kent algısının değiştiği gösterilmiştir. Protestolara bir şekilde dahil olmuş insanlar artık Kızılay’da ve Tunalı’da gezerlerken farklı bir bağlamda kendilerini var ettiklerini hissediyorlar. Kentin birey açısından anlamı ve kurgusu değişiyor bence. Gezi protestolarının en büyük sonuçlarından bir tanesi bu. Ki bu değişimin sonuçlarının net bir biçimde ortaya çıkması uzun zaman alabilir.

 

İkinci önemli bir sonucun da, bireyin kolekti)eşmesi olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir örgüte yakın durmayan ve siyasal olarak keskin bir şekilde konumlanmamış binlerce insan protestolarda yer aldı. Ancak özellikle polisin uyguladığı şiddet, birbirini hiç tanımayan binlerce insanı bir araya getirdi. Gaz bombasından etkilendiğiniz anda hiç tanımadığınız insanlar size yardım etmek için etrafınıza toplandılar, düştüğünüzde yine tanımadığınız insanların bir anda kaçmayı bırakıp sizi yerden kaldırıp taşımak için geri geldiklerini gördünüz ve esasında yıllardır nasıl yaratılabileceği konusunda kafa patlatılan bir dayanışma insanlar arasında kuruldu. Artık kolekti)ikten korkmayan ve farklı bir kent algısına sahip bir insan yarattığını söyleyebiliriz Gezi direnişinin.

Son günlerin popüler tartışma konusu “direnişin içinde olmayanın aslında direniş hakkında söyleyecek çok şeyinin olamayacağı üzerine”. Bu okumayı nereye dayandırmak gerekir?

Direnişin içerisinde olmadan direniş hakkında konuşan yazan birçok insanın olması yanında aynı şekilde direnişin içerisinde yer almış olmasına rağmen tepeden inme bir bakış açısıyla konuşan da çok insanın olduğu söylenebilir. Siyasi olarak yürütülen ve örgütler, partiler arası cereyan eden tartışmalar bir yana daha direnişin sonu gelmeden basılan kitaplar ile de bunu görebiliriz.

Birey ölçeğinde ele alacak olursak bu tepkinin çok haklı olduğu yönler var. Direniş ile ilgili yapılan analizler “objektif” analizler. Oysaki insanların protestolar sırasında yaşadıkları tecrübeler son derece “subjektif”. Sokakta, yürüyüşlerde karşılaşılan polis şiddeti inanılmaz bir düzeydeydi ve protestolara katılan çok büyük bir kesim böylesi bir şiddet göreceğini tahmin bile etmemişti. Son derece haklı ve demokratik sınırlar içerisinde dile getirdikleri tepkilerinin böyle bir nefretle karşılanacağını kimse öngöremezdi. Sokakta kapsüllerle, plastik mermilerle yaralanan, sakat kalan veya yakınları bu şiddete maruz kalan, gözaltında tacize maruz kalan insanlara tepeden bakan sözde objektif yaklaşımlarla gelirseniz tepki almanız çok doğal. Önceden söylediğimiz gibi direnişe katılan insanlar tepelerinde helikopterlerin uçtuğu, zırhlı araçlarla üzerlerine ateş açıldığı, her daim var olan gaz yüzünden nefes alamadıkları bir savaş ortamını yaşadılar. Hepimiz bu tecrübeden derin bir biçimde etkilendik. Etrafımdaki çoğu insanın protestolar sırasında yaşadıklarının etkisiyle haftalarca kâbus gördüklerini uyuyamadıklarını gördüm. Şimdi siz bunları tecrübe etmiş insanlara onların yanında yer almadan çeşitli siyasi amaçlarla yaklaşmaya çalışırsanız veya dediğim gibi içlerinde yer almış olsanız dahi objekti)ik adı altında bu yaşadıklarını insansızlaştırırsanız, kendi politik vizyonunuzu haklı çıkartmak için bu yaşananları sahipleniyormuş gibi görünürseniz size öfkelenirler ve direnişe dair de inançlarını kaybederler. Bu konuda ben direniş sırasında yer yer çıkmasına rağmen özellikle forumlar sürecinde şiddetlendiğini gördüğümüz örgütler, siyasi partiler arasındaki mücadeleye de işaret etmek istiyorum. Gezi direnişi bence de partilerve örgütler üstü bir sosyal harekettir ve kullandığı dil ezberlenmiş siyasetin dili değildi. Bunu gözlemlemek çok kolay; gerek direnişin popüler bir yönü haline gelmiş duvar yazılarına, mizahi dile bakarak, gerekse katılan insan profilinin çeşitliliğine bakarak bunu görebiliriz. Kendine ait bir dil geliştirmeye başlamış bir hareketi var olan kalıplara sokmaya çalıştığınız zaman, kendinizi harekete yabancı bir konuma itersiniz ve isterseniz protestolara katılmış olun bu sefer direnişçiler de size mesafe almaya başlar. Bunu birçok örgüt yaptı ve direniş içerisinden de muhalefet ile karşılaştılar.

Gezi direnişi üzerine her siyasetin kendine dair bir okuması olduğunu görüyoruz. Örneğin ÖDP kapitalizm karşıtı bir söylem üzerinde dururken, TKP hükümetin istifa etmesi halinde bir rahatlama olacağına inanıyor. Hatta Ufuk Uras sokağa dökülen bu gençlerin yeni bir anayasa istediklerini söylüyor. Bu bir akıl karışıklığı değil midir? Gerçeği nasıl bulacağız?

Nasıl bir gerçek arıyoruz? Bence gerçeği zaten bulmuş durumdayız, sadece kolaylıkla durumu anlamlandırmamıza yarayacak bir homojenlik yok. Bu akıl karışıklığının biraz önce bahsettiğimiz o kendisini harekete dışsal bir pozisyonda konumlayan tutuma ait olduğunu düşünüyorum. Her siyasal örgüt ve parti kendi okumasını yapabilir ve kimilerinin karşı karşıya gelmesi son derece beklendik zaten başka konularda da pek ortak tutumlar sergiledikleri söylenemezdi. Dediğim gibi sözde objektif ve yanıltıcı analizler, kavramsal yaklaşımlarla bu hareketi analiz etmeye çalışırsak kaybolmamız kaçınılmaz. Gündelik hayatlarına yapılan müdahalelere artık katlanamayan bir insan kitlesi direnişçiler. Bedenine, yeme içme alışkanlıklarına, kimliklerine ve yaşam alanlarına yönelik zor kullanılarak yapılan müdahaleden sıkılmış bir kitle. Bu endişeler esas alındığı takdirde direnişçilerin de yapmak için çabaladıkları gibi, okumaların da pratikteki çabaların da ortak bir kamusal alanın yeniden inşasını esas alması gerektiğini düşünüyorum ki bu noktada yapılan okumaların da bir yerden sonra boşa kürek çekmeye döndüğünü düşünüyorum. Farklı platformlarda farklı fikirler sürekli bir münakaşa içerisinde gittikçe de bölünüyor. Alternatif bir dil, alternatif bir medya, alternatif bir dayanışma için çabalandı ve bu çabaların devam etmesi gerekiyor. Farklı bir kamusallıkta bir araya gelmemiz lazım. Bu, antikapitalist pozisyonu terk edelim, kimlik siyasetine daha postmodern bir çizgiye geçerek mücadele edelim anlamına gelmiyor. Sadece protestolarda yer almış herkesin her unsurun ortak bir şekilde aynı bilinci yansıtmasını veya aynı talep etrafında bir anda toplanmasını beklemek yararsız geliyor bana. Aksine; belki de bu “gerçeği arayan” siyasi partilerin ve örgütlerin Gezi direnişçileri etrafında bir ortaklık kurmaları gerekiyor. Partilerin direnişçileri değil direnişçilerin partileri yönlendirmesine biraz izin vermek gerekiyor sanki...

Gezi Parkı’nda başlayan eylemlerin kentlilik, kent muhalefeti ve kent politikaları üzerine olduğunu biliyoruz, peki buraya yeniden dönebilecek miyiz?

Önceden söz ettiğiniz farklı okumaların, farklı oluşumların farklı amaçlarla direnişe yaklaşması konusuyla bağlantılı bu konu da... Yapılan analizlerin birçoğunda bir ölçek sorunu olduğunu düşünüyorum. Daha doğrusu bir anda harekete ölçek atlatma çabası var. Denildi ki; yeni bir anayasa istendiği şeklinde yorumlayan var, hükümetin istifasını istediğimiz şeklinde okumalar var. Bunların hepsi ulusal ölçekte gerçekleşebilecek senaryolar. Tamam, teorik olarak kamusal alanın yeniden kurulmasının ve güvence altına alınmasının bu girişimler olmadan gerçekleştirilemeyeceğini söyleyebiliriz ancak pratikte işler o kadar kolay olmayacak. Kentsel ölçekten yola çıkılmadıkça ve bu ölçekte belirli bir çaba harcanmadan bu tarz uçuk senaryoların gerçekleştirilebileceğini düşünmüyorum. Bir araya geldik, gündelik hayatımıza yapılan müdahaleye farklı noktaları esas alarak karşı çıktık ve kamusallığımız özgürlük alanımızı yeniden inşa etmek istediğimizi gösterdik. Sonrasında ortaya çıkan kent forumları çok önemli bir adımdı ancak işte o noktada ulusal ölçekte yapılması gerekenler zoraki şekilde harekete diretilmeye çalışıldı diye düşünüyorum. Aşama aşama verilen bir mücadele olması gerekiyor. Kentsel ölçek kesinlikle bu hareketin odağındadır ve bu ölçekte yapılabilecekler yapılmadan ulusal ölçekte yapılması gerekenlerin tartışılmasını gerçek dışı buluyorum. Forumlar öncelikle kentlerde aradığımız kamusallığın kurulabilmesi için nelerin yapılması gerektiğini tartışmalı.

Bir başka nokta ise kentsel politika ve kent muhalefeti noktasına gelince birkaç soruyu kendimize sormamız gerekiyor. Ulusal ölçekte bir temsiliyeti tartışmadan, hatta bu temsil sistemini değiştirmekten bahsetmeden önce şunun cevabını bulmak lazım. Kentsel politikalardan en büyük zararı gören gecekonduları yıkılıp yerlerinden edilen insanlar, kentsel yoksul sını)ar bu hareket tarafından ne kadar temsil edildiler? Dikmen Vadisi'nde yıllarca mücadele etmiş insanlar, İstanbul’da Sulukule’de yerlerinden edilmiş insanlar ne kadar temsil edildiler ya da katılım için irade gösterdiler? Ulusal ölçekte gerçekleştirilmek istenen ya da istendiği dile getirilen hede)erden önce yerelliği daha etkin bir biçimde kapsayarak dönüştürecek bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Yani kentsel mücadele noktasına dönmenin, zaten ulusal düzeyde gerçekleştirilecek herhangi bir değişim için zorunlu olduğunu düşünüyorum. Saatlerdir konuşuyoruz ve durumu tahlil etmeye çalışıyoruz ancak çok önemli olduğunu düşündüğüm bir nokta var. Bu konuda farklı birçok açıdan birçok yorum yapabiliriz, bin bir teorik pozisyondan durumu değerlendirmeye çalışabiliriz ve bu farklı pozisyonlar kendi aralarında yıllarca tartışabilirler. Eğer bir analiz ve düzgün okuma ihtiyacımız var ise ben Tarık Şengül’ün bu konudaki değerlendirmesinin ihtiyaç duyulabilecek her şeyi barındırdığına inanıyorum. Daha ileri analiz çabaları ve polemikler gerçekten ne işimize yarıyor?

Eylemlerin ilk haftalarına döndüğümüzde, ne kadar dinamik bir süreçle karşılaşıyoruz. Her kesimden tepkilerin yükseldiği ve ezberlerin bozulduğu bir tablo çıkıyor karşımıza. Birçoğumuz zaten kesin taleplerle sokağa çıkmadık. Daha çok bir ne istemediğimizi dile getirmek odaklıydı eylemler. Bunu en iyi özetleyen slogan da herhalde “kahrolsun bağzı şeyler” oldu. Pratikte şekillendi her şey ve kısa sürede kararlar alındı, eyleme geçildi. Her gün eylemler süresince saatler içerisinde ne yapılması gerektiğine karar verilmeye çalışıldı. Şimdi o dinamizmi göremiyoruz ve tekrar Gezi eylemleri öncesindeki hantal ve kısır tartışmaların bu sefer Gezi üzerinden yürütülmeye başlandığını görüyoruz. Esas kaçınılması gerekenin bu olduğunu düşünüyorum.

Bir kere bu eylemlerin, mevcut siyasal yaklaşımların yetersizliğini ortaya çıkarttığı açık görünüyor, bu yüzden hala bu stratejilerde ısrar etmekte bir yarar görmüyorum. Hali hazırda eylemler sürecinde kurulmuş dilin güçlendirilmesi ve belki de bu dil etrafında bir araya gelinmesi en mantıklı yol olarak görünüyor bana ve forumlar bu konuda hala önemli bir rol oynayabilirler. Bir de Gezi eylemleri dünyada bir ilk değil. Bildiğim kısıtlı örnekler arasında beni en çok etkileyenlerden bir tanesi 1999 Seattle protestoları olmuştur. Yine son derece heterojen bir kitlenin yürüttüğü protestolarda gezi eylemlerine çok benzediğini düşündüğüm bir süreç yaşanmış. Ana akım medyanın suskunluğu ve hatta eylemcileri kriminalize eden tutumu alternatif bir medyanın oluşturulma çabasını ortaya çıkartmış, provokatörlerle mücadele yine büyük bir tartışma konusu olmuş ve orada da devletin sert müdahalesi inanılmaz bir şiddetin ortaya çıkmasına yol açmış. Seattle protestoları gibi benzerlik taşıyan örneklerin analizinin birçok tartışmadan daha yararlı olabileceğini düşünüyorum. Pratiğe öncelik veren bir yaklaşımla, “acil olarak değil de, geceden gündüze değil de”, bir araya gelinmesi gerektiğini düşünüyorum.

 

Söyleşi Eren Aksoyoğlu

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış