“Hamam, Roma kentinin en prestijli yapılarından biridir ve Roma kentinin kapalı kamusal alanlarının başında gelir.”
Hamam mimarisinin çok görkemli olduğu, hamamların özenilerek ve geniş bir mimari programla yapıldığı da bir gerçek. Hamam, Roma kentinin en prestijli yapılarından biridir ve Roma kentinin kapalı kamusal alanlarının başında gelir. Mimari olarak görkemli, kimileri yüksek kubbe ve tonozlarıyla kentin en önemli yapıları arasında yer alan hamamlar, gelişmiş ve kent yaşamı için önemli yapılardandır.
Roma Ankara’sına bakınca, o görkemli hamamı hemen görüyoruz. Hamam için Elmadağ’dan su getiren künkleri tanıyoruz. Bunu, künklerden bazıları daha sonra Bizanslılar tarafından, Ankara Kalesi’nin acilen inşası için yapı taşları olarak kullanıldığından biliyoruz. Ankara’daki Roma hamamı, yüzyıllarca, 6., 7. ve 8. yüzyıllardaki
Pers ve Arap akınlarına kadar kullanılmaya devam etti. Hemşerilerimiz, çevre ormanlarından kestikleri odunlarla Elmadağ suyunu ısıtmaya devam ettiler ve yıkandılar.
Hamamlar, kentlerin kamusal alanının bir parçasıdır. Cami gibi, konser/müzik salonu/ odeon ya da tiyatro gibi, büyük bir kahve gibi hamamlar da kentin kapalı kamusal alanlarındandır. Birbirini tanımayan insanların karşılaştığı, konuştuğu, sosyalleştiği ve gündelik yaşamın keyfîni yaşadığı mekânlardır.
Gelenek, Anadolu için, Roma ile başlar. Hamam, Roma kenti için hem önündeki paleastra’da (Ankara’daki hamamda da gördüğümüz gibi) kadınların ve erkeklerin spor yaptığı, havuzunda yüzdüğü bir yerdir, hem de sağlık ve temizlik bakımından ihtiyaç duyulan bir yerdir. Ancak Roma için hamamın anlamı, bundan da fazladır.
Hamam, erkekler için, politika yapılan bir kulis gibidir. Günümüzde bu işlevi otellerin/kahvelerin aldığı düşünülebilir. Kadınlar için ise, gündelik yaşamdaki karşılaşmaların ve sosyalleşmenin gerçekleştiği, statü ile ilgili göstergelerin fark edildiği bir yerdir.
Bütün bunların da ötesinde, zevk ve keyifle ilgilidir; hedonistik bir niteliği vardır hamamların ve bu özelliğinden ötürü, daha sonra Bizans döneminde hamamlara pek de iyi gözle bakılmamıştır. Roma döneminde, bazı hamamlarda hala görüldüğü gibi, sabahtan yemekler, bohçalar alınarak hamama gidilir ve akşama kadar orada kalıp, tanıdıklarla sohbet eder, yeni insanlarla tanışırlar ve bedenlerini şımartırlardı. Beden ve bedensel zevkler, Roma için önemlidir ve hamam bunun için fırsat yaratan yerlerden biridir.
Bizans ise, bedenle bu kadar ilgilenmeyi, zevk ve cinselliği Hristiyanlık bakımından biraz tehlikeli buluyordu. Daha sonra Anadolu’daki Müslüman kültür belki de bu iki kültürün yaklaşımının arasında, ama Roma kültürüne daha yakın bir yerde değerlendirdi hamamları. Hamam, kaplıca ve ılıcalar Anadolu insanı için hem temizlik ve sağlık hem sosyalleşme, başka insanlarla karşılaşma
ve tanışma hem de zevk ve bazen de hedonistik arayışlar bakımından gözde mekanlar oldu.
Anadolu kentli halkları, milattan önceki yüzyılda başlayarak (Bizans’ta biraz zayıflamış olmakla birlikte), bu gibi nedenlerle hamama gitti. Şimdi de gidiyor.
Ankara’da bugün nerdeyse bütün evler oldukça konforlu banyo yapma ya da duş alma imkânı sunuyor olsa da hamama gidiliyor. Bunun
kadınlar için ayrı, erkekler için ayrı ve bütün cinsel kimliklerin her biri için farklı nitelikte bir değeri var.
Modern öncesi kentinde, hamamın elbette
daha kaçınılmaz bir gereği vardı ve bugünkü
gibi bir “seçim” olmaktan çok, bir “zorunluluktu”. Kolayca tahmin edilebileceği gibi, bol ve akan taze suyu, hele sıcak suyu evde bulmak ve o su kirlendikten sonra evden uzaklaştırmak, kentlerde oldukça gelişmiş su sistemlerini ve altyapısını gerektiriyor. Bu altyapı ancak modern kentte sağlandı ve yaygınlaştı. Ama daha önceleri eğer gerçekten yıkanmak, bedeninizi o sıcak buharla dinlendirmek, kendinizi rahatlamış ve temiz hissetmek istiyorsanız, yapabileceğiniz tek şey hamama gitmekti. Ayrıca din de bu temizliği gerektiriyordu.
Evlerde küçük yıkanmalar yapılabilirdi; özellikle din bakımından gerekli olan minimum temizliği yapmak olanaklıydı. Ama evlerde yıkanılacak yerler, gece yatılan odalara bitişik ve nerdeyse bir dolap kadar küçük, ısıtılmamış, içinde akarsuyu bulunmayan (gusülhane denilen) yerlerdi. Oysa tipik bir Osmanlı kentinde büyük hamamlar kentin merkezinde, bazen “külliye”nin bir
parçası olarak, yani cami gibi, imaret gibi, en sık ihtiyaç duyulan kentsel işlevlerle birlikte, yapılar kompleksinin bir parçası olarak yer alırdı.
“Hamamlar, kentlerin kamusal alanının bir parçasıdır. Birbirini tanımayan insanların karşılaştığı, konuştuğu, sosyalleştiği ve gündelik yaşamın keyfîni yaşadığı mekânlardır.”
Ankara’nın eski (“tarihi”) hamamlarından bazıları, bugün hala kullanılıyor. Bazılarını ise (Hasan Paşa Hamamı, Tahtakale Hamamı, Cenabi Ahmet Paşa Hamamı vb.) sadece adlarından biliyoruz. Ama bugün bile yaşamakta olan ve bir semte adını vermiş olan Karacabey Hamamı, Karacabey Camii ve Karacabey imareti ile birlikte, külliyenin bir parçasıydı. Mahalleye de “imaret” deniliyordu.
Ne yazık ki bu mahalle bugün, Hacettepe Hastanesi ile parçalandı, 15. yüzyıl Ankara’sının en görkemli anıtlarından olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz külliyeden, sadece cami- türbe ve çifte hamam kaldı. Bu iki yapı arasındaki tarihi doku yok edildi ve külliyenin bütünlüğü bozuldu. Karacabey Camii ve Karacabey Hamamı artık birbirinden ayrı duruyorlar. Ama ikisi de hâlâ çok güzel. Kendi sadelikleri içinde, gösteriş yapmaktan hoşlanmayan soyluluklarıyla, Ankara’nın mütevazı kimliğinin saygın işaretleri gibi, orada duruyorlar...
Şengül Hamamı da tarihi bir çifte hamam. 16. yüzyıl yapısı olduğu düşünülüyor ama yüzyıllardır birçok onarım ve yenileme geçirmiş. Küçük kubbeleri, soyunma bölümlerinin bulunduğu alanın üstünü örten sivri çatılarındaki fenerleriyle, taş ve tuğladan yapılmış Şengül Hamamı da Ankara’nın kendi tarihinin bir kataloğu gibidir. Yahudi Mahallesi’nin çok yakınındadır. Mahallenin kadınlarının kullanımı bakımından, özel olarak
düzenlenmiştir. Kadınlar bölümü, Musevi inancına göre tam olarak temizlenmiş olabilmek için gerekli olan, “tavila” denilen bir küçük havuzu da içeriyordu. Tavila, bu hamamı Museviler için önemli kılmaktadır. Son yıllarda bu havuz kaldırılmış. Hamam yüzyıllar boyunca Ankara’nın yerlisi olan Rum aileler tarafından, (Karasulos) / “Karasuli” Ailesi tarafından işletilmişti. Hem kendi geçmişi hem de varlığından nerdeyse “yeni” Ankaralıların artık hiç haberdar olmadığı, ama neredeyse 20. Yüzyıl’ın ilk çeyreğine kadar kentin yerli hemşerilerinden olan Rum Ankaralılar ve Yahudi Ankaralılara dair bir anı niteliğindedir, Şengül Hamamı.
Eynebey Hamamı ise, çok yakın geçmişe kadar bir yıkıntı durumundaydı. Ankara’nın en eski (14. yüzyıl / Mamboury) hamamlarından biri sayılmalıdır. Gerçi şimdiki durumu, yani geçirmiş olduğu restorasyonun “ağır radikalliği” bir düş kırıklığı olabilir, ama yine de hamam bugün de kullanılır durumdadır ve soğukluk bölümündeki devşirme Roma kolonları ve başlıkları çok görkemlidir.
Evlerdeki banyoların yaygınlaşması, çarşı hamamlarının ortadan kalkmasına neden olmadığı gibi, son yıllarda Ankara’da birçok yeni hamam açıldı. Ancak bu hamamlar, bir yandan kendi kullanıcılarının sınıfsal özelliklerine, bir yandan içinde yaşadığımız “gösteri toplumunun” beğenilerine ve zevkine göre, birçok farklı biçim ve durumda... En yoksul ve bekâr erkekler için minicik duş kabinlerinden, lüks otellerde bir yüzme havuzu, “spa” ve jakuzinin eşliğinde dekore edilmiş olanlarına kadar, onlarca yeni hamamı var Ankara’nın.
Hamamlar yaşamaya devam ediyor ve bugün de Ankara toplumsal kültürünün bir parçası. Yerine getirdiği işlev, tarihi işlevinden belki biraz daha farklı. Bireysel temizlikten çok, yeni ve evde elde edilemeyecek konfor, rahatlama ve dinlenme biçimlerine ve toplumsal olarak farklı kesişmelere olanak sağladığı için, bedenle daha derin ve farklı bir ilişki kurulabildiği için, hamamlar yaşıyor.
Yaşasın hamamlar!
Yorumlar (0)