“Tuzluçayır, Ankara’da bir semt. Bilmeyenler için: 12 Eylül öncesi adı: ‘Küçük Moskova’ydı Tuzluçayırlı olup da siyasetten uzak olunmaz”, diyor. Evet doğum yeri değil belki
ama burada büyüyüp burada öğrendim her şeyi, isyanı, mücadeleyi, siyaseti ve tabi örgütleri...
12 Mart faşist darbesini hatırlıyorum mesela. Sonra 1975’lerde güçlenen sol mücadeleyi... Sonra solun kendi içindeki bölünmeleri hatırlıyorum, ama oralara girmeyeceğim, diyor, geçmişini anlatırken.
Kendisini feminist olarak tanımlıyor:
“Feministler olarak” diyor, “kendini anlatırken cümleye doğum yeri, tarihi, iş, meslek, eğitim durumu, medeni hali gibi sosyal statü belirten cümleler kurmaktan olabildiği kadar uzak durmak istiyoruz. Bu bilgiler hiyerarşik olmanın yanı sıra olanaklar, ulaşılabilirlik, yani fırsat meselesidir. Bir de kadının kendini evli olarak tanımlaması da sıkıntılı. Evlenmek istemeyen, çocuk doğurmayan kadınları dıştalayan durum bilgisidir. Hem seçmeni de çok ilgilendirdiğini düşünmüyorum açıkçası,” diyor.
Feminist olduğu kadar, hep solcu olarak tanıdığımızı da hatırlatıyoruz, kendisine:
“Kendimi bildim bileli sol hareketin içinde oldum”, diye onaylıyor. Bu durum 12 Eylül ile kesintiye uğrasa da (o zamanda başka mücadele alanları buluyor insan) diyor.
12 Eylül pek çokları gibi beni de işsiz bıraktı. Bir sürü değişik işte çalıştım şimdi hatırlayamıyorum bile çoğunu”, diye anlatmaya devam ediyor.
"Başka partilerin görünmez saydığı birçok
farklı grup HDP'de bir araya geldi."
“Yasaklı, cezalı, yoksul, muhalif bir mahallede yaşamak, yazmak için çok malzeme
demektir,” diyor.
Önce Çatı Partisi Girişimi, sonra HDK-HDP’yle ilgili çalışmalarını anlatmasını
istiyoruz:
“Şimdi” diyor, “solun ayrıksı durması hep benim sorunum oldu. Çünkü hep darbe yedik ve bir türlü toplumsallaşamadık. ÖDP kurulduğunda koşarak gitmiştim. Olmadı, bu ülkede Kürtler yoksa bir eksik başlıyor mücadele. Bu nedenle HDK-HDP kurulduğunda ben kendimi buldum. Kadın, lgbt, ekolojist, emekçi, yoksul, demokrat, alevi... daha ne olsun ki. MYK üyeliği ardından Ankara il eş sözcülüğü, ardından meclis üyeliği ve adaylık...”
“Şu anda karşımızdaki devlet yapılanması ve iktidar olan AKP’yi gördükten sonra
bir arada olmaktan başka seçenek var mı diye düşünüyorum. Öngörü sahibi olan ve safını belirlemiş herkes gelen tehlikeyi görüyor. Birlikte bir cephe yaratamazsak bu darbenin eskilerden daha köklü olma olasılığını görmemek için politik cehaletin göbeğine saplanmak lazım” diyor.
HDP’nin seçim bildirisinden konuşuyoruz, biraz da: açıklanan bildiri gerçekten de Gülistan’ın anlattıklarını doğruluyor, kadın hakları, LGBT bireyler, asgari ücretin 1800 TL’ye yükseltilmesi, internet kullanımının herkese açılması, gençlere 200 TL’lik ulaşım yardımı, kimsenin olumsuzlayamayacağı Kopenhag Kriterlerine uygun bir demokrasi isteği vb. vb... HDP, bir Kürt Partisi değil artık. Türkiyelileşmiş. Başka partilerin görünmez saydığı birçok farklı grubu, insanı bir araya getirmiş. Azlar çoğalmış, çok olmuş.
Gülistan anlatmaya devam ediyor: “biliyor musun, ben bu sene kışı soğukta geçirdim. Yani doğalgaz o kadar pahalı ki kombiyi yakamadım. Ben açlık
sınırının altında emekli maaşı alıyorum. Durum böyle iken Tayyip’e neden örtülü ödenek ayrıldığını anlayamıyorum. Tansu Çiller’in hala örtülü ödenek ile kimleri katlettiğinin hesabı verilmemişken, toplumsal olarak yaşanan yozlaşmanın ahlaki olarak çöküntüye neden olacağı endişesi taşıyorum. Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma, çalma, çırpma, talan, rant... Yani her türlü kirli para kazanma yöntemleri normalleşiyor. Bunun karşısında hergün işçiler, kadınlar katlediliyor. Kendilerini saraylara ve hilafete layık görenler vatandaşı duymuyor, görmüyor. Ekmek parasını zor bulur hale geldik,” diyor.
“HDP diyor ki”, diye anlatmaya devam ediyor: “su, elektrik bedava, kadınlar ölmesin, çocuklar gaz fişekleriyle öldürülmek yerine süt içebilsin. İşçiler, emekliler,
insan onuruna yakışır biçimde, gelire sahip olsun. Devlet vatandaşlarına karşı görevlerini yerine getirsin,” diyor. Bazılarına iktidar olmak, çoluğunu çocuğunu bizim çocuklarımızın hakkını yiyerek ihya etmek yetmiyor; daha çok talan, daha çok rant, daha çok saltanat giderek `HEİL HİTLER` vaziyetleri işte”, diyerek şakayla karışık faşizan eğilimlere işaret ediyor...
Son söz olarak şöyle bitiriyor: “bir tarafta gericilik, kentlerin talanı, her şeyin rant ve para olarak görüldüğü; savaş, kan, ölüm, yoksulluk; doğanın, işçinin, kadının katliamı, nefret cinayetleri, ayrımcılık ya da bu tarafta eşitlik, adalet, özgürlük, demokrasi, barış, birlikte bir arada insanca güzel bir yaşam !
Son soruyu da o soruyor: HANGİSİ SİZİN İSTEDİĞİNİZ?
"Sosyalist bir insandım. Fakat evlilikle birlikte kadın olmak bende bir sıçrama yarattı. Sorgulamaya ve araştırmaya başladım ardından da pek çok kadın örgütü ve kadın platformlarında hem birbirimizden öğrenerek hem birbirimizi güçlendirerek mücadeleye devam ettik. Toplumsal cinsiyet sorunu ve “norm”lar üzerine çalışırken Kaos GL, yani Gey, Lezbiyen, Trans, Biseksüel, İnterseks, yani kısacası eşcinsellerle karşılaşmak benim kendi devrimim oldu, diyor. Bütün bildiklerim, bana öğretilenler önce bir yerle yeksan oldu. Bocaladım. Sonra eşcinsellerle ve translarla birlikte öğrenmeye, tanımaya, sorgulamaya başlayıp ‘kadın sorunu ile LGBTİ’lerin sorunlarının birbirinden ayrılmaz bir biçimde iç içe olduğunu gördüm" diyor.
Muhabirlikle ilgili geçmişini soruyoruz:
“Kaos GL Derneğinin her yıl düzenlediği muhabirlik eğitimine katıldım. Önce Birgün gazetesinde kısa bir süre muhabirlik ardından Kaosgl.org’da habercilik ve dergiye yazılar... Ardından Bianet ve Solfasol Gazetesi geldi”, diye anlatıyor.
"Kendilerini saraylara ve hilafete layık görenler vatandaşı duymuyor, görmüyor."
Yorumlar (0)