Evvela kendinizi tanıtır ve daha önce yaptığınız çalışmaları anlatır mısınız?
Daha önce de çeşitli belediyelerde çalıştım. Çankaya Belediyesi’nde ve sendikal faaliyetlerde bulundum. Dersim Belediye Başkanı adayı olduğumda, sendikada çalışıyordum. 2004-2009 arası belediye başkanı oldum. Daha önce de Dersim’de yaşıyordum ama yaşam zorlukları nedeniyle Ankara’ya gelmiştim. Öneri gelince severek kabul etim. Belediye başkanlığı zordur ve özellikle Dersim’de çok zordur. Yine de orada aday oldum. Seçime bir blok biçiminde girmiştik. Tüm ekip farklı partilerdendi ve HDP’nin alt bileşeni olarak biliniyorlardı.
Bize: “Devlete, hükümete muhalifsiniz size yaptırmazlar, daha önce de yaptırmadılar” dediler. “Eşitlikçi olacağız ve toplumsal barışa her yurttaşa eşit hizmetle gideceğiz. Herkese eşit yurttaş temelinde yaklaşacağız” dedik ve kazandık. Partizan Dergisi, Emek Partisi, Ezilenlerin Sosyalist Partisi, bağımsızlar (Baro, Mimarlar Odası) ve STK’lardan oluşuyordu blok. Kazandıktan sonra, rantçı anlayışımız olmadığı için tüm çalışmalarımızı halkla tartışıyorduk, radyolar canlı bağlantı yapıyorlardı, gazeteler yaptıklarımızı takip ediyordu, biz haberleşme olanaklarını herkese açıyorduk. Ulusal kanalları da davet ediyorduk. Meclis toplantıları basına her zaman açıktı.
Bir şey yapmadan önce halka gidiyorduk “buraya park yapmak istiyoruz, nasıl olsun?” diye soruyorduk ve onlardan fikir alıyorduk. Parkların işletmesini kadınlara veriyorduk. Kadınlar maaş almıyordu, ama onlara büfe veriyorduk ve onlar da parkın bakımını yapıyorlardı. Bu tür uygulamalar Ankara’da da olabilir. Mahalle düzeyinde bunu Ankara’da yapabiliriz.
Halka düşüncelerini sormaya gittiğinizde, birbirini dışlayan talepler, öneriler olursa ne yapıyordunuz?
Biz toplantıya zaten uzman ekiplerle gidiyorduk ve onlar açıklamalar yapıyordu. Farklı düşünceler olursa, tartışmayı hemen bitirmiyorduk ve yeniden düşünerek gidiyorduk halka, ve genellikle sonunda ortaklaşılıyordu. Zıtlaşmalar yaşamadık. Dersim’de toplu taşıma yaptık, ama dolmuşlardan çok baskı gelmeye başladı. Onları da çağırdık ve “birlikte konuşalım” dedik. Yoksul kesim söz konusu olunca, tavrınızı en dezavantajlı kesimden yana koyabiliyorsunuz. Yoksuldan ve en dezavantajlı kesimden yanaydık. Para söz konusu olunca tarafları ikna etmek daha zor. Yine de konuşarak ve ikna etmeye çalışarak, -ama baskı yaparak değil- gerekçelerimizi bildirerek ortak bir nokta bulmaya çalıştık. Yoksul olan kesimlere bedava toplutaşım sağlamaya başladık. Yaşlı kesimlere de sağladık.
Gelip beyan ederse yeterdi. Toplu taşımada beyanı esas aldık. “Bunu karşılayacak gücüm yok” diyenin beyanını esas aldık. Mahalleye gitmenin böyle bir avantajı var. Dersim küçük bir yer ama Ankara’da da, mahallelerde kimin ekonomik sıkıntı yaşadığını bilebiliriz. Bizden en çok şikayetçi olanlar, özellikle müteahhitlerdi. Kat istiyorlardı bizden ve vermeyince de “sizin gitmenizi bekler CHP’den alırız” dediler. Ama blok yeniden kazandı Dersim’de.
Yine kadın bir belediye başkanı var. Bu dönem eş başkanlık olacak. Bizim dönemimizde kadın belediye meclis üyeleri vardı ve birçok durumlarda ilk onayı onlar veriyordu. En önemli projemiz, kolektif emeğe dayalı ve kar amacı gütmeyen sadece kadınların çalışacağı bir işletme açmaktı. Munzur kenarında 4 katlı bir bina düşündük. Bu binayı kurmak için Avrupa’daki hemşerilerden para topladık ve daha çok da kadınlar katkıda bulunmuşlardı. Gençlik-Kültür, halka açık kütüphane, altı restoran ve onun da altı kafeterya-pastane ve aynı zamanda fırın olarak gerçekleşti.
Çalışanların hepsi kadındı. Açarken, “fırıncılar size tepki gösterir” dendi. Biz de gidip fırıncılarla konuştuk. İlk etapta biraz temkinli davrandılar. Ekmeği yaparken kadınlar önceleri biraz güçlük çekiyor, mayayı tutturamıyordu; baktık fırıncılar gönüllü olarak geldi ve kadınlara yardım etmeye başladı. Çalışan bazı kadın arkadaşlar adisyon götürmeyi unutsa bile zaten müşteriler, eksik ödenebilecek parayı kalkıp kendileri getiriyordu. Bize “siz ziyan edersiniz” diyorlardı, ama biz de bu kültürü geliştirmek istiyorduk. Her şeyi insanların kendi sorumluluğuna bırakmak ve güvenmek onlara…
Pasta yememiş olanlar, bazen pastanın parasını bırakıyor, böylece parası olmayanlar bile gelip yemek yiyebiliyorlardı. Bunu görünce, herkes geliyordu. Parası olmayanlar da rahatça ve utanmadan gelip, tadına bakabiliyordu. Gazeteci bir arkadaş, “Kolektif emeğe dayanan ve en uzun devam eden proje” diye yazdı. . Ben de oraya bir belediye başkanı gibi girmiyordum; onlardan biri olarak giriyordum. Birlikte üzülüyorduk ve aynı duyguyu yaşıyorduk. Başarılı olmak için arayış içindeydik ve o duygu daha da güçleniyordu. O kadınlarla hala görüşüyoruz.
Bu dostluk ve yoldaşlık duygusu…
Ankara için neler düşünüyoruz?
En büyük sorunlardan biri yoksulluk. Belediye mahallelerden başlayarak, bu tür projeler yapabilir. Kadınlar, engelliler, vb den başlayarak bunu yapabiliriz ve iş yaratabiliriz. Altındağ’da insanlar barakada yaşıyor. Çok şaşırdım, evine kadar gittim. Çok küçük baraka ve “kışın hep akıyor ve çok sıkıntılıyız” diyorlar. Başkentte böyle yoksulluk görmek insanı şaşırtıyor. Ankara’nın bir bilinç değişikliğine ihtiyacı var ve bunu topluca ele almalıyız. Ankara sanattan, bilimden uzak.
Üniversite bahçeleri tartışmaya açık olmalı ve farklı fikirler burada halk tarafından tartışılabilmeli. Yaz akşamları insanlar neden üniversitelerin bahçelerinde oturup tartışmasın? Fikir insanları, hocalar, öğrenciler, açıkça ve özgürce tartışsınlar. Opera izlemek önceleri daha kolaydı, şimdi hepsinin içi boşaltılıyor. Bu tür faaliyetler Anadolu Uygarlıkları Müzesi ile birleştirilebilir. Müzeler ve kültürel çalışmalar yakınlaşmalı. Ulus bölgesi bir bütün olarak ele alınmalı. Kale çok önemli.
Buralara belediyelerin çalışmalarını yansıtmalıyız, kentin tarihine ve farklı yönlerine dokunabilecek geziler, çalışmalar yapmalı. Farklı kültürlerden olanlar da gelmeli. Mesela Ermeniler gelsin Ankara Kalesi’nin yamacında kendi müziklerini yapsın. Viyana’daki gibi yaşamak, bizim de hakkımız.
Kızılay’a yönelik trafik çok sıkıntılı. Merkezlere, belli yerlere kadar otomobille ulaşım sağlanabilir, sonrası toplu taşımayla olmalı. Kızılay, Ulus sadece yayalara açılabilir ve bu keşmekeşlik önlenebilir.
En çok özlemlediğim, Çiftlik boyunca o dereyi geri kazanmak. Ankara’ya boğaz getirmeden önce, o kokan dereyi ıslah ederek, oralarda ekolojik tarım yapılabilir. Ziraat Mühendisleri’nden de destek alarak, nasıl tarım yapılacağı belirlenebilir. İmece usulüyle organik tarım yapılmalı. Çiftliğe hiç dokunulmamalı.
Yorumlar (0)