15 Temmuz Darbe girişimi sonrası 6. defa uzatılan OHAL ve ardı arkası kesilmeyen KHK’lar; zaten hiç bitmemiş güvenlik konsepti anlayışına bambaşka bir boyut kazandırdı.
Bu “güvenlik” anlayışı, içerde “hain” olan, olabilecek ya da profili buna müsait olan
her kişiyi hedef almayı gerektirdi. Devletin ahlakıyla ahlaklanan her bir birey, daha doğrusu teba, kendi hanesi içinde yaşayan insanlar da dahil olmak üzere komşusunu, mahalle esnafını, sosyal medyadan “tespit” ettiği, işyerinde uyuz olduğu vs. her bir kişiyi ihbar etme ödevi edindi. Devletin bütün ideolojik aygıtları: “Bir ‘FETÖ mensubu’ nasıl anlaşılır” haberlerinden, ALO İhbar Hattı Kamu spotlarına kadar; “hain kimdir, nasıl anlaşılır?” türü konuları, uzun uzun anlatıyor, o da yetmezse “makul” vatandaşların “makul” şüpheleri yeterli sayılıyor kişinin derdest edilmesi için...
İnsanlar arasında ciddi anlamda güven problemine yol açan bu “seferberlik çağrısı” arkasından ciddi bir korku atmosferi oluşturdu. İşinden ihraç edilmek, malvarlığına el konulması, yurtdışı yasağı, kamu hizmetinden mahrum olmak, cezaevine atılma korkusu ve hatta şeytanlaştırılan kişinin çocuklarının eğitimine engel olunmasına kadar yığın yığın korkular, insanlar arasında “Devletine sadık bir maKUL vatandaş” olmaya zorlayan ağır bir sürece dönüştü...
Kendini devletle bütünleştiren bugünkü muhafazakarlığa, KHK mağduru bir esnaftan alışveriş yapmaması yetmiyor, bununla beraber toplumsal linç için çaba sarf edebiliyor.
Her ne kadar bu ülkenin yakın tarihi bize; hain ve kahraman olmak arasında ne denli ince bir çizgi olduğunu öğretse de, konjoktörel şartlar “olağanüstü” düşünmemizi zorluyor ve mevcut şartlarda, devletin hedef gösterdiği düşman her kimse; bizim de kanlımız o olabiliyor. Yani devlet tarafından lanetlenen kesim; sadece devletin gazabına uğramıyor, aynı zamanda toplumun da gazabına uğruyor. Dindar ve muhafazakar kesim kendisiyle bütünleştiren devletle beraber, mevcut politik akılla aynı kaderi paylaştığına inanan teba, devletin gösterdiği refleksleri gösterdiğinden; KHK mağduru, kendi mağduriyetini giderilmesi için mağduriyetini cesaretle anlatmak bir yana, kendi akrabalarından bile saklayabiliyor. Çünkü çevresinin ona itibar etmekten ziyade, farklı saiklerle de olsa, devlete inanacağını biliyor.
KHK mağdurlarının kurduğu on binlerce üyesinin bulunduğu sosyal medya gruplarında; mağdurların çoğu kendi ismini bile kullanmadan profil oluşturup, mağduriyetinin giderilmesi için kamuoyuna seslenmeye çalışıyor. Üstelik bu gruplarda mağdurların çoğu mağduriyetini, devlete sadakatinin altını çizerek anlatmak zorunluluğu hissediyor. Özetle birçok mağdur mealen “yüce devlet fitne unsurları tarafından aldatılmış ve bizim gibi vatanına ve devletine bağlı vatandaşları işten atmak zorunda kalmıştır. En nihayet bu yanlıştan dönülecektir.” diyerek, arzuhalini paylaşıyor.
Resmi ideolojinin kabulünü gerektirdiği için, devlete olan aidiyet bağları zayıf olan, öteden beri kimlik sorunu yaşayan Kürtler, Aleviler ve kimliğinden yaralı olan diğer kesimler, ekseriyetle devlete çok çabuk inanmıyor. Bu sayede çevresinde devletin hedef haline getirdiği kesime karşı kılıç kuşanmıyor, aksine kişinin haline merhamet edip zaman zaman dayanışıyor, ya da bu durumda olmasına kalben buğz edebiliyor. Merkezi muhafazakarlığın zayıf olduğu bölgelerde; farklı illerden gelip KHK yoluyla ihraç edilen, özellikle polis ve askerler bölgeden ayrılmıyor ve orada yaşamaya devam ediyor. Kimliğinden yaralı kesimlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde KHK mağduru öğretmenler, lokanta açabiliyor, KHK mağduru bir memur atölye açtığında bunu çok açık ilan edebiliyor. Devlet tarafından bu durum hoş karşılanmasa da, bölge halkı açısından olağan dışı ya da bir sorun olarak algılanmıyor.
Fakat kendini devletle bütünleştiren bugünkü muhafazakarlığa, KHK mağduru bir esnaftan alışveriş yapmaması yetmiyor, bununla beraber toplumsal linç için çaba sarf edebiliyor.
Oysa muhafazakar kesimin temel referans addettiği Kur’an başta olmak üzere, diğer kutsal kitaplar ve kutsal öğretiler, “ifade özgürlüğü”, “suçun şahsiliği”, “adil yargılanma” gibi ilkeleri dile getiriyor. Bugün insanlığın ortak birikimi olan ortak metinler de, bu ilkelerin anlaşılmasında yeterli argümanlar sunuyor olsa da, dünyanın makus tarihinde değişmeyen, iktidarın baskı araçlarının ve ideolojik aygıtlarının; devlete ait ‘’değerler manzumesi’’ dayatmasında ve bunun da, tüm öğretilerin önüne geçebiliyor olmasında. Zira baskı, her zaman isyancısını doğurmuyor, bunun yanında sadık teba’yı da doğurabiliyor.
Yorumlar (0)