Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

İki Çocuk Annesinin Ankara'sı -Okunabilir Ankara

Gelecekte bir gün, çocuklarımızın Ankara denilince zihinlerinde fıskiye ve Ankara’nın kör eden kapıları belirmemesi en büyük dileğim.

İki Çocuk Annesinin Ankara'sı -Okunabilir Ankara

Aşk hakkında yazarken deneyimlerden yola çıkıldığı için olmalı, uzman olmanız beklenmez. Sadece aşk filmlerini düşünerek ideal kentler hakkında havalı bir şekilde atıp tutmayı deneyebiliriz.

 Hikâye:

  1. Önce kamera Özgürlük Heykeli’ni gösterir.
  2. Broadway Caddesi’nden süzüle süzüle yürüyerek esas kadın zevkle buluşma noktasına gelir.
  3. Madison Square’e varan kadın beklemeye başlar.
  4. Çin Mahallesi’nden metro ile gelen esas adam, esas kadına aşk ile bakar.
  5. Derken... Manhattan’da binaların, meydanların, denizin birleştiği noktada öpüştüklerini görürüz.

Atıp tutmalar:

  1. Her şehirde toplumsal hafızayı güçlendiren simgeler olmalıdır.
  2. Her şehirde filmlerde kadraja sokmak istenecek kadar güzel güzergâhlar olmalıdır.
  3. Her şehirde büyük açık alanlar, toplanma mekânları, meydanlar olmalıdır
  4. Şehir monoton olmamalıdır, farklı şeyler sunan farklı mahalleler olmalıdır; kentliler rahatça istedikleri yerde kesişebilmelidir.
  5. Kentin sınırları olmalıdır

Tabi bunları iki çocuk annesi bir kadın yazınca pek ikna edici olmayabilir. Şimdi önüme bir erkeği, şehirciliğin babalarından Kevin Lynch’i alıp, Ankara’ya bu şekilde bakacağım. 2000 yılında Bilkent Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı ve Kenstel Tasarım bölümünde çok zevkle dinlediğim antropolog ve mimar Prof. Emine Onaran İncirlioğlu’nun “People and Environment (İnsan ve Çevre)” dersinde öğrendiklerimi ve Robert Gifford’un “Environmental Psychology (Çevre Psikolojisi)” ders kitabında bulduklarımı aktarmaya çalışacağım.

Kevin Lynch’e göre şehirler okunabilirliğe (legibility) sahip olmalı. Okunabilir bir şehirde yaşayınca kaybolmanız daha zor olur. Yürümek daha zevkli olur. Şehir aklınızda güzel kalır. İyi bir şeye örnek vermek isteyince aklınıza şehriniz gelir. Hayat bayram bile olabilir biraz zorlarsak. Benim yaşadığım Ankara’da da okunabilir bazı noktalar var. Lynch’in belirlediği 5 tane okunabilirlik elementi ile bağlantılı bunu kanıtlamak niyetindeyim.

  1. Kent simgeleri

 Ankara’nın ismini ilk duyduğumuzda aklımıza gelenler: Anıtkabir, Kocatepe Camii gibi. Bunlar, bir şehirde uzaktan bakıldığında en çok ilgi çeken bina / kule olabileceği gibi hafızanıza kazınan, ancak yakınına gittiğinizde gördüğünüz heykeller de olabilirler. Büyük oğlum Lodos şu an 2,5 yaşında ve öğrendiği ilk kelimelerden biri; Atakule! Onun nirengi noktası, eve uzaklık birimi, hatta kendi yazdığı şarkının sözleri; "A-ta-kule, A-ta-kule, Aaa-taaa-kule!" Evimizin etrafında yürürken ya da arabadayken, her zaman Atakule’yi buluyor ve bana gösteriyor. 1 yaşından itibaren, bazı çocukların kent simgelerini fark ettiğine dair çalışmalar mevcut. Ne kadar da harika bir şehirde yaşadığımızın kanıtı; Hitit Güneşi. Avusturalyalı bir arkadaşım ilk gördüğünde neredeyse arabaların altında kalma pahasına fotoğraflarını çekmişti. Ne kadar şanslı olduğumu o zaman fark etmiştim.

  1. Güzergâhlar

Rutin haline gelmiş yollar: Cinnah Caddesi üzerinden yürüyerek Atatürk Bulvarı’na çıkıp Kızılay’a ulaşmak gibi. Okuldan çıkıp otobüsle ya da yürüyerek Tunalı’ya gittiğinizde, Karum’un önünden başlayan yürüyüşle, Tunalı ve Bestekâr üzerinden Kızılay’a ulaştığınızda biraz daha mutlu olabilirsiniz bence. Özellikle anne olduktan sonra bu güzergâhlarda olması gerektiği gibi bebek arabasını cambazlık numaraları olmadan itebilmeyi ve tekerlekli sandalyelerin sokağa indiğini görmek istiyorum. Kim istemez? Geçenlerde Facebook’ta ‘her şehrin haritası’ diye bir çizim gördüm; şehrin ortasında da bir nehir; bizde adı Bentderesi olan, üstü örtülen. Neredeyse, her şehir modern zamanlar öncesi ya da şimdi bile gerekli olduğu üzere su kıyısında oluşurken, benim gibi Ankara’da doğmuş-büyümüş hangimizin beynindeki şehir “her şehrin haritası” gibi ve ortasında nehir var.

  1. Mahalleler

Bilinen ve diğerlerinden biraz farklı karakteri olan bölgeler mesela Çankaya ve Ulus. Ankara’daki mahallelerin farklılığı yaşamımıza mutluluk katabilir. Hermann Jansen tarafından hazırlanmış, ünlü Jansen planından bize kalan güzel şeylerden biri de ana ulaşım arteri olan Atatürk Bulvarı. Çankaya’dan Ulus’a gitmek bu yüzden güzel ve zevkli. Vaktiniz bolsa, iki mahalle arası yürüyebilirsiniz. Biri daha modern, kent parkları olan, diğeri geçmişten izlerle dolu, sayısı artan müzeleri ile Ulus! Ankara’nın büyümesi ile farklı şehir merkezleri oluşuyor ve var olanlar değişiyor. Kavaklıdere Sineması, benim Ankaram’ın en sevdiğim noktalarındandı. Kapandığında, sanki, dünyanın sonu gelmişti. İş yerim yanmıştı ama yeni haberim olmuştu. Dünyanın başka bir yerinde şubesi olmayan ve sayısız Ankaralının, sayısız anısının geçtiği sinemanın kapanması, yedi düvele şehircilik ve insanlık dersi vermiş, Gezi Direnişi yaşanmış bu coğrafyada keşke olmasaydı.

  1. Merkez Noktaları

Bir yerden bir yere giderken muhtemelen geçtiğiniz, kesişen noktalardaki meydanlar, yoğun trafiğe sahip geçiş noktaları, mesela Kuğulu Park ve Kızılay Meydanı, Güven Parkı görmemiş bir Ankaralı bulmak çok zor olmalı. Tarihi önemi tartışılmaz. İhtişamlı heykel duvarı ile akılda kalan, neredeyse her zaman kalabalık, sayısız protesto görmüş, bankları ile dinlenme sağlayan kent meydanı; Güven Park’tan geçenlerle konuşup hikâyesini dinleyebilsek, tüm hikâyelerin farklı olması ve hayatımızın en ilginç gününü yaşama ihtimalimiz çok yüksek olurdu.

"Kızılay’daki Vakko’nun önünde buluşalım!" Çok genç olmayan Ankaralılar dışında, defalarca duyduğumuz ve söylediğimiz bir cümle. Toplu taşım ile Kızılay’a gelenlerin, geçenlerin, otobüs, dolmuş duraklarının ve yaya üst geçidinin kesiştiği yer: Gayriresmi kent meydanı Kızılay’daki Vakko’nun önü! Artık ismi farklı, kendisi de. Şehir merkezlerinin çoğalması ve bu olurken planlamanın arkadan getirilmeye çalışılması, AVM diye bir şeyin zorunlu kılınması gibi sebeplerle değişen Ankara’da her şey o kadar da iyi bir değişime gitmiyor ne yazık ki.

  1. Kıyı / Kenar

Şehrin sınırları. Bazen gidilemeyen noktalar, kayalıklar, denizler, okyanuslar... Mesela Eymir Gölü. Çocukken Milletvekili Lojmanları’nın karşısındaki ODTÜ Ormanı etrafında yürüyüş yapardık. Tellerden içeri girer, Eymir Gölü’ne yürürdük. Olmayan Ülke’ye seyahat etmiş kadar keyif alırdık. Gaziosmanpaşa hakkında bir konu açıldığında biri mutlaka çıkar "Eskiden orada bağlar vardı ve yolu yoktu" der. Şehir merkezini çevreleyen sınırlar bizi mutlu edebilir. Şehrin büyüdüğünü sanki bir çocuğun büyümesi gibi gözümüzle izleyebiliriz.

 İmrahor Vadisi yapılaşmasın diye savaşanlar, sadece ekolojik denge için değil, kentine de sahip olmak için çalışıyor. Şehrin sınırları olmalı, ormanlar, vadiler gibi kenarları korunmalı. Atatürk Orman Çiftliği’nin arazileri yeşil bir kemer gibi Ankara’yı koruyabilir(di). Çok daha nitelikli bir halde yaşanır bir şehre katkı sağlayabilir(di). Şehircilik bulduğumuz her yere asfalt dökmek, tüm rant sağlayabilecek noktalara bina dikmek olsaydı, dünyaca ünlü bir çok medeni kent böyle olurdu, ama değiller. Dünyanın finansal açıdan en değerli toplumsal mekân olarak ayrılmış toprakları bu yüzden ranta açılmıyor: Central Park, Seine Nehri, Hyde Park gibi.

 Toplumsal hafıza gibi kavramlar uzaydan gelmiş ya da canı sıkılan 3-5 teorisyenin ağzından çıkmış gibi gelebilir ama tabii ki öyle değil. Bizim de 35 sene sonra aynısı ile karşılaşmamız gereken manzaralar var, ya da daha iyisi ile. Gelecekte bir gün, çocuklarımızın Ankara denilince zihinlerinde fıskiye ve Ankara’nın kör eden kapıları belirmemesi en büyük dileğim.

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış