Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

İZMİR’DE KOOPERATİFÇİLİK YARGILANIYOR, PEKİ NEDEN?

Eğitim, sağlık, sosyal çevresi ile sağlıklı bir konutta barınmak, sağlıklı gıdaya erişim, doğayla uyumlu ekolojik yaşam, bütün bunlar artık insanlığın vazgeçilmez ortak hakları ve talepleridir. O nedenle yerel yönetimlerde tek adama öykünen anlayışa karşı güçlü ilkesel bir duruşa ihtiyaç vardır. Bugün en önemli görev, katılımcı olmayan, şeffaf olmayan, yurttaşı söz ve karar süreçlerine etmeyen, yaşadığı kentin parçası, sahibi gibi görmeyen, belediyeleri şirket gibi yöneten anlayışa karşı çok açık tutum almak gerekir. Toplumcu siyaset doğru fikirler, doğru insanlar ve onların kolektif aklı ile başarılı olabilir.

İZMİR’DE KOOPERATİFÇİLİK YARGILANIYOR, PEKİ NEDEN?

Dünyada özellikle ağır ekonomik koşullarda ve bir ülkenin toplum olarak dayanışma ve birliktelik içerisinde kendini koruma ve güçlendirme süreçlerinin bir parçası olarak ortaya çıkan bir anlayış olan kooperatifçilik Türkiye’de gerçek anlamından uzaklaştırılmaya çalışılıyor.

İzmir’de süren ve önceki Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in merkezine oturtulduğu kooperatifçilik davası bu konu üzerine yoğunlaşmamız gerektiğini daha açık gösterdi. Yerel yönetimler için toplumsal dayanışmayı örmenin en önemli araçlarından birisi olan kooperatifçilik bu dava ile etkisizleştirilmek, yok edilmek isteniyor. Bu saldırıya karşı kooperatifçiliğe sahip çıkmalı, kooperatifçilik anlayışımızın iktidarın anlayışından farklı olduğunu belirgin hale getirimeli, alternatif kooperatif modelleri üretilmesine çabalamalı ve destek olmalıyız. 

Dayanışmacı Kooperatiflere Baskı, Rekabetçi-Şirketleşen Kooperatiflere Destek

Birleşmiş Milletler, 2025 yılını “Uluslararası Kooperatifler Yılı” olarak ilan etti. Türkiye ise bu yıl dolayısıyla 2025 - 2029 dönemini kapsayan “Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem Planı’nı 19 Eylül 2025 tarihinde açıkladı.

Tarım ve Orman Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın dahil olduğu ancak belirleyici olarak başta olmak üzere birçok kurum ve kuruluşun paydaş olarak belirlendiği bu çalışmalar, Ticaret Bakanlığı koordinasyonunda yürütülmüştür. Açıklanan Strateji ve Eylem Planı; iktidarın Kalkınma Planı, Orta Vadeli Ekonomik Programı ile Cumhurbaşkanlığı’nın yıllık programları ve Ticaret Bakanlığı Stratejik Planı (2024-2028) sınırlarını aşmayacak şekilde belirlendi.

Dolayısıyla İktidar için kooperatiflere bakış, sosyal yönü nedeniyle kendi politikalarının sosyal meşruiyetlerine imkân sunan ancak ulusal ve uluslararası rekabet gücü yüksek işletmeler seviyesine gelmeleridir.  Özetle yandaş, tüccar, gözetilen kooperatifler karşısında bağımsız, özgür kooperatiflere ihtiyacımız olacak. 

İktidar, bildiğimiz anlamıyla ortak yarar ve dayanışmacı kooperatifçilik yerine kooperatifi şirketleştirip karını önceleyen rekabetçi bir kooperatifçilik bizlere dayatılıyor.

Stratejisi ve Eylem Planı’nda iktidarın yaklaşımını en net açıklayan konu konut/yapı kooperatifçiliğine bakıştır. Türkiye’nin 1930’lu yıllardan başlayarak günümüze kadar milyonlarca konut üretimi yapılan yapı kooperatifçiliği adeta yok sayılmaktadır. İktidar, sermaye grupları için hem arsa rantını yöneten, hem inşaat piyasasını canlı tutan, hem de finans sektörüne sürekli müşteri sağlayan bir aktör haline gelen TOKİ gibi bir güç varken yapı kooperatiflerinin aktör olmasını özellikle engellemeye çalışıyor.

Bunu AKP iktidarının başlangıcı ile bugünü karşılaştırarak açıklamak daha doğru olur. TUİK verilerine göre AKP’nin iktidara başladığı 2002 yılında üretilen konutların %32’sini kooperatifler, %1,30’unu devlet, %66,7’sini özel sektör üretiyordu. Yine TUİK verilerine göre 2024 yılı sonu itibariyle üretilen konutların %1,15’ini kooperatifler, %5,75’ini devlet, %93,10’unu özel sektör üretmiş durumda. Bu sonuç tamamıyla bir tercihin ürünüdür.

İzmir’de Büyükşehir Belediyesi tarafından kentsel dönüşüm alanlarında teşvik edilen yapı kooperatifleriyle ilgili soruşturmanın ilk günlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, soruşturma hakkında konuşurken yapı kooperatiflerini, “TOKİ’yle yarışacaklarmış” diyerek küçümserken diğer taraftan da hedef göstererek kooperatifçiliğe sınırlar koyuyordu.

İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Tunç Soyer ve arkadaşlarının neden yargılandıklarına bu çerçeveden bakmak gerekiyor.

İzmir’de Yerel Yönetimlerin Kooperatifçilik Deneyimleri

Ege Bölgesi ve İzmir kooperatifçilik konusunda değerli bir geleneğe ve güçlü bir kültüre sahiptir. Ülkede yaşanan her kriz döneminde kooperatifler bir alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Tariş gibi çok güçlü üretim ve satış kooperatifçiliği en ücra köylere kadar ulaşmış bir üretim kültürü yaratmıştır. Konut alanında sadece 1984-2002 arasında Belediye-Kooperatif işbirliği ile yaklaşık 45.000 konut üretilmiş (3 adet Egekent projesi, 7 adet Evka projesi, 2 adet İzkent projesi, İzkonut, İzyuva, Narbel, Buca Koop, Çiğli Koop. vb.) Daha sonraki yıllarda devletin arsa ve kredi sistemlerinde TOKİ merkezli politikaları, belediyeleri ve kooperatifleri dışlamış ve bu alandaki faaliyetlerini oldukça zorlaştırmıştır.

2000’i yılların ortalarında Aziz Kocaoğlu döneminde Belediye, bu kez tarımsal üretim kooperatifleri ile işbirliği imkânı yaratarak kooperatiflere destek mekanizmaları oluşturdu. Mevzuata uygun olarak kooperatiflerin ürettikleri ürünleri ihalesiz alıp sosyal destek amacıyla zor durumdaki aile ve kesimlere dağıtım yoluyla iki yönlü bir destek ağı oluşturdu. Bu destek süt, fidan, meyve, el ürünleri şeklinde çeşitlendirildi. Bunlar içinde bir örnek vermek gerekirse, Belediye Tire Süt Kooperatif ile anlaşarak haftada yaklaşık 100 bin litre süt alarak yoksul mahallelerdeki ilkokullar da dağıtım yaptı. Bu sayede Tire Süt Kooperatifi, kendisine yeni tesisler kurdu, ürün kalitesini yükseltti ve ürün çeşitliliğini yarattı. Bu desteğin ulusal çapta etkisi nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığı, 2011-2012 eğitim-öğretim yılı başında  "Okul Sütü Programı" başlattı. İzmir Büyükşehir Belediyesi ise bu projesini okullardan yoksul mahallelerdeki yeni doğan çocuklara ulaştırılmak üzere dönüştürdü.

Hem tarımsal hem kadın kooperatifleri ile ilgi kooperatiflere destek Tunç Soyer döneminde de çeşitlenerek ve genişletilerek devam etti.  

İzmir’de Kentsel Dönüşüm Alanlarında Kooperatifçilik

İzmir’in kooperatifçilik kültürü, her yerel yönetici için kriz zamanlarında bir çıkış yolu olmuştur. Tunç Soyer ve arkadaşlarının ‘Kooperatifçilik Davası’ olarak anılan yargılandığı davanın hikayesi de bir kriz durumunu aşmak için çözüm olarak gündeme alınmış. 

İzmir Büyükşehir Belediyesi 2011-2012 yıllarında Belediye Kanunu’nun belediyelere verdiği yetki çerçevesinde kentin farklı bölgelerinde (Karşıyaka-Örnekköy, Konak-Ege Mahallesi, Konak-Ballıkuyu, Karabağlar-Uzundere, Gaziemir-Emrez ve Aktepe mahalleleri, Çiğli-Güzeltepe) kentsel dönüşüm alanları belirledi. Bu alanlar, kendi içinde de etaplara bölünmüştü. Bu alanlarda yaklaşık 40 bin konutun dönüşümü öngörülmüştü. Dönüşüm alanlarındaki mal sahipleri ile anlaşarak dönüşüm öngörülmekteydi. Belediye uzlaşma sağladığı alanlarda dönüşüm sürecini başlatmak için mevcut konutların yıkımını yaparak proje ve ihale sürecine geçiyordu.

Uzlaşma sağlanan yerlerde yıkılan konutların yerine yapılacak konutlar için açılan ihalelere katılım oldukça az olmuştu. Özellikle 2018 yılından sonra açılan ihalelere katılım olmuyordu. Uzlaşma sağlanıp evleri yıkılan malikler ise evlerinin yapılmaması nedeniyle mağduriyetlerini belirterek belediyeye sitemlerini artırmıştı. Belediye, inşaatların yapımına başlanması için kendi iştiraki olan İZBETON ile bu inşaatları yapmak/yaptırmak için ihalesine girilmeyen alanlar için protokol yapıldı. Şirket üzerinden ihalelere de katılım olmamıştı.

Bu arada 30 Ekim 2020 tarihinde Samos adası civarında gerçekleşen deprem İzmir’de, 118 kişinin ölümüne onlarca binanın yıkımına ve binlerce binanın da hasarlı hale gelmesine yol açtı. Devlet yıkılan ve ağır hasarlı binalar için TOKİ eliyle konutları yaparken orta hasarlı ve riskli yapılar için herhangi bir katkı, destek ve öneri sunmuyordu. Bu durumdaki yapı sakinleri çaresizlikle baş başa kalmıştı. Belediye orta hasarlı yapı sahipleriyle bir araya gelerek çözüm aradılar. Sonra ‘Halk Konut Kooperatifçiliği’ adıyla bir model geliştirdiler. Hasarlı ve riskli bina sahipleri bir kooperatif kuracak, sakinler mülklerini arsaya çevirecek arsa payı ile kooperatif ortağı olacak, kooperatif de müteahhit belgesi alarak alt yükleniciler eliyle konutlarını kendi arsaları üzerinde yapacaktı. Belediyenin inşaatla ilgili birim ve iştirakleri ise bu kooperatiflere mevzuat ve yapı tekniği, inşaat denetimi konusunda her aşamada teknik danışmanlık yapacaktı.

Bu modele uygun herkesin kendi arsası için yaklaşık 50 kooperatif kuruldu Belediye, bütün gereklilikleri tamamlamış 20’ye yakın kooperatifle protokol imzalamıştı. Bu kooperatifler, Cemil Tugay başkanlığında belediyenin yeni yönetimin kendilerine desteği kestiğini, şu an kendi imkanlarıyla inşaata devam ettirdiklerini belirtiyorlar.  

Bu modelin destek bulması üzerine İzbeton üzerinden ihalesine müteahhitlerin girmediği kentsel dönüşüm alanlarında da yapı kooperatifleri kurularak yaklaşık 10 yıldır yürümeyen kentsel dönüşüm sürecinin yolunun açılması amaçlanmış.

Ağırlıklı olarak İzmir Ticaret Odası ve Ege Bölgesi Sanayi Odası üyelerine çağrı yapılarak kentsel dönüşüme kooperatifçilik yoluyla destek vermeleri istenmiş. İzbeton üzerinden yürütülen bu çalışmalar sonuç vermiş bazı yerler için kooperatifler kurulmuş. Kentsel dönüşüm alanlarında kooperatiflerle ilk sözleşme 2021 Aralık ayında yapılmış, hızla başka etaplarda da kooperatiflerle anlaşmalar yapılmış. Bu süre içinde bazı yerlerde de ihaleler yapılmış 3 etapta iş müteahhitler eliyle yürütülüyor.

Kooperatiflerle yapılan sözleşme sonrası ülkedeki ekonomik krizin etkileri inşaat maliyetlerini kat kat artırmıştır. Bununla ilgili Tunç Soyer, mahkemedeki savunmasında “TÜİK inşaat maliyet endeksi verilerine göre 2024 yılında 2020 yılına göre inşaat maliyetleri %681 oranında artmış. Çevre Şehircilik İklim Değişikliği Bakanlığının yayınladığı yapı yaklaşık birim maliyetleri ise %1047 oranında artmış. Ekonomik krize paralel olarak başlayan savaşlar, pandemi, 6 Şubat depremi gibi olağanüstü gelişmelerin inşaatların hızını etkileyen sonuçlar ortaya çıkardığını vaat edilen tarihlerde sapmalara sebep olduğunu, dolayısıyla illiyet bağını kaldırdığını” söyledi.

Kooperatiflerle yapılan sözleşmeler sonrası uluslararası gelişmelerin (Ukrayna, Filistin vd. savaş,) etkileri, 6 Şubat Kahramanmaraş depremleri, ekonomik kriz gibi nedenler maliyet artışları yanında malzeme ve inşaat sektöründe işçi bulunma zorlukları yanında kooperatif yönetimlerinin krize hazırlıksız olmaları gibi etkenler sürece etki etmiştir. Soyer, savunmasında “…bizim modelimizin eksiklerinden kusurlarından çok, inşaat birim maliyetlerinin 3 yılda 10 misli artmış olmasının ve yaşanan krizlerin gecikmeye sebep” olduğuna vurgu yaparak daha kötü sonuçların “TOKİ’nin Aliağa’da, Selçuk’ta, Zeytinburnu’nda, Tuzla’da başlattığı kentsel dönüşüm modellerinin uzun yıllara yayılan gecikmeleri”ni örnek gösterdi.

Bunların üzerine İzmir Büyükşehir Belediyesinin yeni başkanı Cemil Tugay’ın kooperatif yöntemine karşı tutumu sorunu büyütmüştür. Cemil Tugay aday olduğu dönemde konut üretiminde kooperatiflerle çözüm üretilemeyeceği anlamındaki söylemleri kurulu kooperatiflerin çalışmalarını yavaşlatmalarına yol açtı. Daha sonra Temmuz 2024’te kentsel dönüşüm alanlarında kurulu kooperatiflerle sözleşmeleri tek taraflı olarak feshetti.

Bu tarihten sonra kooperatif üyeleri şikayetlerde bulundu, Belediye yeni yönetimi ortaya çıkan sorunu önceki döneme atan raporlar hazırlayarak savcılığa bildirdi. Bir yıl sonra da 11 Temmuz 2025 tarihinde Belediye’nin iştiraki olan İzbeton şirketinin yönetim kurulu üyeleri, genel müdür ve yardımcıları, çok sayıda bürokrat ile önceki dönem kooperatif yöneticileri operasyonla karşı karşıya kaldı.

Davaya Yakından Baktığımızda …

2024 yerel seçimleri sonrası çeşitli zamanlarda ifadeleri alınmış, istenirse her zaman ifadelerine başvurabilecek durumda olan insanlara yapılan şafak operasyonu ve yaşanan süreç bu davayı başka bir noktaya çekmiştir.

Hem son zamanlarda belediyelere yönelik yapılan operasyonlar, hem de davada sanık durumda olun insanların ifadeleri ve ortaya koydukları belgeleri incelediğimizde aslında 2002 yılından itibaren AKP iktidarının inşaat konusunda kooperatifçiliği tasfiye ederek bir tarz inşaat sektörü yaratarak ve bunu da inşaat şirketleri vasıtasıyla tam bir rant alanı haline getirerek, kendi tercih ettiği çevrelere sermaye transferi yapmak, iktidarının sermaye birikim sürecinin en önemli parçası haline getirerek yürüttüğünü bu gerçeklikle görüyoruz.

Konut bir ihtiyaç olarak üretilmiyor daha çok bir ticari bir iş ve yatırım aracı olarak görülüyor. Bunun açıklaması ise yine TUİK verilerinde var. TUİK verilerine göre AKP iktidarı döneminde 2002-2024 tarihleri arasında Türkiye’de kendi evinde oturanların oranı 2002 yılında %73 iken 2024 yılında bu oran %56.13’e düşmüş. Bu veri hem yoksullaşmanın arttığına, hem de kentsel rantın gitgide daha dar bir kesime aktarıldığına işaret ediyor. Yani AKP iktidara geldiğinde var olan konutların % 27’si yatırım aracı iken bugünkü mevcut konutların %44’ü yatırım aracı olarak inşa edilmiş durumda. Yine bu süreçte arsalar sermaye şirketlerine devir-satış, kar paylaşımı vb. yöntemlerle devredilmiş, yoksulların konuta erişiminde kamunun elindeki arsa stokunu kullanma imkanları yok edilmiştir. 

Bu durum kentlerin çevresindeki orman, tarımsal alan ve varsa tarihi- kültürel alanları konut ihtiyacı bahane ederek imar baskısıyla karşı karşıya bırakıyor. Bütün bunlar olurken bir de deprem gerçeğiyle karşı karşıyayız. Herkesin depreme dayanıklı, sağlıklı, güvenli ve insanca yaşayabileceği konutlara erişmesi gerekliliği sağlayacak sorumluluğunu kimse üstlenmiyor. Bu dava, yerel yönetimlerin sağlıklı, güvenilir konut üretmek için belediyelerin sorumluluk üstlenmesine de bir tehdit oluşturuyor.

Tunç Soyer bu duruma karşı savunmasında “Devletin, hükümetin ilgili birimlerinin, belediyelerin, meslek odalarının, sivil toplum kuruluşlarının ve toplumun öz gücünü ortaya çıkartacak kooperatiflerin ortak bir irade ile buluşması ve ortak kaynak havuzları oluşturmaları gerekmektedir” dedi.

Yine, yargılamalar sırasında gördüğümüz gerçeklik, yargılananları hukuken sorumlu olmadıkları konularda fiilen suçlu ilan etmeye yönelik bir anlayış olduğunu gösteriyor. Yargılama usulü bakımından, yargılama yeri bakımından, yargılama sürecinde yaşananlar bakımından değerlendirildiğinde bir siyasi anlayışın pratik olarak uygulandığını görüyoruz. Yani özel bir yargılama sistemi uygulanıyor ve ona bağlı olarak da hukuk normlarına uygun olmayan bir tarzda hareket ediliyor olduğuna tanıklık ediyoruz.

Davayı başından itibaren izledim, yargılama sürecine tanıklık ettim. Aliağa Şakran Hapishane alanı içerisinde, 12 Eylül’de bile yaşamadığımız bir yargılama pratiği yaşanıyor. Yargılamanın, avukatların bütün yargılama normlarının dışında gerçekleştiğine dair tüm itirazlarına rağmen heyet tarafından devam ettirildiğine de tanıklık ediyoruz.

Ülkemizde yaşanan siyasal konjonktür öyle bir noktaya geldi ki artık herkes, ister siyasal iktidara yakın olsun ister olmasın, yargının bağımsız olmadığını, siyasal baskı altında kaldığını; adil ve objektif bağımsız bir yargılama süreci olmadığını düşünüyor. Bu yargılama sürecinin kendisi de bu inancı pekiştiren özel bir örnek olarak tarihe geçiyor.

Bu fikrin tarafındayız: “Başka Bir Dünya ve İzmir Mümkün”

Bu olağandışı durumu, korku atmosferi oluşturma gayretini görüyoruz, yaşıyoruz. Tunç Soyer’in hem uygulamalarından hem de mahkemede yaptığı savunmadan, sistemin dayattığı olağan akışa karşı “Başka Bir Dünya ve İzmir Mümkün“anlayışı ile hareket ettiğini görüyoruz.

Şu sözleri kendi durumunu anlatması bakımından önemlidir diye düşünüyorum: “Ben bugün dünyanın sürüklendiği olağan akışın hepimizi toplu halde trajik bir yere sürüklediğini düşünüyorum. Belediye, hizmet üretmek zorunda olduğu vatandaşlarını müşteri görür ve kâr hesabı yaparsa o akışta sürüklenmeye devam edeceğiz. O nedenle; Ben hayatın bahsedilen olağan akışına uygun davranmadım, çünkü o akışın yüzbinleri yıkıma götüreceğini gördüm. Ve bu akışa seyirci kalınırsa, yoksulların, işçilerin, memurların, emeklilerin asla ev sahibi olamayacağını anladım. Bazen hayatın olağan akışına karşı çıkmak suç sayılır. Hatta bazıları, o karşı çıkışlarının bedelini canlarıyla ödemişlerdir. Çünkü o karşı çıkışın sebebi olan vicdan ve onur kendi hayatlarından bile kıymetlidir” diyor.

Sonuçları itibariyle başarılı olup olmadığından bağımsız olarak bu fikrin tarafı olmak bugün için çok önemlidir.

Eğitim, sağlık, sosyal çevresi ile sağlıklı bir konutta barınmak, sağlıklı gıdaya erişim, doğayla uyumlu ekolojik yaşam, bütün bunlar artık insanlığın vazgeçilmez ortak hakları ve talepleridir. O nedenle yerel yönetimlerde tek adama öykünen anlayışa karşı güçlü ilkesel bir duruşa ihtiyaç vardır. Bugün en önemli görev, katılımcı olmayan, şeffaf olmayan, yurttaşı söz ve karar süreçlerine etmeyen, yaşadığı kentin parçası, sahibi gibi görmeyen, belediyeleri şirket gibi yöneten anlayışa karşı çok açık tutum almak gerekir. Toplumcu siyaset doğru fikirler, doğru insanlar ve onların kolektif aklı ile başarılı olabilir.

Oysa bugün dünyada da ve ülkemizde tam tersi rüzgarlar esmektedir. Ancak bu rüzgarlara inat bireysel çıkarlara karşı insan haklarını, kamu yararını savunmak zorundayız.

İktidarın güdümüyle belirlenmeyen, özgür, bağımsız kooperatifçilik bu araçlardan biridir. Bunun için bedel ödeyenlerin yanında durmak dayanışma içinde olmak da görevimizdir. Bu davada yargılananın kooperatifçilik olduğunu biliyoruz ve başta Tunç Soyer olmak üzere sanıkların tümünün bir an önce özgürlüklerine kavuşmaları için desteğimiz ve mücadelemiz devam edecek.

Yorumlar (1)

CİHANDAR YILMAZ

8 gün önce / 23.09.2025

İbrahim Akın milletvekilimizin görüşlerini içtenlikle destekliyorum. Kooperatifçilik ortaklaşmak demektir.Yurttaşların ortaklaşmasıdır.Sürece katılmsıdır.

  |   Beğenmedim 0   |   Cevapla