Solfasol: Uzun bir istişare sürecinin sonucunda “solun ortak adayı” olarak çıktınız. Öncelikle öğrenmek istediğimiz şu: Kimlerin ortak adayısınız?
Kaya Güvenç: Başlangıç aşamasında ben yoktum. Arkadaşlarımız bir çalışma yapıldığını söylemişlerdi. Ancak o zaman bir isim telaffuzu henüz yoktu. Hatta benim de kendime göre adaylarım vardı. O dönem HDP’nin de içinde yer aldığı daha geniş kapsamlı bir çalışma olarak başlayan süreç iki temel olgu üzerinde duruyordu: Bir tanesi AKP’nin bu yerel seçimlerde geriletilmesi. Üç seçimli bir sürece girdik ve bu kulvarda AKP’nin mutlaka geriletilmesi gerektiği üzerine bir mutabakata vardı. İkincisi ise şu: Haziran direnişinin iktidar bloğunda yaratmış olduğu çatlaklar ardından Türkiye’de siyaset bir şekilde yeniden yapılanma sürecine girdi. Bu süreçte Türkiye’nin mevcut konumundan daha sola kaymasını engellemek için siyasetin sağa kaydırılması için bir çaba var. Mansur Yavaş adının ana muhalefet partisi tarafından aday gösterilmesi bence bunun göstergelerinden bir tanesi. Hatay’da da başka bir örnek var. Bu durum karşısında sol sosyalist grupların ben de varım diyebilmesi gerekiyor. HDP ile yapılan görüşmeler sırasında ortak adayın HDP adı ve çatısı altında olması şartı kabul görmeyince, HDP ve gözlemci sıfatıyla katılan bazı gruplar bu süreçten ayrıldılar. Geriye Emekçi Hareket Partisi, Halkevleri, Özgürlük ve Dayanışma Partisi ve Türkiye Komünist Partisi kaldı. Ben bu örgütlerin ortak adayıyım.
Solfasol. : Gezi sürecinin de etkisi ile bu seçim döneminde daha sık bir şekilde kadın ve genç aday talepleri gündeme geldi. CHP de dahil bazı siyasi partilerin bu konuda açılımları oldu. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
“Sağ partiler de çok rahatlıkla kadın ve gençlik üzerinde durabilirler ama bakış sağ olunca onların kadınları ve gençliği ne kadar temsil ettiği soru işaretidir.”
K.G. : Siyasi bir alandayız, önemli olan siyasete ve dünyaya bakışın nereden geldiğidir. Gençler ve kadınların siyasette yer alması gerektiği konusunda hiçbir tereddüdüm yok. Zamanında “Genç Parti” adıyla bir parti çıktı ama adında “genç” olmasının hiçbir anlamı yoktu. Biz emekçi halkı temsil etme iddiasıyla çıkıyoruz ve bunun için çalışıyoruz. Diğerleri farklı iddialarla çalışıyorlar dolayısıyla orada adayların yaşı, siyasi kimlikleri ve dünyaya bakışları ön plana çıkıyor. Sağ partiler de çok rahatlıkla kadın ve gençlik üzerinde durabilirler ama bakış sağ olunca onların kadınları ve gençliği ne kadar temsil ettiği soru işaretidir. “Biz yönetmekten değil öncelikle halkı örgütlemekten bahsediyoruz. Belediye yönetimini bir yerde, halkı başka bir yerde diye görmüyoruz.”
S. : Peki bu yeni siyaset ihtiyacı ve talebi karşısında siz Ankara’yı yönetmek denildiğinde ne anlıyorsunuz? Seçildiğiniz taktirde Ankara’yı nasıl yöneteceksiniz?
K.G. : Aslında çıkış noktamızın doğal bir uzantısı olarak biz yönetmekten değil öncelikle halkı örgütlemekten bahsediyoruz. Belediye yönetimini bir yerde, halkı başka bir yerde diye görmüyoruz. En küçük birimden başlayarak halkı örgütlemek üzere halk meclisleri oluşturacağız. Mahallelerde, sokaklarda, semtlerde ve bütün belediyenin kararlarına esas olan da buralarda alınacak kararlar olacak. Dolayısıyla başlangıçta halkı bir figüran olarak, gelsin arada sırada bana oy versin ve iktidar yapsın bakışına karşılık biz halkla beraber bir yönetim üzerinde duruyoruz.
S. : Temel olarak insanların oylarıyla beraber katılımlarına talipsiniz, diyebilir miyiz?
K.G. : Aslında katılımın da ötesinde karar mekanizmalarının asli unsurları olsunlar istiyoruz. Katılımcılık kavramı bunu tam karşılamıyor. Biz şunu söylüyoruz; bu kenti yönetiyor muyuz, gel kendin yönet.
S. : Türkiye’de yerel yönetimin sınırları oldukça daraltılmış durumda. Siz yerel yönetimin sınırlarını nasıl çiziyorsunuz?
K.G. : Daha ilk çıkışımdan itibaren şunu söyledim: Sosyalist anlayışın belediyelere yansımasında temel olan olay yerel anlamdaki ihtiyaçların mutlaka giderilmesidir. İkincisi, buradaki örgütlenmenin aslında bir anlamda merkezi iktidarı da etkileyecek düzeyde bir örgütlenme sistemi olmasıdır. Dolayısıyla böyle bir sınırlama tabi ki var. Bugün kamuya ait toprakların, buna arsa demiyorum, akıbeti Başbakanın iki dudağının arasında. Hiçbir belediyenin kamu varlıkları üzerinde bir tasarruf hakkı yok. Çünkü AKP’nin ekonomi politikasının temeli sermaye birikiminin kentlerdeki rantlar üzerine kurulu. Sermaye birikim modeli bu olunca bu yapı nedeniyle her şey merkezileşti.
S. : Kentsel dönüşüm süreci birkaç yıldır çok hızlı yaşanmaya başladı. Geçen ay Mamak’a gittiğimizde Dostlar Mahallesi ve Tepecik Mahallesinde görüştüğümüz arkadaşlarımız mağduriyetlerini dile getirdiler. Siz kentsel dönüşüm sürecinde belediyenin konumunu nasıl görüyorsunuz? Kentsel dönüşüme nasıl bakıyorsunuz?
K.G. : Aslına kentsel dönüşüm tabiri artık başka bir şey ifade ediyor. Kentteki rant mekanizmasını harekete geçirmek için kullanılıyor. Bu nedenle ben kentsel dönüşüm tabirini ben pek fazla kullanmıyorum. Bizim 1999 Doğu Marmara depreminden sonra sürekli olarak ifade ettiğimiz tezimiz şudur: deprem yıkmadan kamu riskli alanları yıkmayı ve yeniden yapmayı başarmak zorundadır.
S. : Bir anlamda bu yıkım sürecini destekliyor musunuz?
K.G. : Hayır. Bir yenilenme gerekiyorsa, yenilenme toplumsal bir ihtiyaç ise bu kamu kaynakları ile yapılır. Bunun karşılığı yine kamusaldır. Ama şimdiki kentsel dönüşüm uygulaması çok farklı bir uygulama. Şimdi herhangi bir alanda bir şey yapmaya karar veriliyor, gidilip yargı kararı alınıyor ve burası kentsel dönüşüm alanıdır deniliyor ve olay bitiyor. Burada barınma hakkı da başka hakları da ihlal ediliyor. İşin içinde her türlü ihlal var ama adına kentsel dönüşüm deniliyor. Kentsel dönüşüm şu anda tamamen bir rant mekanizmasıdır. Sermaye birikimini hızlandırıcı bir araç haline getirilmiştir ve biliyorsunuz belediyelerin yetkileri bu konuda son derece sınırlı. Ancak kent ya da o bölgedeki halk bunun olmasını istemiyorsa biz halkın örgütlenmesini esas aldığımız için bununla Belediye olarak mücadele ederiz. Kent halkını temsil ediyorsak her türlü yasal zemindeki haklarını kullanırız. Ancak bir yerden sonra tıkanıyor ve başka bir noktaya gelirsek o zaman da kentin mücadelesine bir şekilde ortak oluruz. Biz bunu sağlayacağız. Bunun örgütleyicisi, destekleyicisi, içinde yer alan bileşeni olarak...
S. : Biraz daha genele dönecek olursak Ankara’yı kent olarak nasıl görüyorsunuz? Sorunları, olanakları, potansiyelleri, kaynakları ile Ankara nasıl bir kent?
K.G. : Aslında çok fazla tanım getirilebilir ama temelinde yatanlardan birisi başkent oluşudur. Ankara’yı rantın değil aydınlanmanın bir kenti olarak gören bir anlayış kendine göre yeni bir anlayış geliştirecektir. Ankara dışarıdan bakıldığı zaman belki bir çok insanın göremeyeceği kadar olanakları olan bir kenttir. Hele de bu yeni yasayla birlikte artık Ankara ilinin tamamını kapsayan bir belediye haline gelecek. Hem kırsal olanakları hem kentsel olanakları, üniversiteleri, aydınlanmacı yönü, sanatı, kültürü son derece zengin bir yer. Ama kimliği yok ediliyor, tarihi yok ediliyor. Ankara’da her yapılanın arkasında tarihle bağını koparma operasyonu vardır. Buna itiraz ediyoruz ve edeceğiz. Basit bir amblem olayına bakın. Ankara’nın bir amblemi var ve belediye başkanı çıkıyor çok hoş olmayan bir edayla değiştiriyor. Bir karar alıyor ve yeni bir tane yapıyor. En son bir kedi amblemi çıkarıldı, yürütmeyi durdurma kararı alındı. Bu sefer de kedideki üç tane bıyıktan bir tanesini çıkarıyor ve ben değiştirdim diyor, Ankara halkıyla alay edercesine... Buna izin verilmemesi gerekiyor.
S. : Gezi sürecinden sonra ortaya çıkan yeni taleplerin temelinde yatan argümanlardan bir tanesi de ayırımcılıkla mücadele. Farklı kimlikleri olan insanların bir araya gelebilmesi ve birlikte yaşama kültürü bir talep haline geldi. Yerel yönetim olarak ayırımcılıkla mücadele konusunda kendinize biçtiğiniz rol nedir?
K.G. : Biz halkı örgütleyeceğiz dediğimiz andan itibaren o büyük kitleyi oluşturan her grup ve bireyin bir şekilde yan yana bir arada yaşamasını beraberce yönetmesini ön plana alıyoruz demek oluyor. Kentler bu anlamda aslında görüldüğünden çok daha fazla sahiptirler ama kullanılmıyor. Birincisi Belediyenin bütün olanaklarının halka eşit bir şekilde sunulması gerekir. İkincisi sunulan bütün hizmetlerin aslında temel insan haklarının gerçekleştirilmesinden başka bir şey olmadığı niyetini anlatmanız gerekir. Dayanışma ve destek mekanizmaları bağımlılık yaratmamalı. Şu anda AKP’nin yaptığı budur. Yoksullaştırıyor, yoksulluğu derinleştiriyor, yaygınlaştırıyor ve ondan sonra bunu kendi iktidarı için kullanıyor. Bunların hepsini bir tarafa bırakıp insanlara eşit haklara sahip vatandaşlar olarak, kentliler olarak baktığınızda zaten çok önemli bir mesafeyi kat etmiş oluyorsunuz. Bir diğeri bu insan, grup, kuşak ve yaşlar arasında iletişimi sağlayacak çok fazla olanak var. Bunun başında eşit davranmak, bir adım ötesinde ya da onunla da birlikte kültürel ve sanatsal etkinlikler ve değişimler geliyor. Etkileşim ortamları gerekli. Halkların kardeşliği dediğimiz olayı sağlayacak olan en önemli unsurlardan bir tanesi sanat ve kültürdür.
“Yerel yönetimin işi hepsidir. Yerel yönetimin kaçabileceği hiç bir yer, sakınması gereken hiçbir şey yoktur.”
S. : Bu yerel yönetimin işi midir?
K.G. : Yerel yönetimin işi hepsidir. Yerel yönetimin kaçabileceği hiçbir yer, sakınması gereken hiçbir şey yoktur. Kanun şöyle demiş, böyle demiş önemli değil. Kanunlar esnektir, yoruma bağlıdır. Belediyenin en temel tanımı belli bir bölge ve yerleşimdeki insanların ortak ihtiyaçlarının giderilmesidir. Dolayısıyla şimdiye kadar yapılmamasının nedeni yine merkezi iktidarın politikalarının uygulayıcısı bir kentten bahsettiğimiz için öyle oluyor. Bunu tersine çevireceğiz.
S. : Yerelden geneli etkileyecek bir yapı oluşturmayı mı hedefliyorsunuz?
K.G. : Öncelikle kentliye karşı olan sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz, bunu bir model olarak yayıyoruz ve bunun mücadelesini veriyoruz.
S. : Kentlerin sınırlı kaynakları var. Hem maddi, hem insan, hem doğal kaynaklar anlamında... Ankara da hiçbir anlamda zengin bir şehir değil. Belli sınırlılıkları var. Bu sınırlı kaynakları kentlilerin “sınırsız” ihtiyaçlarını karşılarken nasıl kullanacaksınız? Öncelik sıralamasını nasıl yapacaksınız? “Halkın ihtiyacı var mı?” Bu sorunun yanıtını arayarak israfı ortadan kaldırabilirsiniz.
K.G. : Bir örnekle açıklayayım. Ankara’da yüksek öğrenim gençliğinin nüfüsü 200 bine yakın. Bunların yurt sorunları var. Alın size çok basit bir hesap; 5 tane kapı yapılıyor 25 milyon lira. Yaklaşık iki bin kişilik bir yurt demektir. 80 milyon lira çelik kafes 25 bin kişilik yurt demektir. Ankara’nın göründüğünden daha fazla kaynağı var. Ama ithal ağaç getirmiş yeşillendirme yapıyorum diye. Dikiyorlar ama tutmuyor. Çünkü toprak yapısı ya da iklimi de uygun değil. Bir takım yandaşlar da bundan istifade etmişler. Kaç lira harcandığını bilmiyoruz.
Belediyeden bilgi almak mümkün değil. 16 tane belediye iktisadi teşekkülü var. Bunların bilgilerine ulaşmak istediğinizde, bizzat belediye meclisinde bu yönde verilen sorulara, “bunlar ticari sırlardır, yanıt verilemez” diye cevap veriliyor. Ankara’nın yaklaşık 3 buçuk 4 milyar liralık bir bütçesi var. Ancak plansız programsız sadece ve sadece ranta yönelik bir belediye işletmeciliğiyle ortaya çıkan akıl almaz bir israf var. Bir kere israfı ortadan kaldırabilirsiniz. “Halkın ihtiyacı var mı?” Bu sorunun yanıtını arayarak israfı ortadan kaldırabilirsiniz. Tasarruf olayı bazen yanlış çağrışımlar yapabiliyor. Tasarruf etmek bir işi yapmaktan vazgeçmek değildir. Bir ihtiyacın karşılanmasında kalitesini düşürmeden daha az girdi kullanmaktır. Örneğin raylı sistem ve metro sistemi zamanında hizmete açılmış olsaydı bu bile başlı başına bir tasarruf kaynağı olacaktı. Bunun yerine bireysel taşımacılığın sürekli teşvik edileerek bulvarlar açılması israftır.
S. : Ankara’nın temel sıkıntılarından biri de kaynakların nasıl kullanıldığına dair bir şeffaflık ve hesap verebilirlik sorunu var. Yerel yönetimde bu şeffaflığın nasıl sağlanabileceğini düşünüyorsunuz?
K.G. : Bunun için hiçbir önlem almaya gerek görmüyoruz. Çünkü halkın bizzat karar süreçleri içinde yer almasıyla zaten her şey şeffaf olmuş oluyor. Şeffaflık yeni liberal politikaların uygulayıcıları tarafında yapay bir şey olarak geldi. Şeffaflık denildiğinde aktörler arasında şeffaflıktan bahsediliyor. Halka karşı bir şeffaflıktan bahsedilmiyor. Bunun en güzel örneklerinde bir tanesi Kamu İhale Kanunudur. Halkın bilgi alma hakkı yok orada. Sadece idare ve ihaleye katılanlar arasında bir şeffaflık olacak. Aynı kural herkese uygulanacak, bir şey sorulduğunda idare herkese aynı cevabı verecek diye bir şey yok. Bu şeffaflık bizim anladığımız değil. Bu şeffaflık bu halkın ve kentin içinde yaşayan insanların her istediği, doğru bilgiye istedikleri zaman ulaşabilmeleridir. Dolayısıyla önemli olan halka karşı şeffaflıktır.
S.: Sol grup ve partilerin adayısınız ama size oy vermek isteyen oy pusulasında nereyi işaretleyecek?
K.G. : Ben bağımsız adayım. Dün başvurumu yaptım. Sıramı sormadım ama ben adaylık başvurusu yapan üçüncü kişiydim.
S. : Sizin de belirttiğiniz üzere, bu seçim sürecindeki temel konularından birisi AKP’yi geriletmek. Bunun Ankara ölçeğindeki karşılığı Melih Gökçek’i göndermek. Rakibiniz Mansur Yavaş’ın adaylığının gerekçesi de, hem sağdan hem soldan oy alabilecek aday olduğu iddiasıyla, tam olarak bu. Tersinden bakarsak bu sizin için de “neden sol oyları bölüyorsunuz” şeklinde bir eleştiri olarak ortaya çıkıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
“Baktığınız zaman en çok oy alan 3 parti adayı ya MHP’li ya da MHP kökenli. Biz dünyaya soldan bakıyorsak bu üçlüye karşı kendimizi var etme hakkımız var.”
K.G. : Siz çok yumuşak sordunuz. “Size verilecek her oyun AKP’ye yarayacağını bilmiyor musunuz” diye soranlar da var. İki nokta var. Oy bölme meselesi uzun yıllardır duyulan bir şeydir. Bunu seçmen söylediğinde onları bilgilendirmek ve ikna etmek sorumluluğumuz var. Ancak bunu sorumlu mevkilerdeki siyasilerin söylemesini sempatik bulmuyoruz. Bu demokrasinin hiçbir kuralına ve anlayışına sığmaz. Bunu doğru bulmuyorum.
En başta söylediğim gibi biz AKP’yi geriletmek ve Melih Gökçek’i göndermek zorundayız. Ancak Melih Gökçek’i götürürken halkın örgütlenmesini engelleyecek, halkın ihtiyaçlarını bir sadaka, bağımlılık duygusu içinde kullanabilecek bir başka vatandaş gelirse o zaman Melih’in gitmesinin bir anlamı olmaz. Bize gelen her bir oy ile Melih Gökçek gibi bir yönetimin Ankara’da başarılı olamayacağına, bizim muhalafet ve engelimize takılacağına olan irademizi ortaya koyuyoruz. Melih Gökçek anlayışının Ankara’dan tamamen silinmesiyle ilgileniyoruz aslında. Bu da kaçınılmaz olarak bizi şu noktaya getirdi: Baktığınız zaman en çok oy alan 3 parti adayı ya MHP’li ya da MHP kökenli. Biz dünyaya soldan bakıyorsak bu üçlüye karşı kendimizi var etme hakkımız var.
Yorumlar (0)