“Öyküler ancak onları anlatabilecek olanların başından geçer demişti biri bir gün: Aynı şekilde belki yaşantılar da onları yaşayabilecek olanlara sunarlar kendilerini.” Paul Auster, Kilitli Oda
Merhaba ben Nefin. Bugün Ankara’da pazar. Bizi haftaya başlatacak bir pazartesinin kapısının önüne attığım sandalyeden bildiriyorum. Başlamaya deli gibi korkuyorum. Döne döne yeniden okuduğum bir kitap; düşlenilenin düşlenildiği anda çoktan gerçekleştiğini fakat bunu görmenin zaman aldığını söyler. Bu felsefe, aslında insanın sancısına katlanamadığı için hep ertelediği “başlamak” eylemi için de yapılmış yüreklendirici bir güzellemedir.
2013’ün Mayıs’ını Haziran’ına bağlayan direniş günlerinin bize verdiği iyi haber şu ki: Başladık! Dinlemek ve anlatmakla imtihan olduğumuz forumların gölgesinde geçen Temmuz ve Ağustos ise uyarıyor: Devam Etmek İstiyoruz! Eylül, bunu ispat edebilmek için bize değerli bir fırsat verebilir. Bu fırsat ise, kentlerimizde şu anda kendi kendini sulayan ve büyüten muhalif kültürü düşmanlaştıranların, bizi vurdukları en yumuşak karnımıza dokunursa: Ortak amaç(sızlık) ve yöntem(sizlik) problemlerini aşmak için kullanılırsa, gerçekten bir iş’e yarayacak. Ancak forumların kim olarak ve ne için yolda olduklarını söylemekten imtina eden ürkek yapıları, onların çoğunluk katılımını oluşturan genç nüfusun “toplanıyorsunuz da ne oluyor”cu anne ve babalarını yazık ki yüreklendiren bir düzlüğe girmiş durumda. Oysa hatırlanmalı ve korku duyulmadan onaylanmalı ki, yapılan işin itibarının onu yapanın kendini “pazarlayabildiği” ölçüde kıymetlendiği günümüzde; şirketten önce onun web sitesini kuran kıytırık mahalle şirketleri bile, bir misyon/vizyon deklaresinde bulunmadan piyasaya girmiyor. Avrupa’nın en iyi sosyologlarından biri olarak anılan, ders verdiği kampüsün 'ülkücü' gençlerince ölüm tehditleri almasına rağmen kendisine teklif götüren özel üniversiteleri geri çevirerek okulunda kapı gibi durmaya devam eden sevgili hocam Kadir Cangızbay derdi ki; “İş’ten önce yöntem gelir.” Bizim yöntemimiz nedir?
Ankara’nın sayıları 40’ı bulan amfitiyatro konseyleri, çim meclisleri ve forumlarını “şimdilik” haftalık bir rutinle toplayan ortaklık, “herkes farklı herkes eşit” söyleminin parantezleri açılamayan çok genel halkasından ibaret. “Sizinle biraraya gelmeden önce, pazarları yaptığım en iyişey; bilgisayarımdaki waw dosyalarını mp3’e çevirmekti” diyen kent sakinlerini çöldeki vaha gibi sevindiren bu toplumsal alan, şüphesiz ki en değerli kurtarılmış bölge. Fakat disipline edilmezse yararsız ve güdük kalan yaratıcı irade gibi, toplumsal’ı keşfeden bu yeni kentlilik bilinci de, eğer kullanacağı ortak dili, kendi özgün veya denenmiş örgütlenme modelini ve toplumsal fayda üretirken kullanacağı yöntemi belirlemek konusunda isteksiz olmayı sürdürürse, “kurtardıkları”nı da kaybedebilir. Kış mevsimi gelip de park meclislerinin kendilerini daha verimli yuvarlak masa toplantılarına evrilteceği güne kadar forumlar istikrarla birarada kalabilmeyi sürdürülebilir kılmak için, yaşanılan kentleri sahiplenmek yoluyla mevcut kent bilincini yükseltmek zorundalar. Bunu gerçekleştirebilmenin en demokratik yolu ise, bireysel ve örgütlü biçimde kent politikalarını bilmekten, bunlara katılım göstermekten ve böylece yerel siyaseti yönlendirebilmekten geçiyor. Kent politikalarının takipçisi olmak ve bu takibin etkinliğisürekliliği ve bilinirliğini sağlayarak etkin bir muhalif kültür yaratmaya katkı sağlamak; vatandaşlık haklarımızı kullanmanın en kestirme, en birincil ve kolay ulaşılır yolu. Tüm postmodernliğimizle eskiden sıkılıp da boşverdiğimiz bu yol, şimdi direnişin kendini yeşerten yaratıcı üslubuyla yeniden can bulup dirilebilir. Ben böyle söyleyince kafanızda bir şey yanmamış olabilir; lütfen eski alışkanlıktır deyin, geçin. Bir Ankara örneği üzerinden izah edelim:
Ankara Seğmenler Parkının amfitiyatrosunda her pazar saat 17.00’de toplanan Seğmenler Forumu’nun TMMOB Peyzaj Mimarları Odası Genel Sekreteri Redife Kolçak’ın konuşmacı olarak katıldığı 4 Ağustos tarihli oturumunun tutanağına düşülen notlara göz attığımızda fikir sahibi olduğumuz gibi: Seğmenler Vadisine yapılacak TBMM Başkanlık Konutu’na; “bizim kent ekosistemimizi yaralıyorsunuz”, “erken dönem Cumhuriyet tarihinin en önemli mimarilerinden biri olan ve yerine yenisi yapılsın denen konutun yıkımı; bizim tarihi, kültürel ve toplumsal hafızamıza indirilen büyük bir darbedir”, “1977 yılında Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca tescillenen ve şu anda yıkmaya çalıştığınız tarihi iz, restorasyon ile geri getirilmelidir”, “Avrupa ile uyum istiyorsanız, onların 18. yy sonunda inşa ettikleri kentleşme örneklerinden istifade ediniz” söylemlerine yaslanarak sorabilirsiniz, sormalısınız:
Seğmenler Vadisi’ndeki yıkımı kim yaptı? Yıkım masrafı için cebimizden kaç para çıktı? Buradaki yıkım kararını alan Çankaya Belediyesi encümenine bu miktarı nasıl tanzim ettiririz? Belediyeye balık adam kadrosu açacak mısınız? (Tunalı Katlı Kavşağı inşaa edilirken kentin yeraltı su deşarj sistemine bir hançer gibi saplanan fore kazıkların marifetiyle her ufak yağmurda dolan köprü altlarını hatırladınız mı? Bu köprülerde mahsur kalan vatandaşları balıkadamlarımız kurtarmıştı. Yeni Başkanlık Konutunun müstakbel fore kazıkları da, balıkadamlar için Büyükşehir ve ilçe Belediyelerimizde yeni iş imkanları sunacak mı?) Tost yapıyor musunuz? (TBMM ve Çankaya Belediyesi Sekreterliği telefonları aranarak sorulacak bu soruya verilen her yeni hayır cevabı; “Eee ne iş yapıyorsunuz orada?” ile karşılanabilir.) Seğmenler Vadisinde yaşananlar Kavaklıdere sakinlerinin kentlilik bilincine gıda takviyesi yapacak bir örneklemedir; neyse kişehrin her bir bölgesi için bu tür teşvik edici politik malzemeleri bulmak zor değil: Yenimahalle Şentepe’de ağaçlara tercih edilen teleferiklerin manyetik dalgası ya da Yüzüncü Yıl ve Çiğdem mahallelerinin orta yerine kondurulacak köprünün üzerinden her gün geçecek ortalama 40 bin aracın coşku dolu vınıltısı şimdiden kulaklarımıza ulaşıyor; forumların heyecanı söner gibi olup tekrar harlayan katılımcılarını dürtüklüyor.
Ben Nefin ve bugün Ankara’da pazar. Bizi haftanın kucağına atıverecek bir pazartesinin eşiğinde dikildim, yazıyorum: Ben kent forumlarının ısrarlı bir sempatizanı ve gözleyicisi olarak son iki ay içinde, siyaset1 ten nefret etme hakkımızın sonuna kadar saklı olduğu bir ülkede, politika2 ya yüz çevirme lüksümüzün ancak içinde yaşadığımız kente büyük bir haksızlık ederek varolabileceğini yeniden öğrendim. #gezi’ye değin cümbür cemaat duymazlıktan geldiğimiz cesaretin fışkırdığı kuyu vicdanın (Eric Fromm böyle söylemiş); bizi bunca nümayişin ardından artık katiyen kendi sessizliğimizle başbaşa bırakmayacağını fark ettim. Başlamak’taki mücizenin, bitirmeye ne kadar kaldığını görmenin kolaylığında değil; aksine bitirene/bitene değin akacak daha değerli bir varlık ve anlam sürecinin işletilmeye/işlemeye başlamış olmasından ileri geldiğini yeniden keşfettim. Yani hürmetli okuyan, açıkcası başlamaktan ödüm kopuyordu ama sanırım bitirdim.
Notlar: Aslında seyis kelimesinin de ilgili olduğu “at talimi, eğitimi, bakıcılığı”anlamlarına gelen siyaset kavramı; arapça bir sözcük olan “s-v-s” veya “sâse” fiil kökünden gelir. hayvanların, özellikle atların idare ve terbiyesinin yanında,genişletilmiş anlamıyla günümüzde insanların ve devlet/ toplumların yönetimi için kullanılır. Politika sözcüğünün etimolojik kökeni grek diline ait “polis” sözcüğünden gelir. polis, şehir demektir. sözcüğün bu topraklara gelişi ve değişimi sırasıyla şöyledir: politikos, politeia, politike, politica, politika... politikhos, “şehir sınırları içinde yaşayan insan topluluğunun oluşturduğu bütünle ilgili olan” şeye denir.
Yorumlar (0)