Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

KLASİK SİNEMA KUŞAĞINDAN: Gazap Üzümleri (The Grapes of Wrath)

Daha iyi koşulları bilmeyince bunca sefalet de normalleşiyor. Yoksulluk da aşağı doğru genişleyen, ucu bucağı görünmeyen gayya kuyusu sanki. Acı çekmeye başlayınca insan bir süre sonra kanıksıyor. Yokluk, yoksulluk, sürgün, göç ya da savaş gibi olağandışı koşullarda bile hayatta kalmanın bir yolu bulunuyor.

KLASİK SİNEMA KUŞAĞINDAN: Gazap Üzümleri (The Grapes of Wrath)

Amerika da 1929 yılında başlayan Büyük Buhran milyonlarca orta sınıf insanı silindir gibi ezdi geçti. Kriz koşulları ve tarım arazilerinin büyük şirketlerin eline geçmesi - kapitalistleşmesi- küçük toprak sahibi olan aile işletmesi çiftçilerin sadece topraklarını ellerinden almakla kalmadı aynı zamanda evlerinden, köylerinden ayrılmalarına sebep oldu.

John Steinberck'in Gazap Üzümleri romanı 1940 yılında John Ford tarafından sinemaya uyarlandı. Film romanın güçlü altyapısı ve yönetmenin sağlam uyarlaması ile klasikler arasında yerini aldı. En iyi yönetmen ve en iyi yardımcı kadın oyuncu (Jane Darwell anne rolü ile ) Oscar ödüllerini aldı.

Film bir yol ve aynı zamanda umudun öyküsü. Çok başarılı bulunmasına rağmen Amerika da bir çok eyalette gösterimi yasaklanmıştı. Daha da ilginci ise komünist Rusya'da yasaklanmasıydı. Yasak gerekçesi ise Amerika da en yoksul ailenin bile araba sahibi olabildiğinin gösterilmesiydi. Velhasıl yönetim şekli ne olursa olsun bizim beğendiklerimizi görüp, öğrenip, izleyebilirsiniz der her zaman iktidar olanlar.

Dünya savaşı sonrası kapitalizm gözünü küçük işletmelerin küçük kazançlarına da çevirmişti. Tarımın modernleşmesi adı altında uygulanan tekniklerle, insan gücü rekabet etmeyi başaramayınca önce bankalara borçlandırılan çiftçilerin daha sonra da toprakları ellerinden alındı.

Benim elimden bir şey gelmez diyordu topraklarını terk etmelerini söylerken bir yandan da purosunu tüttüren melon şapkalı, havalı arabalı adam. Şirketteki müdür ve bankada çalışan adamın da. Biz sadece verilen emirleri uyguluyoruz.

"Peki ben kimi vuracağım o zaman" diye sordu çiftçi, "kim bunun sorumlusu?" "Sorumlu yok, sistem bu efendim". Hala benzer cümleler pek çok yerde karşımıza çıkmıyor mu?

Küçük çiftçiler büyük şirketlerin eline geçen tarım arazilerinden zorbalıkla çıkarılmaya başlayınca açlık ve sefalet de kapıyı çalmıştı. Bir biçerdöver 15 insan eder hesabı yapılınca; mülksüzler evlerinden çıkarılıp yollara atılırlar.

Ellerine geçen bir el ilanın da Kaliforniya'nın verimli topraklarında çalışmak üzere 800 işçi aranıyor haberi herkes için çok caziptir. Joad ailesi de aynı umutla yola çıkmaya karar verir

"Başka bir şansın yoksa bir şeyi yapmak için cesaret gerekmez" filmin en belirgin diyaloglarından biridir. Külüstür bir kamyonetle Oklahoma dan Kaliforniya ya gitmek için 10 kişi yola çıkarlar. Toplam da 200 dolar olan paralarının 75 doları ile yolculuk yapacakları kamyoneti alırlar kalan miktar ile de 2.500 km lik yolu gideceklerdir. 1930 lu yıllar. Ulaşım oldukça zor ve zahmetli.

"Bir zamanlar topraklarımız vardı, bakınca ucunu gördüğümüz sınırlarımız, tarlalarımız vardı, yaşlılar gençlere bunları devrederek yaşam sürerdi. Aileydik, bütündük ve temizdik. Ama artık temiz kalmamıza izin vermiyorlar, dağılıyoruz. Çocuklarımız kötü şartlarda ve vahşice büyüyorlar, inanacak hiç bir şey kalmadı."

Mola verdikleri kamp alanlarında karşılaştıkları diğer gidenler ve geri dönenler morallerini bozmaya başlar. 800 işçi arayan adam 5.000 adet ilan dağıtmıştır. Bunu 20.000 kişi görse ve 2.000 kişi gelse yine de bir iş için ortalama üç adam seçeneği olacaktır iş sahibinin. Bu da en ucuza çalışan bizimdir diyenlerin ekmeğine yağ sürecektir. Açlıkla/tokluk arasında kalmak, yaşamakla ölmek arasında seçim yapmak gibidir.

Kaliforniya'ya vardıklarında kendileri gibi göç eden yoksulların toplandıkları kamp alanına gönderilirler. Manzara içler açısıdır. İnsanlar sefalet içinde, iş bulup karınlarını doyurma umuduyla bu kamplarda bekleşmektedirler. İşçi arayanlar ise gelip en ucuzaçalışacak olanları seçmektedir. Hak aramak isteyenlere ise takılacak kulp bellidir: "kşkırtıcı".

Kamp görevlileri kaç kişisiniz diye sorduktan sonra bir de öğüt veriyorlardı.: "İşini yap, sadece kendi işini yap ve başka hiç bir şeye burnunu sokma".

Yolda ölenler de olur. Tom ve Anne filmin en güçlü karakterlerdir. Yaşamın umut, direnç kısmını anlatırlar. Okuma yazması olmasa da tek amacı ailesini korumak olan anne; olayların arasında dünyaya bakışını değiştirmeye başlar. Oğlu, yakın dostu vaizi öldüren güvenlikçiye kendini korumak için vurunca adam ölür. Linç etmek için Tom'u aramaya başlarlar. Anne oğlunu hem saklar hem de şu sözlerle ona hak verir;

"Bir zamanlar topraklarımız vardı, bakınca ucunu gördüğümüz sınırlarımız, tarlalarımız vardı, yaşlılar gençlere bunları devrederek yaşam sürerdi. Aileydik, bütündük ve temizdik. Ama artık temiz kalmamıza izin vermiyorlar, dağılıyoruz. Çocuklarımız kötü şartlarda ve vahşice büyüyorlar, inanacak hiç bir şey kalmadı."

Kendi yaşadıkları, etraftaki aç, çıplak bakımsız insanlar, bütün gün ölesiye çalıştıktan sonra kazandıkları paranın karınlarını doyurmaya dahi yetmemesi, karşılaştığı diğer insanların anlattıkları, sorular sormaya başlamasına neden olur. Grev, grev kırıcı, bir işe birden fazla talip olursa alınan ücretin azaldığı, birbirine düşman olmadan güçleri birleştirmek gerektiği, haklar, haklılıklar hepsi bilinç üstüne çıkmaya başlar.

Bir adamın yüzlerce hektar arazisi varken yüz bin çiftçi aç, belki bu sorunun cevabını anlayabilirim, bulabilirim der ufka doğru yürürken Tom Joad.

Yazar da yönetmen de umutsuz değildir aslında. Ancak bunca zaman sonra bile hala aynı koşulların yaşanmadığını kim söyleyebilir ki.

"Bir ara yenildik sandım, hepimiz kayıp gibiydik ve kimsenin de umurunda değildik. Ama nehir akmaya devam eder her zaman. Artık bir daha hiç korkmam, zor günler bizi güçlendirir. Bizi yok edemezler, sonsuza dek var olacağız, çünkü biz insanız" diyen anne her şeye rağmen güven ve umut verir hepimize. Tıpkı Nazım Hikmet'in dediği gibi ;

Güzel günler göreceğiz çocuklar Motorları maviliklere süreceğiz Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz, güneşli günler...

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış