Korkut Boratav ile Söyleşi

Korkut Boratav ile Söyleşi Biraz da Bize Ekonomi Anlatır mısınız?

Dünya ekonomisi Rockefeller gibi aileler tarafından mı yönetilmektedir?

ABD’de Rockefeller, Avrupa’da Rothschild aileleri, kapitalizmin ünlü isimleridir. Rockefeller ailesinin servetinin kökeni petrolden, Rothschild’inki finanstan gelir. Zaman zaman siyasete de karışmışlardır. Örneğin Fransa Başbakanı Macron, siyasete Rothschild’in yatırım bankasından geçmiştir. Fakat bu ailelerin “dünya ekonomisini yönettikleri” iddiası abartılıdır. Kapitalist sistem artık, az sayıda zengin kişi veya aile tarafından yönetilemeyecek kadar gelişmiş ve karmaşıklaşmıştır.

Öte yandan, bu sistem, aynı zamanda, sermayenin kolektif egemenliğine dayanır. Paranın gücü, siyasete, toplumsal ilişkilere damgasını vurmuştur. Büyük şirketlerin temsilcileri siyasete girerler; zaman içinde şirketlerine dönerler. ABD’de bu düzene “döner kapı” (revolving door) benzetmesi yapılır. Ancak, sermayenin egemenliği, Rockefeller gibi bir zenginin yönetiminden farklıdır. Büyük patronlar, şirketler arasında çıkar çatışmalarının olmaması için düzenleme kuralları geliştirilmiştir. Örneğin ABD’de dev şirketlerin, ekonomik güçlerini rakip şirketler ve tüketiciler aleyhine kullanmaları, anti-tröst yasalarca engellenir.  Büyük sermaye gözetilir; ancak sermaye grupları arasındaki ilişkiler kurallara bağlanır.  Sistem, böylece istikrar kazanır.

“Bir düşünce sistemi ve kuramsal olarak sosyalizm, gelirlerarası aşırı eşitsizliklere ve sömürüye karşı bir çözümdür. … Ancak, gerçek hayatta, uygulamada bu ilkelerin hayata geçirilme dereceleri ve siyasi bedelleri tartışmalıdır.”

Türkiye’nin ekonomik durumu günümüzün hükümetinden dolayı mıdır? Günümüz Türkiye ekonomisi geçmiş hükümetlerden dolayı mı kaynaklanmıştır? 2008 ekonomik krizinden 10 sene geçmesine rağmen yeni bir eko

İkinci Dünya Savaşı’nın 1945’teki bitimini izleyen otuz beş yıl boyunca, dünya ekonomisinin Türkiye gibi Batı’ya göre gecikerek sanayileşen ülkeleri, dış dünyaya karşı kendilerini koruyabilecek güvencelere sahip oldu. Örneğin, genç sanayi tesislerini, gelişmiş ülkelerin yıkıcı rekabetinden koruyan yöntemler uygulandı. Yüksek gümrük tarifeleri vardı; gerekirse ithalat miktar, değer olarak kısıtlanabiliyordu… Bu sayede 1963 sonrasında Türkiye, 1930 sonrasındaki deneyimlerini andıran dört beşer yıllık plan içinde sanayileşme ivmesini hızlandırabildi.

1980’den sonra Batı kapitalizminden kaynaklanan neo-liberal politikalar, Türkiye’de ve benzer ülkelerde korumacı-müdahaleci politikaların adım adım kaldırılmasına yol açtı. Kaynak tahsisine, yatırımlara (yani geleceğin üretim yapısının belirlenmesine) planlama yerine piyasa mekanizması egemen oldu. Bu dönüşüm, tüm dünyayı etkiledi; ancak, Türkiye 1980’deki askeri darbe sonrasında neoliberalizmi en çabuk benimseyenlerden biri oldu. İlk adım 1980 sonrasında dış ticarette korumanın yerine serbest ticaretin geçmesi oldu. İkinci adım, 1990 sonrasında dışarıdan içeriye, Türkiye’den dışarıya sermaye akımlarının serbestleşmesi oldu. Özellikle bu ikinci adım nedeniyle, büyük Batı ekonomilerinden kaynaklanan sermaye hareketlerindeki dalgalanmalar, Türkiye gibi “gelişmekte olan ekonomileri” zaman zaman krizlere sürükledi. 1994, 2001, 2008 ve (bugünkü) 2018 krizleri, Türkiye’den büyük boyutlu sermaye çıkışları nedeniyle gerçekleşti. Her krizde ekonomiler (milli gelir düzeyleri) küçüldü; bazılarında bankalar iflas etti.

Bugünkü hükümet, 2002 sonrasında neo-liberal politikaların tümünü eksiksiz benimsediği için krizin de sorumlusudur. AKP döneminde de dış dünyadan bol sermaye geldiğinde (örneğin 2003-2007’de ve 2010-2015’te) ekonomi canlanır, sert çıkış olunca, 2008-2009’da olduğu gibi bunalım patlak verir. Türkiye, 2018’de de, benzer bir krize girdi. Ekim 2018 ile başlayan en az dokuz ay boyunca milli gelirin gerilemesi, üretimin düşmesi, işsizliğin artması ile karşılaşacağız. Bu süreci yansıtan istatistiklerin bir bölümü yayımlanmaya başladı.

Devletin denetim araçlarının bir bölümünü koruyan; sermaye hareketlerini denetleyen Hindistan ve Çin gibi ülkeler bu dalgalanmalardan etkilenmedi. Türkiye de 1945-1975 dönemi boyunca bu tür krizlerle karşılaşmamıştı.

Sosyalizm çözüm müdür?

Bir düşünce sistemi ve kuramsal olarak sosyalizm, gelirler-arası aşırı eşitsizliklere ve sömürüye karşı bir çözümdür. Sosyalizmin bölüşüm ilkelerine göre eşitsizlikler, sadece emek gelirleri arasındaki nicelik ve nitelik farkları ile sınırlı kalır; servet ve sermayeden kaynaklanan gelir türleri tarihe karışır. Ancak, gerçek hayatta, uygulamada bu ilkelerin hayata geçirilme dereceleri ve siyasi bedelleri tartışmalıdır.

Siyasi gelişmelerden bağımsız olarak ekonomiyi birinci derecede etkileyecek bir şey ne olabilir?

Bugünün koşullarında ve yakın gelecekte ekonomi, yukarıda değindiğim neoliberal kurallara bağlı kalma baskısı altındadır. Bu nedenle, uluslararası finans sermayesinin talepleri doğrultusunda hareket etmesi beklenir. Bu da, Merkez Bankası’nın yüksek faiz, kamu maliyesinin ise kemer sıkma politikaları izleme talebidir. Bu kuralların IMF kredisine bağlı bir program içinde uygulanması yeğlenir. Aksi halde “dışarıdan” (yani Fitch vs. gibi kredi derecelendirme kurumlarınca) izlenecektir. Bu, bir süre küçülme getirir; istikrar sağlandıktan sonra sermaye girişleri ve ekonomi canlanır. Finans çevrelerinin istediği bu tür bir “kemer sıkma” disiplini reddedilirse iki seçenek kalır: Körfez sermayesi gibi bir dış güçten (karşılığında belli “şeyler” verilerek) büyük boyutlu bir kaynak aktarımı… Veya dış borçların bir bölümünün ödenmemesi; yani finans sermayesine karşı meydan okumak… Bu ikinci seçenek, ekonomi fazlasıyla dışa bağımlı olduğu için güçtür. Önemli uyum sıkıntıları, manevralar ve farklı bir kemer sıkma süreci gerekir.

İşler kendi haline bırakılırsa, ekonomi belli bir “dip noktası”na sözünü ettiğim seçeneklerden daha uzun sürecek bir küçülme/kriz ve yoksullaşma sonrasında ulaşır. Yoksullaşma istikrar getirir. Örneğin ekonomi dış açık veremez; enflasyon “kendiliğinden” son bulur. Sonrasında  işler eskisi gibi devam edebilir.

“Dışarıdan kuşatılmışlık ve emperyalizmin saldırganlığı, tam aksine devletin güçlenmesi, hatta abartılı baskı rejimlerine dönüşmesi ile sonuçlanıyordu.”

Önümüzdeki seçimler döviz kurunu nasıl etkileyecek?

Tamamen uluslararası finans çevrelerinin değerlendirilmelerine bağlıdır.

1973 petrol krizinde fiyat artışına giden OPEC ülkeleri bu durumdan nasıl etkilenmiştir?

Büyük bölümü, fiyat artışını vatandaşlarına rant olarak dağıtan; yüksek düzeylerde tüketici olan; ancak, petrol rantına dayanmayan yapısal değişmeye, üretim yelpazesini çeşitlenmeye geçemeyen toplumlara dönüştü.

Önümüzdeki 20 yılda sizce hangi sektörde iş olanakları artacaktır?

Mühendislik, tıp ve finans alanlarının dinamizm ve yenileşme vadeden iç uzmanlaşma dallarını yakından izlemek gerekiyor.

Türkiye ekonomisinin güçlenmesi için hangi ülkelerin ekonomi politikaları örnek alınmalıdır?

Yukarıda değindiğim neoliberal dönüşümlere tam teslim olan Latin Amerika ülkeleri değil, bu dönüşüme, ulusal öncelikleri izleyerek ve ihtiyatla uyum sağlayan Asya ülkeleri (özellikle Güney Kore, Çin ve Hindistan) örnek alınmalıdır. Türkiye, bugüne  kadar ilk gruba benzemiştir.

“Sosyalizmin bölüşüm ilkelerine göre eşitsizlikler, sadece emek gelirleri arasındaki nicelik ve nitelik farkları ile sınırlı kalır; servet ve sermayeden kaynaklanan gelir türleri tarihe karışır.”

Almanya iki savaş kaybetmesine rağmen nasıl günümüzdeki konumuna ulaşmıştır?

Nitelikli insan gücünü koruması, insan gücü kayıplarını hızla telafi etmesi; Batı Almanya’nın ABD sermayesi ve yardımı ile desteklenmesi; Doğu Almanya’da ise etkili bir planlamanın uygulanması belirleyici olmuştur. Savaşta tahrip edilen sanayi sektörünün teknolojik modernleşme ile yeniden inşası da önem taşıdı.

Türkiye’nin geçirdiği iki başarılı askeri darbe, ülke ekonomisini olumlu mu, olumsuz mu etkilemiştir?

1960 darbesi, Türkiye demokrasisini sağlıklı bir çerçeveye oturtan 1961 Anayasası’nı getirmiş; yirmi yıl boyunca özgürlüklerin gelişmesini, siyaset, ideoloji ve düşün alanlarında çoksesliliğin yerleşmesini mümkün kılmıştır. 1980 darbesi ise, bu dönüşümleri tamamen tersine çevirmek amacıyla yapıldı; 1982 Anayasası ve sonraki uygulamalar bu kısıtlamacı hedefi gözetti. Tamamen başarılı olmasa bile, önceki yirmi yıllık dinamik, canlı demokratikleşme eğilimlerini frenlediği, kısmen durdurduğu söylenebilir.

Zimbabwe ve Türkiye’nin eğitim sistemi arasında benzerlikler ve farklılıklar nelerdir?

Öğrencilerim arasında büyük benzerlikler vardı. Zimbabwe’ye sömürgeci dönemden miras kalan İngiliz eğitim sistemi damgasını vurmuştu. Türkiye’de ise (sonradan ODTÜ, Bilkent vb. örnekleriyle katılan Anglo-Sakson etkilerini saymazsak) Fransa/Alman örneklerini izleyen Avrupa eğitim sistemi belirleyiciydi.

Sosyalizm ve kapitalizm dışında yeni bir sistem ortaya çıkabilir mi?

Kapitalizmin uzun dönemde varlığını sürdürme melekelerini yitirdiğini düşünüyorum. Ya, içten çürüyerek; Orta-Doğu’da olduğu gibi kimi coğrafyalara yıkım getirerek; doğayı tahrip ederek; yani bir “sistem” olarak işlerliğini yitirerek dağılacaktır. (Bazı bilim-kurgu filmlerinde bu tür senaryolar yer alıyor.) Veya geçmiş sosyalizm deneyimleri, lekelerinden, bozukluklarından arındırılarak yeniden keşfedilecek ve inşa edilecek. Teknolojide, özellikle bilişimde gerçekleşen hızlı ilerlemelerin, ikinci olasılığı güçlendirdiği söylenebilir.

2. Dünya Savaşı dönemi ekonomi politikaları sizi ve ailenizi nasıl etkilemiştir?

Düzenli maaş alan, zorunlu ihtiyaç maddeleri vesikaya bağlı, iki çocuklu bir öğretmen ailesi olarak aç kalmadık; kışın ısındık. Ankara Hamamönü’nde kirada oturuyorduk; babam iki kere yedek subay olarak askere gitti. Ben sokakta büyüdüm. Her öğrenci, en yakınındaki okula giderdi. Sınıf farkları elbette vardı; ama çocuklar olarak hiç algılamadık.

Sosyalizmin teorik olarak işe yaraması ama fiilen işe yaramamasının nedenleri nelerdir?

Sosyalizm kuramcılarının beklentilerinin aksine sosyalizm olgun kapitalist ülkelerde gerçekleşmedi. Sosyalistler, kapitalizmin azgeliştiği coğrafyalarda iktidara geçtiler. İlk günlerinden itibaren zengin, güçlü kapitalist devletlerin kuşatması; iç-savaş kışkırtmaları; işgalleri, sosyalizmin kuramsal ilkelerinin uygulanmasını imkânsız kıldı. Ekonomik olarak geride kalmış, yoksul bir ülkeyi yönetenler hem sosyalizmi kurmak hem de Batı kapitalizmine “yetişebilmek”, savaş tehditlerine karşı ayakta durabilmek için hızla sanayileşmek zorunluluğu ile karşılaştılar.

Örneğin, sosyalizmin kuramsal ilkelerinden biri sınırsız demokrasi (özyönetim) hedefler. Üretim araçları üzerinde kapitalist mülkiyetin son bulmasından; kapitalist sınıfların da tarihe karışmasından sonra, bir baskı aracı olan devletin de kendiliğinden yok olacağı öngörülüyordu. Dışarıdan kuşatılmışlık ve emperyalizmin saldırganlığı, tam aksine devletin güçlenmesi, hatta abartılı baskı rejimlerine dönüşmesi ile sonuçlanıyordu. 

Bu ikilemleri, sistemin özünden temel ilkelerinden değil, tarihsel zorunluluklardan kaynaklanan bozulmalar olarak yorumlayanlara, ben de katılıyorum.

“Sosyalistler, kapitalizmin az geliştiği coğrafyalarda iktidara geçtiler. İlk günlerinden itibaren zengin, güçlü kapitalist devletlerin kuşatması; içsavaş kışkırtmaları; işgalleri, sosyalizmin kuramsal ilkelerinin uygulanmasını imkânsız kıldı.”

Yazar Deniz Zeka & Meltem Sezen Kılıç

POPÜLER İÇERİK