Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Marquis De Sade “Quills” Sohbeti / Tatbikat Sahne

Soğuk ve ıslak bir kış akşamında, Ankara'nın alacakaranlık sahnesi Tatbikat Sahne'ye, Marquis De Sade “Quills” oyunu ekibiyle sohbet için gittik. Bize demli çay, mozaik, hoş sohbet, tevazu, sağduyu ve öngörü ikram ettiler. Fahri ve ben bize ikram edilenlerden bir kısmını Solfasol okurları ile paylaşıyoruz. Tatbikat Sahne'nin bizden çok daha yakın takipçisi olan Vedat ise biriktirdiklerini ceplerine sakladı, merak edenler ceplerini karıştırabilir. Doug Wright tarafından kaleme alınan “Quills” (Tüy Kalemler) oyununu Buğra Koçtepe dilimize çevirmiş. Oyun, sadizmin kaynağı olan Fransız yazar ve filozof Marquis De Sade'ın, devrim sonrasında, Cheranton Akıl Hastanesi'nde geçirdiği yıllara odaklanarak kilisenin ve aristokrasinin yarattığı ahlak kalıplarını tartışıyor.

Marquis De Sade “Quills” Sohbeti / Tatbikat Sahne

İlham Yazar

ÖCC: Daha önce Solfasol'de yaptığımız söyleşide “Metinde anlatım biçimiyle ilgili bir damara rastlamam gerekiyor.” demiştiniz. Doug Wright'ın “Tüy Kalemler”inin cevheri nedir sizce?

İlham Yazar: Bu metin çok önemli bir meseleyi tartışıyor bence. Çok kabaca hikayeyi anlatmak gerekirse, Sade bir tarafta Rahip diğer tarafta, biri Tanrı'ya inanmıyor diğeri de Tanrı'nın adamı. Bir şekilde orta yolu bulup birbirlerine - daha çok rahip - tolerans gösterirken, Napolyon “Bu adamın yazdıklarına engel olalım.” diyerek otoriter bir müdahalede bulunuyor. O noktadan sonra iş sarpa sarıyor. Otorite devreye girene kadar Marki yazmaya devam ediyor ve Rahip de onu - yazdıklarını çok okumamakla beraber - olduğu gibi kabul ediyor. Ta ki biri çıkıp “Hayır, yazmayacak!” diyene kadar. Marki geri adım atmıyor ve parça parça edilmesine kadar varan bir süreç yaşanıyor.

ÖCC: Metnin kışkırtıcı potansiyeli çok yüksek. Ama siz kışkırtıcı değil yalın bir anlatım dili tercih etmişsiniz. Oyun süresince “dozu ayarlanmış” bir gerilim ve kurumu, çalımı olmayan bir oyun yönetimi ile karşı karşıyayız. Amiyane tabirle neden köpürtmediniz bu oyunu?

İlham Yazar: Bu bir oto sansür değil, hislerimle ilgili bir şey... Bir meseleyi anlatırken, bu Marquis De Sade olsa bile, bir şeylerin altını koyu ve kalın çiziyor olmak hem tarafsız duruşumu zedeleyecek gibi geliyor bana, hem de kaş yapayım derken göz çıkartmak istemiyorum. Birileri çıkıp “Marki böyle biri değil.” diyebilir tabii. Durukan Ordu'nun yorumu da çok önemli elbette burada. Durukan ile birlikte ortaya çıkardığımız Sade,

fikirlerini çok aşırı bir tarafa gitmeden de etkili bir biçimde söyleyebiliyor. Şiddet ve cinsellik içeren sahneleri aşırı kanırtmamız seyircinin oyun süresince yaşayacağı zihinsel süreci baltalardı, diye düşünüyorum.

Buğra Koçtepe

ÖCC: Oyunun çevirisini siz yaptınız. Biraz çeviri sürecinden bahsedebilir misiniz?

Buğra Koçtepe: Aslında kelime haznesi anlamında beni zorlayan bir metin oldu. Doug Wright bazen karakterleri bilinçli olarak oldukça uzun konuşturuyor. 1807'deki idareci burjuva kesimin konuşma biçimini bize yansıtmaya çalışıyor. Ben çevirirken yazarın matematiğini çözmeye çalıştım. Sahnede söylenen her repliği tek başıma oynadım. Hem yazar, hem oyuncu, hem de izleyici perspektifinden baktım oyuna. Anlamın seyirciye geçmesi benim için çok önemliydi ve sezgilerime de güvenerek ince ince çalıştım.

ÖCC: Derli toplu, ilkeli bir adamdan oyunun sonunda bir günah keçisine dönüşen rahip, metindeki tüm hesaplaşmaların yükünü omuzlarında taşıyan karakter. Rahibin yaşadığı dönüşümü seyirci de iliklerine kadar hissettiği için bu karakterin seyirciyle bir yol arkadaşlığı da var.

Buğra Koçtepe: Rahip çağının ötesinde, aydınlanmacı bir din adamı ve onun Voltaire okuması küçük ama önemli bir gösterge benim için. Hastanede uyguladığı tedavi yöntemlerine baktığımızda sanatı bir yöntem olarak kullandığını görüyoruz. Onun düşünceleri çok saf, her aydınlanmacı gibi insanın özünde “iyi” olduğuna inanan biri. Bizim Cumhuriyet'in kurucu kuşağının ilk öğretmenleri gibi. İlk bilim adamlarımız gibi. Halka, topluma ve insana inancı olan, kendi dışındakileri kendinden daha çok seven biri bence rahip... Bu oyunda ahlaksız olarak tanımlanan bir adam var, bir de onun karşısında ahlakçılığı kendine kimlik edinmiş bir doktor var ki iktidarın bir yansıması olarak geliyor hastaneye. Rahip ahlaksız diye yaftalanan bir insanın aslında ilkeleri olan biri olduğunu; öte yandan ahlaklı geçinenlerin ise çıkarları için o ahlak kavramı ile nasıl oynadıklarını gördüğü noktada sarsılıyor.

ÖCC: Sahnede peruğu, tüy kalemleri ve kırmızı pabuçlarıyla bir aristokrat karikatürüne dönüşme riski taşıyan bir karakter Sade. Uykusuz dergisi çizerlerinden Umut Sarıkaya'nın da Marki Dö Sad diye bir köşesi varmış nitekim. Ancak bu riske rağmen sizin yorumladığınız Sade, seyirciyi yakalayan kıvrak ve sahici bir karakter. Aktör olarak karaktere müdahaleniz üzerine konuşalım mı biraz?

Durukan Ordu: Hiç böyle bir riski düşünmedim. Karikatüre kayacağına dair bir korkumuz hiçbir zaman olmadı çünkü biz onun gerçek olduğuna inandık.

ÖCC: Sade'ın kadınlara bakış açısı oldukça problemli.

Durukan Ordu: Aslında Sade yalnızca kadınlara bakmıyor, erkeklere de bakıyor. Bizim baktığımız ahlak ile onunki aynı ahlak değil. Bu yüzden bize aykırı geliyor.

ÖCC: Bugün şiddet ve cinselliğe ilişkin çok daha aykırı şeylerle, bazen gündüz kuşağındaki bir televizyon şovunda bile karşılaşabiliyoruz.

Durukan Ordu: Tarihteki Sade'ı bilemem ama oyundaki Sade'dan konuşursak eğer, Sade bir kuralı koyarken niye koyduğumuzu niçin koyduğumuzu sorgulayıp, ona göre toplum olarak bir şeylere biçim vermemiz gerektiği konusunda bizi yüreklendirmeye çalışıyor gibi geliyor bana.

İlham Yazar: Hücre sahnesinde Madeleine annesine bir süre gazetelerden haberler okuduğunu ve bu haberlerin annesine çok vahşi geldiğini söylüyor. Vahşi, sadist, ahlaksız, sapık denilen Sade tamam da, bugün televizyonda gördüğünüz, üçüncü sayfalarda okuduğunuz hikâyeleri o yazmıyor.

Durukan Ordu: Adamın hikâyeleri çok daha cezbedici. Madeleine'in annesinin toplumun ahlaksızlığına karşın kendi ahlaksızlığını tercih etmesinden de memnun olmuyor. O, anne kızın kendisine ihtiyaç duymasından üzüntü duyuyor hatta.

ÖCC: Burcu Özberk, Madeleine'in Marki'ye teslim olmaması ancak yazdıklarına teslim olması hakkında konuşalım mı biraz?

Burcu Özberk: Çünkü Madeleine çok masum. Yaşı küçük, bütün hayatı deliler hapishanesinde geçiyor, annesi kör, alt sınıftan birisi. O ortamda tutunduğu ve onu mutlu eden tek şey Sade'ın yazdıkları. Pornografiden keyif almaktan çok onu oyun gibi görüyor. Küçükken biz de bebeklerimizi öpüştürüyorduk. Madeleine bir erkek bedeni bile görmemiş bir kız çocuğu. Sade'ın cümlelerini entelektüel olarak algılamasa bile onda merak uyandırıyor bu cümleler. Sade'a hayranlık duyuyor ve asla onu bir deli olarak görmüyor.

ÖCC: Marki'nin eşi Renee Pelagie De Mentruil tüm derdi kocasıylaymış gibi görünse de, devrik birdöşemelik gibi sahneye çıkıp, sıradan bir çay partisini bir arzu nesnesine dönüştürerek belki de asıl hesaplaşmasını sistemle yapıyor. Öyle mi?

Zeynep Ekin Öner: Sistem; insanların kendilerini var edemeden yok etmeleri üzerine kurulu bir sistem. Sistemin aslında bir hümanist olarak algılanan Rahip karakterini canavarlaştırma süreci çok önemli ve bu süreç oyundaki başat karakter aslında. Otoritenin, iktidarın ve sistemin insanlar üzerinde yarattığı etkinin insanları maddeleştirerek nasıl imha ettiği üzerine kurulu oyun. Markiz tamamıyla kendini imha etmiş; kadınlığına ve insanlığına dair hiçbir var oluş sebebi ortaya koyamayan bir karakter. Sistemin dayattığı sıradan bir çay partisinin “varoluş” olduğunu zannediyor. O yaşadığını zanneden ama aslında yaşamayan bir sistem sürdürücü. Markiz sistemin sistem sürdürücü insanlar üzerinde yarattığı tahribatı bile kaldıramayacak kadar yaşamıyor aslında. O sistemde hep uyuyan ama uyanamayan algı üzerine kurulu, kendini yok etmiş bir karakter.

ÖCC: Oyunun kötü adamı Doktor bir erkeğin kadına esareti ile eşzamanlı olarak yönelttiği zalimliğin bir temsili. Yaşadığımız coğrafyanın tipik erkek karakteri aslında. Kadının bu dayatmalara rağmen varoluşu üzerine biraz konuşabiliriz belki.

Buse Kara: Doktor karısını eve hapsediyor, kadının odasında parmaklıklar var, çevresinde başka kimse yok. Ancak doktorun karısını esir ederken, yarattığı hapishanesini güzelleştirmek için eve getirdiği mimar her şeyi değiştiriyor. Bu kadın bu oyunda neden var? Ben Madame Royer Collard'ın kaçıp mimar ile yeni bir hayata başlarken aslında Marquis De Sade'ın yazdıklarından cesaret aldığını düşünmeyi seviyorum.

ÖCC: Erkek izleyiciler için durum nedir bilemiyorum ama biz kadın izleyiciler doktorun karısı mimar ile kol kola sahnede parladığı zaman bir oh çekip, ferahlıyoruz. Bir zafer anı o...

Buse Kara: Kadın için de öyle. Hapsedildiği kafesten özgür bir biçimde çıkarak kendisine dayatılan esaretten kurtulmuş oluyor.

Burak Küçükosman, Melih Efeçınar, Buse Kara, İlham Yazar

ÖCC: Oyunu izlerken kendimi karşı tarafta kendine ait hücresinde oturan bir deli gibi hissettim zaman zaman. Delilerin sahnedeki varlığı bir tamamlayıcı unsur değil de bir tür dayanak gibi geldi bana.

Burak Küçükosman, Melih Efeçınar, Buse Kara: Biz İlham Hoca orada olacaksınız dediği için duruyoruz orada. (Gülüşmeler)

İlham Yazar: Dediğin doğru. Bir de teknik olarak görsel anlamda oyuna bir derinlik kazandırıyor. Burada hikâyeler devam ederken onların hayatı arka tarafta devam ediyor. Deli kim? Normal kim? Marquis De Sade'ın deliler üzerindeki etkisi nedir? Bunlar da tartışılabilir... Delileri hiç unutturmamak gerekiyor izleyiciye. O nedenle sahneye giren herkes onlara bir noktada temas ediyor.

ÖCC: Oyunda tekinsiz bir atmosfer de sağlıyor hep orada olmaları.

Mustafa Bal

ÖCC: Sahne tasarımında basamaklar üzerinde bir arada yerleştirilmiş dekorlar var. Oyun sırasında sahneler hiçbir tutukluk olmadan adeta akarak birbiri ardına diziliyorlar. Oyunun ışık tasarımı ile ilgili konuşalım biraz sizinle.

Mustafa Bal: Amaç sadece aydınlatmak değil. Zaman, dekor ve psikolojik atmosfer gibi unsurlar bir arada düşünülerek bir ışık tasarımı yapılıyor. Işık, kostüm gibi dekor gibi oyunun bir parçası... Oyun tasarımı bir bütün ve ben de operatör olarak metne hâkim olmalıyım ki oyuncularla birlikte ilerleyebilelim. Her oyunda operatör olarak her an oyunun içindeyim. Bu koordinasyon o akışı sağlıyor.

Fotoğraflar Fahri Aksırt
Söyleşi Özgür Ceren Can & Vedat Gün

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış