Bizlere tarih öğretilirken yıllar boyu çok temel şeyler tek bir uygarlık sayesinde oldu, genelde de Roma, Roma, her şeyin başı Roma, denildi. Ama Avrupalı olmayan çoğu millet, Roma’nın medeniyeti getiren ırk olarak baskınlığını kabul etmez, bu sefer de tamamen diğer uca kayar; misal, Kavimler Göçü’yle tüm Avrupa'ya yayılan Türkler. Sonuç olarak “aslında tüm Avrupa Türk’tür” gibi tamamen milliyetçilik fışkıran, içi boş bir tarih yazımına dönüştürülür. Tarih boyunca temel bir konu olan, “hamam, temizlik, kanalizasyon sistemi” de bu efsanelerden nasibini çokça almıştır. Kısacası tek bir uygarlığı, insanı, keşfi vs. pohpohlayan tarih hiç bana göre değildi.
Yıllar sonra okuduğum üniversitede sanat tarihi gözlerimi açtı. Birçok konuda olduğu gibi İslam toplumlarında ve hatta Mezopotamya uygarlıklarında, ilk Anadolu uygarlıklarında bile elbette “hamam” vardı. Yazımda hamamların mimari özelliklerinden daha çok, hamam duvar süslemeleri ve daha sonra da oryantalist hamam tabloları ve günümüzde yapılan hamamı konu alan plastik sanatlara değinmek istiyorum. Bu konuda araştırma yapmış ve yazmış pek çok kişinin çalışmalarını okudum inceledim. Bu yazıda biraz onların çalışmalarından derlediklerimi,
biraz da benim yorumlarımı bulacaksınız. Ay, çok heyecanlı ilk Solfasol yazım!
İlk İslam Toplumlarından Emevîler
Evet ilk olarak ta 632 yılına gidiyoruz, Hz. Muhammed vefat ediyor. İslamiyet yayılmaya başlıyor, bu aklımızda bir dursun, çünkü dallanıp budaklanıp günümüze kadar gelen çok yanlış bir inancın ve/veya bilginin üzerinde durmak istiyorum. İslam Ansiklopedisi’nde buna örnek olabilecek bir bina tasviri var: “Amman bölgesinde ve Amman’ın 100 km. doğusunda Ezrak vahasının baş taraflarında, benzerleri arasında günümüze iyi durumda ulaşmış olmasıyla dikkat çeker.
İskân bölgelerinin uzağında kalmasından dolayı unutulan bina 1898 yılında Alois Musil tarafından bulunmuş ve 1901 yılında ressam A. L. Mielich’in katkılarıyla albüm halinde neşredilmiştir.” Bu resimlerde bir saray ve hamamı bulunmaktadır. Hamamın yapımı yarım kalmıştır. Bu saray; Kusayr-ı Amra'dır. İslam Ansiklopedisi'ndeki anlatı şöyle devam ediyor:
"Kusayru Amre’nin tarihlenmesi problemlidir ve bânisi hakkında kesin bir şey söylemek güçtür. Binanın keşfi sırasında tespit edilen, fakat sonraları zamanın etkisiyle kaybolan bazı duvar resimlerindeki yazılar bâninin emîr unvanını taşıdığını göstermektedir. Bu durumdan, binayı yaptıran kişinin halife olmadığını veya o günlerde henüz tahta çıkmamış bulunan bir hanedan mensubu olduğu anlaşılmakta ve bu kişinin kimliği için I. Velîd (705-715) veya II. Velîd (743- 744) üzerinde durulmaktadır. Kusayru Amre’nin duvar resimleri Emevî devrinin en iyi korunmuş örnekleridir. Çok kuvvetli Helenistik gelenek ve Bizans etkisi gösteren fresk tekniğindeki bu resimlerin Bizanslı ustaların yardımıyla yapılmış olması muhtemeldir. Emevîlere has biçimde insan figürlerinin bol miktarda kullanıldığı resimler arasında av sahneleri, avcılar, müzisyen ve rakkaselerin yanında çok cüretkâr bir şekilde ele alınmış eğlence sahnelerinin de bulunması dikkat çekicidir. Bunların dışında hayvan mücadeleleri, güreşçiler, taş ocaklarından taşın çıkartılıp develerle taşınması, iki işçinin bu taşları yontması ve demirci, marangoz, duvarcı vb. zanaat erbabının bir bina yapması gibi sahneler de bulunmaktadır. "
Sanatın Yolculuğu adlı sitede ise aynı saray şöyle anlatılmış: "Sarayın içindeki süslemeler fresko tekniğindedir. Geçirdiği yangın ve tahribatlardan dolayı günümüze fazla ulaşmamıştır. En önemli olanı, büyük salonun batı duvarındaki hükümdar tasvirleridir. Yanlarında, isimleri Arapça ve Yunanca yazılmışlardır. Salonun büyük kemerlerinde de süslemeler bulunmaktadır. Girişin solundaki kemer karnında, müzik aleti çalan bir sanatçı ve ona eşlik eden bir rakkase bulunmaktadır. Doğu duvarda ise bir av sahnesi tasvir edilmiştir. Doğudaki nefin tonozunun iç kısımlarında çerçeveler halinde çeşitli meslek erbaplarının tasvirlerine yer verilmiştir. Hamamın soğukluk ve ılıklığında ise hamam ve doğum sahnesi işlenmiştir. Sıcaklık bölümünün kubbesinde ise yıldız haritası bulunmaktadır. Yine yer yer Yunan Mitolojisine ait resimler özel bir tarzda uygulanmıştır."
5harfliler.com’da ele alınan bir yazıda Emevi saraylarını sonraki dönemlere geçebilen özel eserler olarak ele almış:
"Resmin ve temsilin sınırlarının epeyce zorlandığı bu örneklerde aynı zamanda İslami kültürün kadına çizdiği giyim kodlarının da dışına çıkıldığını görüyoruz. Bu istisna özellikle Emevilerin taşra saraylarına has bir durum. Camiler ve bugün ayakta olmayan diğer pek çok Emevi yapısında genel İslami kural ve kısıtlamalar geçerli olsa da halife saraylarında aynı durum söz konusu değildi. Kadınların cinselliklerinin vurgulandığı heykeller ve freskolar da bunun en şaşırtıcı örnekleri. Araştırmacılar bu “erotizmin” erken yüzyıllardaki diğer İslam dönemi hamamlarında da bulunduğunu belirtiyor. Antik çağ kültürünün bir uzantısı olan bu dekorasyon anlayışı sonraki dönemlerde resme yönelik hoşnutsuz tutumun artmasıyla terk edilmiş ve bu talandan sadece gözlerden uzak Emevi sarayları kurtulabilmiş."
Evet, üstünde durmak istediğim konu ise İslamiyet’in ünlü yasağı. Bize öğretildiği gibi peygamber 632 yılında ölüyor, halifelik statüsü 4 Halife Dönemi’nden sonra Emevilere geçiyor. İslamiyet’te “suret çizimi ve heykel sanatı yasaktır!” diye bilinen, yaygınlaştırılan binlerce yıldır günümüze gelen bizi de etkileyen yasak, aslında Abbasi döneminde, putperestlikten korkularak ortaya konmuştur.
Suret Çizmek Yasak Ama Hamam Duvarları Müslüman Memleketlerde Hâlâ Süsleniyor
Yine İslam Ansiklopedisinin bilgilerine başvuralım: "Şam’da XVIII-XIX. yüzyıllarda inşa edilen hamamlar planları bakımından Osmanlı geleneğine bağlı görünüyordu. Ancak bunlardan Fethiye Hamamı, zengin biçimde mermerlerle bezenmiş döşemesi ve yerli üslûba uygun dış mimarisiyle farklı bir özellik gösterir. Burada cephede üç bölümlü kemerlerin varlığı da klasik Osmanlı sanatına ters düşmektedir. Girişteki kitâbesinde 1158’de (1745) yapıldığı belirtilen hamamda Avrupa üslûbunda alçı süslemeler vardır. Şam hamamları arasında hiçbir çifte hamam bulunmayışı dikkate değer bir özelliktir. Osmanlı hâkimiyetinin başlamasının ardından yapıldığı tahmin edilen Melike Hamamı’nda ilk defa bir göbek taşının varlığı ile karşılaşılır. Hamamın istisnasız belli başlı bütün mekânlarının mermer döşemeleri renkli motiflerle bezenmiştir. Eski Endülüs (İspanya) topraklarındaki Müslüman yerleşim yerlerinde çok sayıda hamam bulunduğu rastlanan kalıntılardan anlaşılmaktadır. Ronda ve Tortosa’da da hamamların varlığı tespit edilmiştir. Bu hamamlar İslâm sanatının Mağrib ekolünün ürünleri olup XI-XII. yüzyıllara ait kabul edilir. Endülüs’te hamam mimarisi, Barselona ve Girone’de XII-XIII. yüzyıllarda İslâm dışı olarak devam etmiştir. Mağrib bölgesi özellikleri taşıyan bu hamamlar, Anadolu’da çok yaygın olan Selçuklu ve sonraları Rumeli’de de yüzlerce örneği yapılan Osmanlı hamamlarından bütünüyle farklıdır. Mağrib hamam planı daha ihtişamlı biçimde Elhamra Sarayı’ndaki özel hamamda tekrarlanmıştır. Yapımına 1232’den sonra başlanan, I. Yûsuf döneminde (1333-1354) yapıldığı sanılan hamamın bir kitâbesinde onun adı okunmakla beraber binada XVI. yüzyıla kadar yapılan birçok değişiklik izler bırakmıştır. İlk bölüme nispetle daha basık olan son kısımlar, üstlerini örten tonozlardaki boru biçiminde deliklerden ışık alıyordu. Mağrib hamamlarının ısıtma sisteminin eski Roma mimarisine uygunluğu dışında ne planları ne de genel mimarileri ve ölçüleri İlkçağ yapı sanatına uymadığı gibi Türk hamam mimarisinin değişiklikler arayan hareketli, düzenli sistemine de aykırıdır."
Yüzyıl Öncesinde İlk Türklerle Orta Asya’ya Azıcık Yıkanmaya Gidiyoruz!
Çelik ve Aydemir (2018) Türk Hamam Mimarisinin Yapısal ve Mekânsal Özellikleri başlıklı çalışmalarında Orta Asya’da kullanılan Türk hamamlarıyla ilgili elimizde yeterli teknik bilgi olmadığını söylüyor ve şöyle açıklıyorlar:
"Özellikle Orta Asya hakkında bilgi verebilecek hamam yapılarının mevcut olmaması ve bu coğrafyada yapılan arkeolojik kazıların eksikliği bu alandaki çalışmaları sınırlandırmaktadır.
Çin kaynaklarında Türklerin temizliğe verdiği önemi görmek mümkündür. Orta Asya Türklerinin hamam ve temizlik kültürlerine ait bir diğer bilgi Priskos tarafından verilmektedir. Grek seyyahı olan Priskos, (410-420) Roma elçiliği yaptığı dönemde Avrupa Hunları (Hunların Avrupa’da kurduğu imparatorluk) ve Hun İmparatoru Attila hakkında pek çok bilgiye ulaşmıştır. Priskos, Attila’nın adamlarından olan Onegesius tarafından yaptırılan hamamdan yazılarında bahsetmektedir. Hun ordusu komutanı Onegesius tarafından yaptırılan bu hamamın taşları Pannonia’dan (Roma İmparatorluğu döneminde bugünkü Macaristan, Avusturya, Yugoslavya, Hırvatistan ve Slovenya’nın bir bölümünü içine alan eyalet) getirtilmiştir. Hamamın mimarı hakkındaki tek bilgi ise Attila’nın 441 yılında Sirmium’u fethi sırasında esir düştüğüdür. Priskos yazılarında, hamamın mimari yapısı hakkında fazla bilgi vermemiş, yapı malzemesi, kime ait olduğu ve mimarı hakkında kısa bilgilere yer vermiştir. Türkler, hamam kültürünü Anadolu’ya geldikten sonra öğrenmişlerdir. Ancak Yegül’e göre Orta Asya dönemi ile ilgili sınırlı kaynaklar bize Türklerin hamam kültürüne Anadolu’ya gelmeden önce de sahip olduklarını göstermektedir. Diğer Müslüman ülkelerinde ilkçağ mimarisinden kalan bir plan kullanılırken, Türk hamamlarında belirli bir mekân düzenlemesi hâkimdir.
Özellikle sıcaklık bölümlerinde Orta Asya’dan bu yana yapı sanatında görülen dört eyvan şeması uygulanmıştır. Selçuklular, Anadolu topraklarına yerleştikten sonra her tarafta hamamlar yapmaya başlamışlardır. Selçuklu dönemi hamamları hakkında en önemli çalışma Yılmaz Önge tarafından yapılmıştır. Önge’nin çalışmasına göre; Türkler, hamamlara oldukça önem vermişlerdir. Bunun en önemli göstergelerinden birisi, konakladıkları yerlerde çadır hamamlar kurmalarıdır. Sultan I. Alaeddin Keykubad seferlerine çıkarken yanında “hamam-ı seferi”denilen bir çadır hamamı götürmekteydi. Mahmut Taşçıoğlu’na göre bu çadır hamamların temeli Orta Asya’ya dayanmaktadır."
Mahmut Taşçıoğlu “Orta Asya’da yaylalarda ve göçerken kullanılan ‘çadır hamamlar’ daha sonra geliştirilerek savaşlarda ordunun ön saflarında yerini almıştır. Savaşlardan önce gusül abdesti alıp dua ederek şehitlik mertebesine hazırlanmak gelenektir.” demektedir.
Ah Nihayet Anadolu’nun Sıcak Sularında Bıcı Bıcı Yapabileceğiz
Türkiye’nin tanıtımı için hazırlanmış web sayfalarında da hamamlar önemli başlıktır. Gate of Turkey’de bu konu Anadolu Selçuklularından günümüze ulaşan hamamların sayısı ise oldukça az. Bir Danişment yapısı olan, Kayseri’deki Kölük Hamamı'nın 1210 yılında tamir edildiği biliniyor. Beylikler döneminde Anadolu topraklarında pek çok küçük boyutlu hamam yapıldığı aktarılmakta. Anadolu hamamları konusunda yine Çelik ve Aydemir’in anlatısına dönecek olursak (2018):
"Selçuklu dönemi hamamları mimari olarak Orta Asya Türk hamamlarını referans almıştır. Anadolu’daki hamamlarının mimari yapılarında Orta Asya’ya bağlı kalınmakla birlikte arada komşu bölgelerden de ilham alınmaktaydı. Anadolu’nun en eski hamamlarından biri olan, günümüze harabe halinde ve bazı bölümleri eksik olduğundan gerçek mimarisi açık şekilde anlaşılmayan Kayseri’deki Kölük Hamamı’nın sıcaklık olduğu düşünülen ortadaki mekânı çepeçevre yarım daire nişlere sahip iç şekliyle daha çok Suriye hamamlarına benzemektedir. Selçuklu hamamları özel ve genel hamamlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Özel hamamlar az kişinin kullanımı için yapılmış, küçük boyutlu ve genellikle saray, köşk, han, kışla ve tekke gibi yerlerde yapılmış hamamlardır."
“Orta Asya dönemi ile ilgili sınırlı kaynaklar bize Türklerin hamam kültürüne Anadolu’ya gelmeden önce de sahip olduklarını göstermektedir.”
Farklı kaynaklarda hamam süslemeleri ile ilgili çalışmalar özetleniyor: "Çinili Hamamlar Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra, çini sanatına dair teknik ve sanatsal gelişimi zirveye çıkarmışlardır. Abbasiler döneminden kalan süslemeli levhalar muazzam çini örnekleri olarak kabul edilebilir. Türk-İslâm sanatında mimari eserlerde çini süslemelerinin dikkat çektiği ve gelişim gösterdiği asıl dönem, Harizmşahlar, Karahanlılar ve Gazneliler dönemlerinden başlamaktadır. İran ve Horasan’daki 11. ve 12. Yüzyıla tekabül eden Büyük Selçuklu mimari eserlerinin çini süslemeleriyle bezendiği görülmektedir. İran’da mimari ile en uygun
şekilde bağdaşan mozaik çini sanatı, XIV. yüzyılda 14. yüzyılda hüküm sürmüş olan İlhanlılardöneminde önemli bir ilerleme kaydeden çini sanatı, İran mimarisindeki mozaik çini süslemeler ile uygunluk gösterir. O günlerden kalma çini örnekleri Horasan ve Türkistan’da bulunmaktadır. Bu örneklerde Arap çiniciliğinden esinlenme varsa da Türk süsleme geleneğinin ağır bastığı göze çarpmaktadır. Anadolu Selçuklu çiniciliği
ilk dönemler sırlı tuğlaların yanında mozaik çini uygulaması biçiminde gerçekleşmiştir."
Osmanlı Çok Temiz, Uzmanlardan Tam Not Alıyor
İslam Ansiklopedisini bir kere daha karıştıralım: "Osmanlı tarihi boyunca çok sayıda hamam inşa edilmesinin iki sebebi vardır. Bunlardan biri, hamamların iyi gelir getirmeleri sebebiyle hayır eserlerine gelir kaynağı olarak vakfedilmesidir. İkincisi, hamamların ait oldukları yapı manzumesinin merkezi olan cami cemaatine hizmet vermesidir. Fâtih, Süleymaniye, Beyazıt, Yenicamii vb. birçok büyük külliyenin kendilerine ait birer hamamları olduğu gibi Mahmud Paşa, Murad Paşa, Küçük Ayasofya gibi daha küçük manzumelerin de hamamları vardır. Ancak bu tesisler gelir getirdikleri müddetçe kullanılmış ve gelir sağlayıcı özellikleri zayıfladıkça ortadan kaldırılmıştır. Osmanlı mimarisinin en zengin alanlarından biri olan hamamlardan birçoğunun bu sebeple ortadan kalktığı bilinmektedir. Vakıf sahiplerinin gelir sağlamak amacıyla birbirine ne kadar uzak yerlerde hamamlar yaptırdıkları hususunda bir fikir vermek için, serveti kadar inşa ettirdiği hayır binalarının çokluğu ile de meşhur olan Sadrazam Rüstem Paşa’nın (ö. 1561) otuz iki hamamın kurucusu olduğuna işaret edilebilir. Rüstem Paşa’nın İstanbul’da hiçbir hamamı olmayışına karşılık Anadolu ve Rumeli’nin şehir ve kasabalarında çok sayıda hamamı vardı (Ankara, Belgrad, Beypazarı, Bolvadin, Bursa’da dört adet, Büyükkarıştıran, Erciş, Erzincan, Erzurum, Estergon, Hayrabolu, İstolni Belgrad [başka bir Rüstem Paşa’nın olabilir], Kütahya, Karaöz, Lapseki, Lefke, Lipve, Malatya, Nazilli, Niğbolu, Sapanca, Söğütcük, Tekirdağ, Bosna’da Teşne, Trablus’ta iki adet, Van)."
Hamam mimarisi ve hamam geleneği konusunda Türkiye’yi tanıtan Gate of Turkey’den aktaracak olursam:
"Özellikle Osmanlı döneminde önem kazanan hamamlar, genellikle merkezi planlı, tek ya da çifte hamam türünde yapılmaktaydı. Bağımsız olarak yapılan hamamların yanında külliyeler içerisinde inşa edilenlere de sıklıkla rastlanırdı. Uzmanlar; Anadolu'da Türk dönemi hamamlarının ilk örneklerine Güneydoğu Anadolu Bölgesinde rastlandığını ve Mardin'deki Maristan Hamamı'nın, Anadolu'daki en eski tarihi hamam olduğunu belirtiyor. Hamamlar Osmanlı döneminde kadınların özgürce gidebildikleri ender yerlerdendi. Akrabalar, komşular, aile yakınları toplanır ve kalabalık gruplar halinde hamama gidilirdi. Hamamlar bazı özel günlerde de önemli mekanlardı. Gelin hamamı yeni gelinlerin aileyle tanıştığı düğünden iki gün önce bütün aile kadınlarının bir araya geldiği bir gelenekti. Kırk hamamı veya loğusa hamamı olarak anılan hamam ise, yeni doğum yapmış annelerin doğumdan 40 gün sonra bebekleriyle birlikte gittikleri ilk yerdi. Asker hamamı ise asker annesi tarafından oğlu askere gitmeden önce tüm hanım akraba ve tanıdıkların çağırıldığı bir hamamdır ve hamama gelen herkesten asker olacak kişinin yolculuğu ve dönüşü için hayır duaları alınır. Nişan hamamı, sünnet hamamı gibi kadınların hamama gitmelerini sağlayan daha pek çok gerekçe vardır. Adak hamamları ise Anadolu’da bir gelenektir ve hala bazı bölgelerde rastlanmaktadır. Bir dileği için adak adayan ve dileği gerçekleşen kişi, 24 saatliğine bir hamam kiralar. Yakınlarını, komşularını birer mum ya da sabun göndererek bu hamama davet eder. Herkese açık olan adak hamamında, yıkanmanın sevap olduğuna inanılır.
Minyatür Sanatında Müstehcenlik: Tövbeler Olsun, O da Ne?
Dalkıran’ın minyatür konusundaki makalesinde de hamamlar önemli bir yer alıyor: "Varoluş biçimini İslam felsefesinden alan, Osmanlı minyatür sanatı, XVII. yüzyıla kadar; olayları hikâye eden, bilimsel, portre ve peyzaj gibi temelde dört konuyu ele almıştır. Bireyi hiç incelemeyen, hiçbir zaman kavramına, hiçbir mekân hissine sahip olmayan mistik bir dünya görüşünü yansıtmıştır. Zira İslam’a göre, dünya fani, ahiret bakidir, tek gerçeklik Allah, geri kalan her şey aldanmadır; kendini fani ve aldatıcı şeylere adamak İslami ilkelerle çelişmek demektir. Dolayısıyla, birey ve sorunları da önemsizdir.
Tüm bu nedenlerle, XVII. yüzyılın ilk yılları olan I. Ahmet dönemine kadar, saray nakkaşları halkla, sıradan insanlarla ve toplumun yaşamıyla ilgilenmemişlerdir. Ancak I. Ahmet dönemiyle durum değişme göstermiştir. Ev içinde aile yaşamı, sokaktaki halkın günlük yaşamı, sokak satıcıları, evler, çarşılar ve kervansarayların içi, hamamlar, özel eğlentiler, dinlenceler gibi konular ile zina, sevicilik, sarkıntılık, mahalle baskını, çapkınlık gibi toplumsal ahlakla ilgili konulara yer verilmeye başlanmıştır. Örneğin, Hamse-i Atai bu türden pek çok minyatürü içermektedir. Osmanlı resminde giderek yerleşecek olan bu yeni konu ve üslup denemelerine ait eğilimde XVII. yüzyılda Osmanlı sarayına çok sayıda giren Avrupa kökenli kitap, harita ve gravürlerinin rolü şüphesiz büyüktür. Çeşitli albümlerin içine yerleştirilmiş olan çoğu Hollanda ve Fransa kökenli gravürler; manzaralar, kır sahneleri ya da mitolojik ve dini konulu resimlerdir. Tarihleri XVII. yüzyıl başlarından XVIII. yüzyıla kadar uzanan söz konusu Avrupa gravürlerinin önemle korunarak albümlere yerleştirilmesi, bunların sarayda ilgi ile izlendiğini gösterir. Saraydaki nakkaşların ise albümlerdeki bu Avrupa resimlerini gördükleri kuşku götürmez bir gerçektir... And’a göre ise; bu değişikliğin en önemli sebeplerinden ikisi, Kalender Paşa’nın hazırladığı ve I. Ahmet Albümü diye adlandırılan, içinde günlük yaşamla ilgili çok sayıda minyatürün bulunduğu murakka (albüm) ile çarşı resmi diye anılan yeni bir resim çığırının ortaya çıkmış olmasıdır. Zira, Levni ile Buhari kadın ve genç erkek güzelliğine ilgi duymuşlar; her iki sanatçı da özellikle kadın göğüslerini gösteren minyatürler yapmışlardır. Örneğin, Buhari’nin Kurna Önünde Yıkanan Kadın isimli eserinde, figürün hem göğüslerinin hem de kadınlık organının açıkta tasvir edildiği görülür. Bunun gibi İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde bulunan Enderunlu Fazıl’ın minyatürlü Hubanname (erkek güzelliği ile ilgili) ve Zenenname (kadın güzelliği ile ilgili) yazmalarındaki kimi kadınların göğüsleri tam açıktır. Bunlardan hamamda yıkanan çıplak kadınları gösteren minyatürde, kadınlardan birinin cinsel organı gösterilmiştir ve bu gibi yıkanan çıplak kadınlarla ilgili daha pek çok örnek vardır. Bu durum için, XVII. yüzyıldaki müstehcen betimlemelerin XVIII. yüzyıldaki aynı tür betimlemelere zemin teşkil ettiği ve müstehcenliğe karşı ilginin artmasında örnek oluşturduğu söylenebilir."
İkinci yazımda İslam’ın yaygın olduğu Hindistan, İran, Irak gibi başka coğrafyalardaki hamamları ve Osmanlı’nın başka dönemlerinden, ilk Cumhuriyet Türkiye’sinden, günümüzdeki hamam ve hamam sanatıyla ilgili bir şeyler yazmak istiyorum. Sevgiler...
Kaynakça:
- https://www.researchgate.net/publication/307656820_on_ yedinci_yuzyil_osmanli_minyaturlerinde_sira_disi_bir_egilim_ mustehcenlik
- https://islamansiklopedisi.org.tr/hamam
- http://www.gateofturkey.com/section/tr/473/7/kultur-ve-sanat- gelenek-ve-gorenekler-turk-hamami#prettyPhoto
- https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/504226
- https://islamansiklopedisi.org.tr/kusayru-amre
- https://www.sanatinyolculugu.com/kuseyr-amra-sarayi-ve-hamami/ - http://www.5harfliler.com/emevi-saraylarinda-kadin-resim-ve- heykelleri/
Yorumlar (0)