Bu denemenin amacı, hamamın ayrıştırıcı-birleştirici işlevini Ankara doğumlu iki Ortodoks kadının anlatısı üzerinden kısaca ele almaktır.1
1. En azından semavî dinlerin belirgin özelliklerinden biri, gıda ve beden hijyeni konusunda gösterdikleri titizlik ve ısrardır.
Bu sayede gündelik hayatın tüm ayrıntılarına nüfuz etmek, inancı bir ilmihal “algoritma”sına dönüştürüp, yeme, içme ve temizlik pratiklerini en ince kıvrımlarına kadar düzenlemek isterler.
Örneğin İslam dini, evrenin birçok unsurunu “necis”, “habes”, “mekruh” vs. gibi ince ölçütlerle kategorize eder. En başta su, temizliği ve temizleyicilik özelliği açısından beş gruba ayrılır. Neyin nereden nasıl kirlenebileceği, nelerden
ne kadar uzak kalınmasını gerektiğini tanımlar. Temizlik, böylece, inananla dünyası arasındaki fiziksel ve toplumsal mesafeleri belirler. Daha
ileri gidilirse, temizlik, insanın kendisiyle olan ilişkisinin düzenlenmesini de öngörür. “Ruhun arındırılması”na (“katharsis”), eski Yunan'da trajedi ya da genel olarak sanat yapıtı taliptir.
Tersten düşünüldüğünde, din, ırk ya da kültür alanına ait bir “temizlik” idealinden yola çıkılarak, “yerli” ile “yabancı”, “medenî “ile “barbar”, “arî”
ile “olmayan” arasında mesafe veya ayrımlar oluşturulabilir ya da mevcut ayrımlar yeniden üretilebilir. Bu tehlikeli bir süreçtir: Hatırlatmak gerekirse, toplama kampları ve soykırıma giden süreçte hijyen anlatısı önemli bir rol oynar.2
2. Osmanlı hamamının tek işlevi temizlik değildi, hayatın kırılma noktalarıyla (doğum, gelin
seçme, evlenme, vs.) ilişkili ritüellerin icra edildiği ve kadınların buluşabildiği bir sosyalleşme mekanıydı. Ankara'da kadınların hamama gitmesi, özel donanım, kıyafet ve özenli bir hazırlık süreci gerektiren, başlı başına bir ritüeldi. Hamamlar genellikle vakıf mülkü olduğundan, hayra da vesile olurlar; evsizler ve kimsesiz çocuklar kışı külhanlarda geçirirdi.
Osmanlı hamamı, temizlik-ayrımcılık ilişkisi açısından ele alındığında, dışındaki dünyanın sosyal ve siyasî bölünmelerini yansıtan, barındıran ve yeniden üreten bir modeldir. Gördüğü işlevlerin istisnaîliği ve çeşitliliği açısından ise, gündelik hayatın alışkanlıklarını askıya alan ve “dışarıda” yaşanamayacak türden karşılaşmaları mümkün kılan bir ritüel-mekân, din, dil ve cinsiyet üzerinden ayrışmış şehirlerin göbeğinde yer alan “kozmopolit” bir kültür, bu açıdan, tabir caizse bir “heterotopya”dır. Bütün bu anlamlarda “dışarının modeli” veya “mikrokozmoz” değil, aksine bir “adacık” veya “mikro-klima”dır.
Bu denemenin amacı, hamamın ayrıştırıcı- birleştirici işlevini Ankara doğumlu iki Ortodoks kadının anlatısı üzerinden kısaca ele almaktır.
3. Temizliğe ayrıştırıcılık özelliği açısından bakıldığında, İslam'ın kuralları, karma toplumlarda her türden temas ve benzeşmeyi engellemek üzerine kuruludur: Varlığı ikincil kaynaklara dayandırılan Ömer Paktı'na göre, gayrimüslimler Müslümanlardan ayrışacak şekilde giyinmeli (“zünnar”), onlara has olan donanımları (silah, at, Arapça mühür vs.) taşımamalıdır. Titizlik gösterilen meselelerden biri de göz temasıdır: Hanbeli'nindışındaki fakihlere göre, gayrimüslim kadınlarla birlikte hamamda bulunacak Müslüman kadınların “erkeğe karşı avrat sayılan” yerlerini örtmeleri gerekir. 1. Selim zamanında çıkan fermanlar, gayrimüslimlerin kullandığı peştamalların Müslümanlara verilmemesini veya işaretlenmesini emreder. Gayrimüslimler başka bir odada üstlerini değiştirmeli, nalın kullanmamalı ve farklı alanlarda yıkanmalıdır. Dolayısıyla hamama girmelerine
izin veriliyorsa da İslam’ın ilk yıllarından gelen temas/benzeşme endişesi korunur. Ayrı yerlerde giyinme zorunluluğu, 20. yy.ın başında İstanbul hamamlarında sürmektedir.
Ayrımcılık sadece yönetimlerin öngördüğü bir uygulama değil, cemaatlerin birbirini algılama biçimidir: 14 ve 15. yüzyılda yaşamış Hıristiyan yazarlar Müslümanların hamam ritüel ve ziyaretlerini, Hristiyanların aksine yaratılıştan
pis kokmalarından kaynaklanan yıkanma mecburiyetine bağlar. Öte yandan ve aynı şekilde, Evliya Çelebi, Bulgaristan, Pınarhisar'daki hamamın küçük olmasını Hıristiyanların sık yıkanmamasına bağlar.
1913 Ankara doğumlu, 1916'da Amasya'ya yerleşen ve 1922'ye kadar orada kalan
Ortodoks Evdokia Bakalaki, Amasyalıların Yunan (“Elen”) “kimliği”nden söz ederken, Mütareke sonrasında Pontus Derneği'nin Amasya'da henüz tanınmadığını, bazı eylemlerinin desteklendiğini ancak propaganda amaçlı gelenlere karşı mesafeli durulduğunu anlatır. İddiasına göre bunun ardında bir “psikolojik etken” yatar: Amasya'ya gelen
Pontus üyeleri Yunan değil, “Yunanistanlı”, yani Anadolulu değil, Yunan anakarasından idi. Amasya Rumlarının Yunanistan'la ilgili malumatı, Atina'da eğitim görenler, Amasya'ya uğrayan ziyaretçiler ve Dünya Savaşı öncesinde Yunanistan'a seyahat eden tüccarlardan geliyordu. Buna göre, Yunanistan'da güneş azdı ve üzüm yetişmezdi. Daha kötüsü, hamamları olmadığı için “Yunanistanlı”lar “pis” insanlardı. Amasyalı Ortodokslar, belli ki, kendilerini bu açıdan Yunanistan kökenlilerden çok Anadolu Müslümanlarına yakın hissediyordu. Ancak bu yakınlık duygusu Amasya'daki Ortodoks erkekleri İstiklal Mahkemesi'nde yargılanmaktan, kitlesel sürgün ve kıyımdan koruyamadı.
Anadolu Ortodoksları 1914-24 arasındaki iltica, sürgün ve mübadele sonrası Yunanistan'a vardıklarında, orada bazı hamamlar hala çalışıyordu. Diğer ülkelerden gelen ve yerli kadınlar hamamın içinde anadan üryan dolaşırken, Anadolu kökenlilerin peştamal takması, dedikodu, dokundurma ve sözlü tacize neden oluyor; bu
da genelde hamam kavgası ile sonuçlanıyordu. Peştamal alışkanlıkları, Yunanistan'da “yoğurtla vaftiz edilmiş”ler, “oğlu”cular (soyisimlerinin “oğlu” ekiyle bitmesine atfen) gibi yaftalarla karşılanan Anadoluluları bir kat daha ayrıştırmış olmalıdır.3
4. Cemaatler arasındaki “köprü” işlevi açısından bakıldığında, bir kısım hamamı besleyen kaynak suları Ortodokslar tarafından kutsal sayılırdı. Ayazmalar şifalı bilinir, özellikle isim babası olan azizin Ortodoks takvimindeki özel gününde, Müslümanlar tarafından da ziyaret edilirdi.
Amasya'daki Türk mahallelerinin birinde bulunan Alaca Hamam, Aziz Barbara'ya adanmış bir ayazma idi. Her yıl Aziz'in yortusunun (17 Aralık) arifesinde papazlar kurnada yıkanırdı. Yortu'ya Müslümanların katılıp katılmadığını bilmiyoruz. Kızılcahamam'daki Sey Hamamı da muhtemelen bir ayazmadır. Kutsal mekân ve suların farklı dinlerce şifalı sayılması, aralarındaki mesafeyi kapatıyordu.
Ortodokslarla Müslümanlar arasında belki de Anadolu'ya ortak bir hamam kültürü olduğunu, Yunanca ve Türkçede paylaşılan terimlerden çıkarsamak mümkündür: Hamam (χαμάμ), bornoz (μπουρνούζια), tas (τάσι), sabun (σαπούνι), peştamal (πεσταμπάλι), kurna (γούρνα), fıta (φιτά, Ankara doğumlu babaannemin kullandığı bir terim olduğunu yazıyı yazarken öğrendim) vd. 4
5. 19. yy.ın ilk yarısında Ankara'da bulunan birkaç tane hamam zaman içinde kullanılmaz olur. 1870'de su “kıllet”inden dolayı merkezde var kalabilen üç hamam, ihtiyacı karşılamaz durumdadır. Harap haldeki Karacabey Hamamı “yap-işlet-devret” modeliyle on iki yıllığına bir dülgere ihale edilir. 15. yy.ın ikinci yarısında inşa edilen ve İshak Paşa Vakfı akarından olan Şengül Hamamı ise, 19. yy.ın ilk yarısında
sık sık tamir görür, geliri giderini karşılamaz durumdadır. Hamamlardaki bu kan kaybı, şehrin işlek bir ticaret merkezi olma niteliğini zamanla kaybetmesinden, kuraklığın su tedarikini zorlaştırmasından veya 19. yy.da hızla yükselen odun fiyatlarından kaynaklanmış olabilir. Ankara'daki kullanılabilir hamam sayısının düşüklüğü, farklı cemaatlerin aynı mekânı kullanmaya zorlamış olmalıdır.
1903'te Şengül Hamamı, Belediye'ye ödediği aylık 40 kuruş su bedeli karşılığı Ortodoks Panagiot Karasulos'un tasarrufundadır, hemen yanında 19. yy.da inşa edilen Rum okulları yer alır. Karasulos ailesinden, 1902 Ankara doğumlu Androniki Hanım'ın açık olmayan ifadesine göre, Şengül Hamamı büyükbabasının kardeşi Simeon Efendi tarafından muhtelemen 19. yy.ın ikinci yarısında tamir ettirilir ve sahiplenilir. Yine onun tarifine göre, hamamın zarif binasına büyük bir cümle kapısından girilerek, tonozlu, sonunda ikinci bir kapının olduğu bir hole ulaşılırdı. İkinci kapının ardında camdan, basık bir kubbenin altında, büyük, daire biçimli bir avlu, avluda, sedirlerin yer aldığı küçük bir odaya dönerek çıkan merdivenler bulunurdu. Sedirlerin üzerine, ince motiflerle işlenmiş pamuk şilteler, üzerine kilimler ve onların üzerine de dantelli ve nakışlı patiska, ipek veya İran lahurisinden işler yayılırdı. Hamamda üç soğuk ve sıcak su kurnası vardı.
Karasulos ailesi hamama her hafta giderdi. Müstakil odalarında soyunduktan sonra, anneler gümüş telkari ile süslenmiş ipekten veya pamuklu, atadan kalma fıta ile kakma saf gümüş ile bezenmiş, adeta birer “sanat eseri” olan nalınlar giyerlerdi. Sonra yıkanma aşamasına geçilir; natırlar “Hamamcı Kadın”ın gözetiminde müşterileri paklardı. Banyo saatler aldığından hamama, evde hazırlanan hararet giderici yemekler, patlıcan turşusu, hoşaf vs. götürülür, “soğuk halvet” denilen, ama aslında çok soğuk olmayan, ortasında yuvarlak mermerden bir
masa bulunan odada iştahla tüketilirdi. Sonra sedirli odaya geçilir; giyinip hazırlanınca, heybeler hamam eşeğine yüklenir; eve dönülürdü. Şengül Hamamı'nın kadın ve erkek kısımları ayrıydı. Buna karşın, örneğin Amasya'da aynı mekân gündüz kadınlar, akşam erkeklere hizmet verirdi.
Ankara'daki geçmişi 1850'lere uzanan Karasulos ailesinin aynı isimde birden fazla üyesi olduğu için, hamamın mutasarrıfı Panagiot Efendi'yi teşhis etmek zordur. Bilinen, Karasulosların Ankara'nın “çorbacı”larından, yani sözü geçen ve zengin ailelerinden olduğudur. İddiaya göre, aile haftanın belirli bir günü Şengül Hamamı'nı “kapatır”, ayrıca hamamda özel bir odaları vardır. Dolayısıyla taşrada hamam işletmek masraflı, ama belki de itibarlı bir iştir. Nitekim örneğin Bodrum'un önde gelen Ortodoks ailelerinden Bardakçıların da bir hamam işlettiği bilinir.
Müşteriler açısından bakıldığında, hamam seçimi, bazen “teamül” bazen de beğeni meselesidir. Bakalaki Hanım, Ankara Hıristiyanlarının genellikle Şengül Hamamı'na gittiğini yazarken, Amasya için böyle bir eğilimden söz etmez. Amasya Ortodoksları, hamama Müslüman kadınlarla birlikte gider. Farklı yerlerde soyunma zorunluluğundan söz edilmez. Hamam seçimi ise temizlik ve sıcaklığa (düşük sıcaklık tercih sebebidir) bağlıdır.5
Bu verilerden klasik çağdaki kısıtlamaların 20. yy.ın başında bir miktar gevşediğini çıkarabiliriz. Tercih iddiası, “kapatma” pratiği ile beraber düşünüldüğünde, bu dönemde hamamların müşteri profilini belirleyenin, etnik/dinî ayrımlardan çok kültürel hatta “sınıfsal” farklılaşma olduğu varsayılabilir. Bu türden ayrımların en azından hamam gibi mahrem ve “kozmopolit” mekanlarda zayıflama eğilimi, vardıysa bile, 1. Dünya Savaşının arifesinde başlayan olaylarla birlikte ıskalanmış bir fırsata dönüşür.
1 Kuran-ı Kerim, 2:125, 2:172, 9:108, 74:4; TDV İslam Ansiklopedisi, “Su” ve “Taharet” maddeleri; Robert Proctor, Racial Hygiene: Medicine under the Nazis (Londra: Harvard Uni. Press, 1988).
2 Ebru Boyar, Kate Fleet, A Social History of Ottoman Istanbul (Cambridge/NY: Cambridge Uni. Press, 2010), Bölüm 7; Burkay Pasin, “Critical Reading of the Ottoman-Turkish Hamam as a Queered Space” (doktora tezi, ODTÜ, 2014).
3 C. E. Bosworth, “The Concept of Dhimma in Early Islam”, Benjamin Braude, Bernard Lewis (ed.), Christians and Jews in the Ottoman Empire, C. 1 içinde 37-51. NY: Holmes&Meier, 1982; TDV İslam Ansiklopedisi, “Hamam” maddesi; Nazan Çiçek, “'Hayal Edilmiş Coğrafya'da Ezber Bozan bir İngiliz Oryantalist: David Urquhart, Osmanlı Modernleşmesi, Temenna ve Türk Hamamı”, Toplum ve Bilim, 130 (2014); Evdokia Epeoğlu Bakalaki, Amasya, Selanik: Εktodikos Οikos Αdelfon Κiriadiki, 1988; Richard Clogg, “A Millet within a Millet”, D. Gondicas ve C. Issawi (ed.) Ottoman Greeks in the Age of Nationalism içinde 115-42. Princeton: Darwin Press, 1999.
4 Bakalaki, Amasya.
5 Rıfat Özdemir, 19. yy. in İlk Yarısında Ankara (Ankara: Kültür Bakanlığı, 1998); Başbakanlık Osmanlı Arşivi; Androniki Karasuli Mastoridu, Kayıp Vatanımdan Hatıralar: Ankara'daki Hayatım (Αtina: 1966); Mihail N. Triandafilu, Eski Bodrum (Atina: Herodotos, 2018).
Yorumlar (0)