Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Nasıl bir Yerel Yönetim Reformu?

Öncelikte toplumsal ve kültürel olarak sıfır noktasında bulunduğumuz ve sanki boş bir sayfa üzerinden geleceğe baktığımız yanılgısını bir tarafa bırakmak ve somut bir durum içinde bulunduğumuz ve bu durumun toplumsal-tarihsel kökleri olduğunun bilgisine/bilincine sahip olmamız gerekir. Bu, hiçbir şey yapılamayacağı ve geçmişimizin her şeyi belirleyeceği anlamına gelmez. Ancak yeni yapı taşlarının nasıl bir zemin üzerine konulacağını ve bu zeminin elverişsizliklerine rağmen ne yapılabileceğinin, iyi düşünülmesi gerektiği anlamına gelir.

Nasıl bir Yerel Yönetim Reformu?

Giriş: Soru(n): Merkezi/ merkezileşmeyi dengeleyen bir yapı olabilir mi ve/veya olabilmesinin koşulları nelerdir? Öncelikte toplumsal ve kültürel olarak sıfır noktasında bulunduğumuz ve sanki boş bir sayfa üzerinden geleceğe baktığımız yanılgısını bir tarafa bırakmak ve somut bir durum içinde bulunduğumuz ve bu durumun toplumsaltarihsel kökleri olduğunun bilgisine/bilincine sahip olmamız gerekir.

Bu, hiçbir şey yapılamayacağı ve geçmişimizin her şeyi belirleyeceği anlamına gelmez. Ancak yeni yapı taşlarının nasıl bir zemin üzerine konulacağını ve bu zeminin elverişsizliklerine rağmen ne yapılabileceğinin, iyi düşünülmesi gerektiği anlamına gelir. Büyük ve radikal hedefler üzerinde düşünmeyi (ütopyacı olmayı) ama atılabilecek adımların kendi toplumsal zemini üzerindeki demokratik ilerlemeyi düşlüyorsak, demokratik işleyişin kendi doğasına özgü frenlerin/duraklatıcı, ya da radikalizmi törpüleyici etkilerinin olabileceğini de hesaba katmak gerekecektir. Rasyonel ve çoğulcu, dolayısıyla düş kırıcı ve muhafazakar taleplerin de ağırlıklı biçimde varlığı ve gücü ile karşılaşılacağı bilgisine göre davranmak zorunda kalacağımızı, hesaba katmalıyız. Demokratik tutum, kentteki bütün eğilimleri ve duyarlıkları karşılayabilecek bir ara çözüm rotası üzerinden ilerler. Otoriter ve demokrasiyi benimsemeyen politik rejimler ise, gücü paylaşmak ve dağıtmak istemezler. Otoriteryanizme göre, kentlerdeki rantı elde tutmak için en kestirme yol budur. Merkezi yönetim bakımından da aynı şema geçerlidir.

Bu durumda otoriter yerel yönetim, otoriter merkezi yönetim ister ve aralarında asimetrik de olsa, temelde tutarlılık içeren bir ilişki olur. Yerel iktidarlarla merkezi iktidarın arasındaki (mevcut/bugüne kadar uygulanmakta olan ve iktidar büyük kentleri kaybetmeseydi devam edecek olan) rant oluşturma ve üleşimi mekanizmaları (ayrıca, etik olmayan bütün kayırmalar, el koymalar, hırsızlıklar ve kazanımlar), bu devamlılık içinde gerçekleşir. Kentlerdeki toplumsal sınıflar Kentsel toplumlar, sınıflardan oluşur ve bu sınıfların farklı çıkarları ve beklentileri vardır. Sınıflı toplumların kentinde, her zaman en büyük politik mücadele, kentsel rantı kontrol etmek ve bu ranta el koymak üzerinedir. Kentlerdeki iktidarın temel belirleyicisi ve ilişkilerin doğası hakkında sınıfsal bir analizin yapılması gereklidir. Bu karmaşık ve çok kapsamlı bir sorun olmakla birlikte, kolaylaştırmak için, aşırı şemalaştırmayı göze alarak, kentlerdeki toplumsal sınıfları kabaca iki büyük genel kategori olarak düşünebiliriz.

  • Kentte mülk sahibi olan sınıflar [spekülatif ve büyük toprak sahipleri, orta büyüklükte ve yaygın biçimde küçük ve belirli bir ortaklık formuna dayanan geçimlik (bir evlik) mülk sahipleri],
  • Kentin yoksulları ve mülksüzler (En çok özenli ele alınması gerekenler). Kentsel rant(LAR) Her kentte, kentsel rantlar oluşacaktır ve bu kaçınılamazdır. Mülkiyetin söz konusu olduğu kentlerde ise, bu ranta sadece toprak sahibi olanlar ulaşabilir. Kentteki politik mücadelenin özü, bu ranta, hangi sınıfların ve bu sınıfların içinde hangi ailelerin ya da bireylerin (hangi oranda) el koyacağı ve rantın nasıl çoğaltılabileceği ve bölüşümün biçimleri üzerinedir.

Sadece mülkiyete ve sermayeye sahip olan sınıflar ve kişiler, kentsel ranta el koyarlar, kendi aralarında paylaşır ve bu paylaşımın dışa saçılan etkilerinden de, diğer sınıflar yararlanır ya da yararlanmaya çalışır. Kentsel politik mücadelenin özü, kentsel rant paylaşımı üzerinedir. Bütün politik partiler, bu rantın paylaşımı üzerine farklı, ama genellikle mülk ve sermaye sahiplerinden yana, kentsel politikalar önenirler. Toprak rantı dışındaki rantlar, kentlerde çok farklı alanlarda oluşurlar ya da yaratılırlar (tekelleşmelerle rant sağlayacak hale gelirler). Kentlerde, rantın oluştuğu/oluşturulacağı başlıca alanlarla ilgili birçok örnek düşünülebilir:

  • Kentsel toprak (emlak) rantı (zaten kentsel topraklar, her zaman biriciktir, konumları ve sosyal mekandaki saygınlıkları nedeniyle, doğal bir tekeldir ve bu nedenle bir ranta sahip olurlar ve bu rant, kentsel toplumun değerlerine göre sürekli değişir),
  • Ulaşım, iletişim, enerji ve su altyapısı (bu da bir çeşit “doğal tekel” sayılabilir) geliştirilmesi, müteahhitliği,
  • Ulaşım sistemi, kent içi ulaşım aracı (plaka) sunucuları/sağlayıcıları, (kent tarihinin daha önceki dönemlerinde, bütün kentsel esnaf üretimleri için sınırlandırmalar vardı ve üretim/ pazar ve fiyat, sıkı bir biçimde denetim altındaydı, bu tür kota denetimi, şimdi sadece kentsel ulaşım hizmeti sağlayıcıları bakımından devam ediyor)
  • Çeşitli su-gıda-yeme-içme sağlayıcıları vb. gibi alanlarda, pazarlara giriş ve çıkış sürekli denetim altındadır, sınırlandırılırlar ve bu nedenle rantlar oluşur. Bu rantların en temel özelliği: Tekelci olmaları/ sınır-kota koymaları ve rantın hızla çoğalabilmesi için düzenekler geliştirmeleridir.

 Bu monopolistik yapının sürdürülebilmesi ve genişletilebilmesi için, kent yönetiminin merkezileşmesine ve demokrasiden ve demokratik denetimlerden uzaklaştırılmasına gereksinim vardır. Gerekirse, ülkenin merkezi yönetimi ve onun zor kullanma/ yasa icat etme kapasitesiyle bütünleşmek gerekebilir.

 Bunun için, her türlü demokratik işleyişin dejenere edilmesi, laçka ve çalışmaz hale getirilmesi gerekir. Belediye meclisleri işleyişi ve çalışma kuralları, bu ilkenin gerçekleştirilmesinin en tipik örneği sayılabilir. Kentsel demokrasinin özü ise, rantın, bu rantı gerçekte yaratmakta olan kentsel topluma geri dönmesi üzerinedir. Kentlerde eşitlikçi bir demokrasi, mülk ve sermaye sahibi olmayan sınıfların da, ortaya çıkan rantın sonuçlarından mümkün olduğunca adil biçimde yararlanabilmesi anlamına gelir. Bu mülksüz ve sermayesiz sınıflar ve tabakalar, kent nüfusunun sayıca çok ve kalabalık olan kesimi olmakla birlikte, birçok bakımdan zayıflık/güçsüzlük ve etkisizlik içindedir. Etkili olabilmesinin tek yolu, örgütlenmesidir.

Ancak örgütün, rant paylaşımı bakımından işlevsel olabilmesi bakımından, kentsel rantın bölüşümünün daha adil ve eşitlikçi olmasını sağlayacak kurama ve politikalara gereksinimi vardır. Kentin mülksüz ve yoksul kesimleri, daha eşitlikçi politikaları gerçekleştirebilmek için örgütlenmedikçe, güçsüz ve etkisiz olmaya devam edecektir. Ancak bu zor ve bazı durumlarda imkansız denilebilecek ölçüde karmaşık ve güç bir işlevdir. (Bu konular, yukarıda zaten biraz açıklamaya çalışılmıştı.) Bununla birlikte mümkündür. Kent yoksullarının örgütlenmesi: olanaklar ve güçlükler Kentteki mülk ve sermaye sahibi olan sınıflar, daha kolay örgütlenebilirler. Hem çıkarları (ya da amaçları) çok daha net/açık ve inandırıcıdır, hem de, sayıca azdırlar.

Gücü ellerinde tutmak için, daha merkeziyetçi ve daha otoriter olmak, demokratik kuralları tanımamak ve elde ettikleri rantı mümkün olduğunca (daha çok ekonomik ve politik güç sahibi olmak için) diğer sınıflarla paylaşmadan ellerinde tutmak isterler. Buna karşı çıkmak için en elverişli yol da, kentin mülksüz ve yoksul kesimlerinin, çok farklı beklenti ve talep grupları oluştursalar bile, demokratik olarak örgütleyebilmektedir. Bu grupların beklentileri ve talepleri genelde bir ekonomik bilinç ve sınıf bilinci çerçevesinde gelişmiş olmayacaktır. Bu sınıf ve tabakalar, daha çok, kültürel niteliklerine ya da inançlarına, yaşam tarzlarına ve toplumsal-mekansal ihtiyaçlarına göre parçalanmış ve uğradıkları çok çeşitli türdeki ayrımcılığı kanıksamış durumdadırlar. Bu kanıksanmış ayrımcılıkların başında, toplumsal cinsiyet ayrımcılıkları gelir ve bu, çok güçlü ve etkili bir ayrımcılıktır.

 Köklü bir kültürel tabanı vardır. Kentsel toplumun daha eşitlikçi bir temelde örgütlenebilmesi ve kentsel rantın daha adil bir biçimde bölüşülmesini sağlayabilmesi için, yoksulların demokrasiye gerçekten büyük bir gereksinimi vardır, ama bu demokrasiyi işlevsel bir biçimde kurmak ve etkili olarak işletmek de, aynı oranda zor ve karmaşık bir görevdir.

 Demokrasinin bütün kazanımlarının, frenleri/ başka türlü köklü (bilimsel ve nesnel olmasa bile çok etkili) statikleştirici etkileriyle birlikte işleyecek bir mekanizma olacağını kabul etmek zorundayız. Dünyadaki genel eğilimlerin de, son derece otoriteryan, merkezi, popüler güçlere tapınmakörü körüne itaat etmeye, ayrımcılıklara/yabancı düşmanlıklarına ve genel olarak insanlığın 19. yüzyılın ikinci yarısından 20. yüzyılın son çeyreğine kadar geliştirmeye çalıştığı modern, özgürlüklere ve eşitlikçi, insan haklarına dayalı bir gelişmeye ve ulus ötesi dayanışmalara açık anlayışının solmaya başladığı bir dönem içinde bulunduğunu görmek gerekiyor. Dünyanın bazı bölümlerinde/bölgelerinde, milliyetçi, düşmanlaştırmaya ve şiddet kullanmaya eğilimli rejimlerin uygulama içine girdikleri, çürüyen ve şiddetlenen bir ortamda, çoğulcu, eşitlikçi bir demokrasinin anlamı ve yararı üzerinde toplumu ikna etmek, bugün daha güç olacaktır. Ancak bu bir bakıma, gücün tek merkezde toplanmasının olumsuzluklarını, bütün insanlara ve yakın çevresine verdiği/verebileceği zararları gösterebilmek ve örnekleyebilmek bakımından, elverişli koşullar yaratmış olacak ve durumu tersine çevirme gereğinin kanıtlanması kolaylaşacaktır.

  • Toplumsal tabanın özellikleri

 * Yapı özellikleri: Çok geniş ve heterojendirler, (etnik özellikler, dil, mezhep ve inançlar, kır-kent ile ilişkiler ve beklentiler vb. bakımlarından) karmaşık yapıdadır ve örgütlenmesi için içinde barındırdığı çeşitliliklerin dikkate alınması gerekir; bu da titiz, zaman gerektiren ve bilinçli bir çaba olmalıdır, * Toplumsal-kültürel özellikleri: Genellikle çeşitli biçimlerde ayrımcılıklara uğramış, şiddet görmüş ve bastırılmış olan bireylerden oluşur,

* Çok farklı acil ihtiyaçları ve beklentileri vardır.

  • Örgütün sahip olması gereken özellikler (örgütün kurulması, sürdürülmesi ve etkin olmasının önündeki güçlükler) Bu örgütlenmeler çok farklı biçimlerde olabilir: Formel örgütler (mahalle muhtarlığından, kent konseyi ve komisyonlarından, apartman/ site yönetimine kadar yasayla tanımlanmış örgütlenmelerin en yerel karakterde olanları), siyasi partinin yerel kolu, STK’lar, sendika ya da kooperatifler, inisiyatifler ya da enformel örgütlenmeler bazı örneklerdir. Her birinin kendi formuna özgü güçlüklerden ve başka bazı genel örgütlenme özelliğinden de bahsedilebilir: * Genel olarak yurttaşlık/hemşerilik bilincinin zayıf olması (aynı yerden göç etmiş olduğu için ortak bir göç başlangıç yeri ortaklığı bilincinin dışında), gelinen kent ile ilgili bir dayanışma, beraber ve bazıları kamusal amaçlı işlerin birlikte yapılması geleneğinin zayıf olması, gerçek bir dayanışma ve eşitlik duygusu yerine, kentte öğrenilmiş ve keskin bir rekabet duygusunun egemenliği (ve dayanışmadan çok, ayrımcılıklara neden olan özelliklerin güçlü biçimde algılanması).

 * Örgütlenmelerin genellikle kısa süreli ve çabuk sönümlenir nitelikte olması,

 * Genellikle kentteki herkesin, bu bakımdan deneyimsiz olması ve güvensizlik, vb. Sonuç yerine Demokrasi, özellikle kentsel-toplumsal demokrasi, yerel özellikleri olan ve belki bütün yerleşim yerleri bakımından genel ve evrensel özelliklere sahip olmakla birlikte, yerele / o topluma özgü nitelikleri de olan bir işleyiştir. Bu nedenle, genel olarak demokrasi hakkında bilinenlerin ötesinde, demokrasinin yerel olarak işlemesinin koşullarını ve kurallarını yeniden ve sürekli yenileyerek icat edilmesi gerekecektir.

Bu, yerelin empoze ettiği muhafazakarlığa teslim olmak anlamına gelmeyebilir. Ama bunun nasıl olacağının yolunu özgün olarak ve kabalıktan uzak/incelikli ve sabırlı bir arayışla sürekli olarak irdelemek ve tartışmak durumunda olduğumuzu unutmamak gerekir. Yerel bir demokrasinin nasıl kurulacağını ve verimli olarak işletileceğini her defasında geliştirerek keşfetmek durumundayız.

 Bu kolay bir iş değildir. Düş kırıklıklarıyla dolu ve sabır gerektiren, ama eğer güçlü bir vizyona, açık ve net bir amaç destesine sahipsek yol kat edebilmenin mümkün olduğu bir güzergahtır. Yerelden başlayarak, bir müşterek/ortak iş yapma ve ortak bir çalışmayla kamusal yarar yaratma ya da kamusal yaşamın daha nitelikli ve zengin özellikler taşıyan bir biçimde gelişmesi için gösterilen çaba, çabuk sönümlense bile, yine de bu tür deneyimler, belirli bir birikim, örgütlenme kültürünün oluşumuna katkı sağlarlar/sağlayabilirler.

Bu ortaklıklar/yerel ortaklıklar ve dayanışmalar kültürünün oluşumu ve birikimi, çoğu zaman fark edilmeyen bir süreç olarak derinden ve bilinçli olmayan bir biçimde gelişebilir ve kentin bazı durumlarında/uygun bir konjonktürün olduğu algılandığı anda, aniden yüzeye çıkarak çok verimli bir biçimde, kendisini örgütlemeye başlayabilir. Gezi, bu durum için verilebilecek tipik ve en başarılı örnektir.

Bunun için, toplumun dayanışmalar ve müştereklerin gelişmesi için düş kuruyor olması bile yeterli olabilir. Bazı anlarda (tarihin parladığı anlarda) mükemmel ve etkin bir örgütlenme, kendiliğinden bile oluşabilir. Eğer toplumun bu tür düşleri olmasaydı, toplum kendi bilinçaltında veya düş dünyasında bu tür oluşumları barındırıyor olmasaydı, Gezi’nin bir anda kurulması ve bu derece etkili olması, büyük bir deneyim sağlaması ve kendi mecrasını oluşturarak bütünüyle yenilikçi ve buluşçu bir müşterek yaratma coşkusu, sağlanamazdı. Toplum düş gördüğü / hayalleri olduğu için Gezi mümkün oldu ve yine de olabilir.

Yazar Akın Atauz

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış