Sonradan okuduğuma göre Fiktet Mualla’nın ‘Gezinti’ adlı tablosu “yılın en heyecanlı satışı” olarak tanıtılmış. Gerçek- ten de, başlangıç fiyatı 38.000 TL olarak belirlenen tablo, bir yandan salondaki meraklılarının bir yandan telefonla müzayedeye katılanların teklifleri ile yükseltilip 120,000 lirada son bulunca, katılımcıların hararetli alkışları salonu çınlattı. Bunun üzerine Ahmet Gümüştekin’in bir tablosu 65,000 liraya, Agapit Stevens’in “Odalık” adlı tuval üzerine yağlıboyası 35,000 liraya gidince, artık fiyatlar kanıksan- mış, alkışa gerek kalmamıştı.
Kimlerin tabloları, eskizleri yoktu ki? Nuri Abaç, Abidin Dino, Ömer Uluç, Ali Demir, İbrahim Balaban, Nevzat Ako- ral, Sübütay Özer, Tuncay Betil, Mehmet Uzel, Bedri Rahmi ve Eren Eyüboğlu, Yalçın Gökçebağ, Jale Nejdet Erzen, Fikret Otyam, İbrahim Çallı, Ali Rıza Toroslu, İhsan Cemal Karaburçak, Salim Özüdoğru, Nuri İyem, Mustafa Ayaz, Adnan Turani, Ergin İnan, Ekrem Kahraman ... Tanıtımdan öğrendiğimize göre, “farklı dönem, tarz ve stilleri bir araya getiren ve böylelikle farklı zevk, düşünce ve beklentilere hitap edebilmeyi amaçlayan müzayedede satışa sunulan eserlerin neredeyse tamamı ilk kez gün yüzüne çıkıyor.”
Zaman zaman tablolara ara verilerek, çeşitli antikalar ve ender bulunan “objeler” açık arttırmaya sunuldu. Bi- lim-teknoloji tarihiyle ilgilenenler için –logaritmik hesap makinesi, radyo, duvar telefonu, telgraf makinesi, oyun- cak tren– gibi eski alet-edevat, kristal sürahiler, vazolar, gümüş çatal-kaşık takımları, Herent porselenleri, bronz
figürinler, porselen biblolar, heykeller, şamdanlar, pompalı kolonya şişeleri, sedef kakmalı nalınlar, içki setleri, enfiye kutuları, tütün kutuları, değerli mücevherler, hat levha- lar, saatler, Çin-Japon vazoları, küpleri, Kütahya çinileri, maşrapalar, ibrikler, daha neler neler. Ayrıntılı bir döküm vermeye gerek yok; isteyen kataloğa, satışa sunulan yapıt ve antikaların başlangıç fiyatlarına internetten erişilebilir. Ankara Antikacılık hakkında ayrıntılı bilgiye de.
Kimi yapıtlar ve nesneler, salona getirilir getirilmez, ta- nıtılır tanıtılmaz, açılış fiyatından satılıverildi. Kimi bir-iki paslaşmadan sonra gitti. Abidin Dino’nun bir eskizi, Fikret Otyam’ın bir, Sübütay Özer’in üç resmi, bir seyahat dak- tilosu gibi kimisi de, meraklısını bulamadı, galeriye kaldı. Bu kültüre o kadar uzağım ki, kimi zaman satılanlara, kimi zaman satılamayanlara şaştım.
Ankara Antikacılık 1995 yılında kurulmuş. Artık yılda üç kez “Antika ve Sanat Eserleri Müzayedesi” düzenleyecek- miş. Bu on sekizincisi imiş. Meraklıları, müdavimleri var, besbelli. Birbirlerini tanıyorlar, ortama alışkınlar, rahat davranıyorlar, şakalaşıyorlar. Bugüne kadar nasıl duyma- mışım, hayret. Ankara’da yirmi küsur yıldır varlığını bilme- diğim bir zenginlik, ilginç bir sunu, bambaşka bir kültür.
Kim bilir ne öyküler var gördüğü her bir nesnenin arkasın- da diye düşünüyor insan. İbrahim Çallı’nın bir tablosunu torununun neden satışa çıkardığını merak ediyor. Nâzım Hikmet’in üç şiirinin müsveddelerinin satışa sunulmasına şaşırıyor. Nutuk’un, eski Türkçe, ciltli, varaklı bordürlü ilk baskısını görünce hayrete düşüyor. “Sapı samanı birbirine karıştırma, referandum kampanyalarını, Suriyeli mültecile- ri, cezaevindeki gazetecileri, milletvekillerini, ihraç edilen akademisyenleri düşünmenin sırası değil,” diyor kendi kendine. Yine de olmadık nesnelerin leblebi-çekirdek gibi satılmasını ağzı açık izliyor, Orhan Veli’nin Cımbızlı Şiir’ini anımsamadan edemiyor:
Ne atom bombası, Ne Londra Konferansı; Bir elinde cımbız, Bir elinde ayna; Umurunda mı dünya!
Yorumlar (0)