Hissettiğim özgürleşmenin ve korkmazlığın gücünü hissetmesi için zaman zaman 10 yaşındaki oğlumu da direniş eylemlerine götürdüm. Polis şiddetinin artması ve can güvenliğini tehdit eder boyutlara varması nedeniyle, son dönemde eylemlere tek başıma katılmaya devam ettim. Direnişçilere yamanmaya çalışılan terörist, marjinal, provokatör sıfatlarına karşın ben, tüm eylemlere; yüzücü gözlüklerim, maskem, bisiklet kaskım, düdüğüm, solüsyon ve fırın eldivenlerimle (gaz bombalarını geri atabilmek için) katıldım. Sadece daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük için sokaklara çıkıp haykıran benim gibi sıradan insanlar, hiçbir zaman polise karşı şiddet, vandallık veya kırma dökme peşinde olmadı. Taş atmadık, kamu mallarına zarar vermedik; sadece otoritenin haykırışımıza kulak vermesini istedik, olmadı. Bunun yerine, polisin şiddeti arttı, ülkenin başbakanının uzlaşmaz, kutuplaştırıcı tavırları fazlalaştı.
Tüm Türkiye’de polisin orantısız güç kullandığını, direnişçilerin acımasızca şiddete maruz kaldığını, dövüldüğünü, yaralandığını, gözaltına alındığını, vatandaşların Twitter paylaşımlarından takip ettim. Öte yandan otoritelerin yalan furyasıyla bu meşru direnişi itibarsızlaştırılma çabasını da ana akım medyadan yakinen izledim, okudum. Türk medyasının bu direniş boyunca aldığı pozisyonu ve duyarsızlığını asla affetmeyeceğim. Gelelim ben niye Ethem’in vurulduğu noktada ‘durdum’ konusuna: Ethem polis tarafından kafasından vurulduğu saatlerde; birkaç yüz metre ötede, Kızılay Olgunlar Sokak'ta, arkadaşlarımla birlikte direniyor, çatışıyorduk… Ethem’in cenazesinin olduğu gün de Kızılay’daydım, Dilan ensesinden vurulduğunda da Kızılay’daydım. Ben de Ethem veya Dilan olabilirdim. Birkaç yüz metre ile ve biraz da şansın yardımıyla yaralanmaktan, öldürülmekten kurtuldum.
Cenaze günü Ethem’in Kızılay’da vurulduğu noktadaki anmaya katılabilmek için saatlerce polisle çatışmak, kaçıp saklanmak zorunda kaldım. Anmaya izin verilmeyeceğini anladığımda, aileye başsağlığı dilemek ve cenazeye katılabilmek için Batıkent’e gitmeye karar verdim. Ancak Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı'nın emriyle, Batıkent yönüne giden tüm toplu taşıma araçlarını durdurulduğunu öğrendim. Bir cenazeye yapılan bu büyük saygısızlık karşısında söyleyecek bir söz bulamıyorum. Ethem’in cenazesine katılamadığım, acı bir kayıp yaşamış aileye destek veremediğim için çok üzgündüm.
Kennedy direnişine katılmak üzere şehir merkezine dönerken, Kızılay istikametini tercih ettim. Yol üstünde durup Ethem’in vurulduğu noktada bir dua okuyup, sevenleriyle duygularımı paylaşmak istedim. Ethem’in vurulduğu noktaya gittiğimde karanfillerle oluşturulmuş anma noktasının süpürüldüğünü gördüm! Çöp gibi süpürüldüğünü… O an orda durarak, ölen bu yiğit gencin hatırasına saygı göstermeye ve bir anne olarak Ethem’e sahip çıkmaya karar verdim. Saygı eylemimi taksişoförünün çektiği bir fotoğra'a Twitter'da duyurdum. Olay sonrası sosyal medyanın bu samimi eyleme inancı sayesinde hızla yayıldı. Ethem’in anısına saygı duyan insanlar yavaş yavaş gelmeye ve destek vermeye başladı. Sabaha karşı, Ethem’in ağabeyinin eylemimi öğrendiğini ve aramıza katılacağını öğrendim, duygulandım. Durmaya başladıktan bir süre sonra polis tacizi başladı. TOMA'lar, akrepler ve kasklarını takmış çevik kuvvet polisleri tehditkâr tavırlarla ‘duran’ insanları korkutup kaçırmaya çalıştı.
Bir polis gelip eylemimizin sebebini sordu; bunun bir eylem olmadığını sadece durduğumu söyledim. Adımı sorduğunda da “vatandaş” deyip, bu anlamsız konuşmayı sonlandırdım. 15 saat Ethem’in vurulduğunu noktada bilfiil durdum. Ethem’in ailesi, destekleyen vatandaşlar, siyasetçiler ve medya eylemimi kucakladı, sahip çıktı. Durduğum noktada, insanlar şiddete maruz kalmadan, aşağılanmadan, gaz sıkılmadan olması gerektiği gibi genç bir insanın ardından yasını, acısını paylaşma imkânı buldu. İnsanlar aileye başsağlığı dileyebildi; bazıları duasını okudu, bazısı karanfil getirdi kimisi ise sadece ‘durdu’.
Bu basit kişisel ‘durma’ eylemi amacına ulaştı. İnsanlar, Ethem’in ailesine desteğini, sevgisini gösterdi. Başsağlığı dileklerini paylaştı, polis şiddetiyle canı yananlarla dayanışma halinde olunduğu gösterdi. Bu, bir gencin ölüsünden korkan, anmaya izin vermeyen, cenazeye bile saldıranlara öğretici bir ders niteliğindeydi. Direniş bugün itibariyle 5 cana, 12 göz kaybına, yüzlerce ağır yaralıya, 7000 yaralıya mal olmuştur. Yanan bu canların sebebi uzlaşmaz, korku içinde bir hükümet ve onun kolluk güçleridir. Oysa bizden korkulmaya gerek yoktur.
Direnişçilere ‘eve dön’ çağrısı yapılmaktadır. Bu çağrı barışçı değildir, insancıl hiç değildir. Bunca şiddetten sonra eve dönmesi gereken bir taraf varsa o da polistir. Direnişçiler eve dönmeyecektir, artık sadece duracaktır. Özgürlüğe giden yol uzun... Bu yolda bazen koşarsın, bazen yürürsün bazen de sadece durursun. Direnişin ilk günlerinde saldırıya uğradık, o yüzden koştuk, kaçtık, saklandık… Direnişin şimdiki günlerinde ise sadece duruyoruz. Bu direniş bitti demek midir? HAYIR! Direniş tam buradadır ve devam edecektir. Direne direne haykırdığımız özgürlük ve demokrasi bizim olacaktır.
Yorumlar (0)