Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

ODTÜ'nün Sönmeyen Ateşi Himmet Şahin

Röportajlar ilerledikçe ve arşiv görüntülerini izledikçe Himmet Şahin ile sağlığında tanışamadığımız için hayıflanıp durduk. Mücadele tarihimizi kuşaklara ayırmaktan hoşlanmıyoruz. Ama darbelerle kesintiye uğrayan her mücadele döneminin kendi üslubunu bir sonraki kuşağa nasıl aktardığını merak ediyoruz. Himmet Şahin bu modellerden biri; 12 Mart Askeri Darbesi devrimci mücadelede keskin bir kopuş, dağılmaya yol açamadı. Daha güçlü, devrimci motivasyon, toplumun iliklerine kadar işleyerek geri geldi. 12 Eylül ise, devrimci hareketlerin ekseriyeti açısından, fiziksel yıkımın ruhsal yıkıma kadar derinleştirilmesi, asıl olarak her birimizin, kendine öz saygısını yitirtme operasyonu idi. Bundan dolayı derinlere işledi.

ODTÜ'nün Sönmeyen Ateşi Himmet Şahin

Himmet Şahin, anladık ki, bu yıkımdan ruhunu esenlikle çıkarabilen nadir kişilerden olmuş. Elbette genç bir fidanken dikildiği, köklerini derinliklerine çeken ODTÜ’nün verimli toprağından, Denizlerin, Sinanların diktiği çam ağaçlarının gölgesinden söz etmeden geçemeyiz. ODTÜ Mezunlar Derneği’ne başkanlık yaptığı dönem, ODTÜ öğrencilerinin devrimci mücadelesinin yaralı bütün ruhları sağaltabilecek boyutlara ulaştığı bir dönem.

Himmet Şahin’i Denizlerin, Sinanların, ÖTK’nın (Öğrenciler Temsilciler Kurulu) ODTÜ’sünün diriliş sürecinde, onu o zamanların ruhuyla tekrar buluşturan, amansız hastalığına derman olacak bir mücadele içinde resmetmek istedik. Kaçınılmaz olan zamansız geldiğinde, DEVRİM yazısının her sene yeniden yazıldığını görebileceği, kendine anayurt edindiği yerde gözlerini yummak ve oradan uğurlanmak dışında ne dileği olabilirdi?

Şu anda hayatta olmayan birisi hakkında film yapmak ya da biyografik metin yazmanın güçlüğü, artık onun kimseyle polemiğe girebilecek durumda olmaması handikabını
taşır. Yani yakınları, kaybettiklerinin ardından kötü söylemek istemez doğal olarak. Siz bir belgeselci olarak hep bir eksiklik duygusuyla dolaşırsınız, çünkü film boyunca övülen, hep iyi özelliklerinden bahsedilen kişinin o iyi özellikleri, hiç tersi söylenmediği için yeterince inandırıcı gelmeyebilir. Siz de sormazsınız. Ama çok istersek röportajlardan satır arası okuyabiliriz, filmi izleyelim belki de yaparız bunu.

“Bir duruşumuz var. Aldığımız bir kültür var. Yetişme tarzımız var. Mücadele biçimimiz var. Hepsinin temelindeki avantajlarımız 12 Eylül öncesi ODTÜ içeresindeki kazanmış olduğumuz ilkenin devamı” Filmin girişinde kendini, kendi sesiyle özetliyor zaten.

Devrimci bir tedrisattan geçmiş olmak, isterseniz orta yaş sonrası el etek çekip müteahhit olun misal, sizin bundan sonraki yaşama biçiminizi etkilemeden edemez. Bunu, Türkiyeli bir sosyalist devrimci karakterinin genel biçimi olarak söylemiyorum. Daha ayrıntılarda, Devrimci Yolcu, Cepheli, Halkın Kurtuluşu ya da Kurtuluşçu

bir fraksiyondan sosyalist olmanın, kişilerin mizacına, karakterine, diline ve davranışlarına "Bir duruşumuz var. Aldığımız bir kültür var. Yetişme tarzımız var. Mücadele biçimimiz var. Hepsinin temelindeki avantajlarımız 12 Eylül öncesi ODTÜ içeresindeki kazanmış olduğumuz ilkenin devamı”

"Himmet Şahin bu yıkımdan ruhunu esenlikle çıkarabilen nadir kişilerden olmuş"

yansıyan, fark edilebilir, dillendirilebilir özellikler üretir. “Himmet Şahin bir Devrimci Yolcuydu” diye düşündüğünüzde, onun belirli durumlar karşısında ne düşünebileceği, hangi tepkiyi verebileceği hususunda doğruya yakın bir öngörünüz olur. Bir öğrenci, “şiddetin kaynağında ne olduğuna ilişkin bir fikri vardı, bizi hiçbir zaman şiddet kullanmış olmakla suçlamazdı” dediğinde, onun taşı alıp barikatlara koşabileceğini değil, kendi geleneğinin devrimci şiddet ile kurduğu ilişkinin doğruluğuna halen inandığını kasteder belki.

Doğan Tılıç’ın anlatısına bakarsak Himmet Abi 12 Eylül öncesinde herhangi bir örgütün sorumluluk kademelerinden birinde değildi, daha çok davalarda “örgüte yardım ve yataklık” diye geçen, dar günlerde dostlarına lojistik destek veren birisi izlenimi veriyor. Başkaldırıyoruz Eylemi’nde, TOMA’ların (Toplumsal Müdahale Araçlarının) öğrencilere yağmur banyosu yaptırdığı, taşların havalarda uçuştuğu, biber gazı bulutunun ortamı sisler bulvarına dönüştürdüğü kavga ve kargaşanın içinde elleri cebinde avare avare dolaşan bir kişi. Sanki kendi görüntüsü o kavga görüntüleri üzerine dijital olarak bindirilmiş de o yüzeyde zaten hiçbir taş ona değemezmiş gibi.

12 Eylül sonrası siyasi mücadeleye ÖDP/CHP ekseninde devam ettiği anlaşılıyor. Gönlünde yatan aslan başkayken bazen arada kalma hali, bunun ikircikliği, en çok da direnişçi öğrencilerin CHP milletvekilini ODTÜ kapısından kovarken kendisini ele verir. Sol dendiğinde kalbinde bilinenden daha geniş bir yelpaze olduğu anlaşılıyor ve bu kavgalar onun için dostlar arasında. Öyle durumlarda sadece araya girebilir ya da ikircikle tartışmanın bitmesini bekler. Aynı halin rektörle öğrenciler arasında, sol fraksiyonların kendi aralarında da geçerli olduğu malum. Asli olanın, pratik önemi olanın, yol almanın, çözüm bulmanın ustası olmayı önemsiyor, şu veya bu doğrunun temsilinden çok.

Öğrencilerle ilişkisi, onlarla birlikte yargılanması onun için gurur verici. Bunun yanı sıra kendi gençliği ile şimdiki ileri orta yaşı arasındaki mesafeyi kapatan bir tür yaşama dopingi, geçmişi sadece nostalji, bir hatıra olmaktan çıkaran, geçmişi şimdi de yaşanabilir kılan bir şey onun için. Kendi kuşağından birçok arkadaşının yitirdiği bir şeye sahip olduğun düşünmek güzel şey, “o zamanı hâlâ tenimde hissedebiliyorum”.

“Çok saygı duyulacak bir insandı, ama esasında sevilecek bir insandı. Benim abim yok, ben hep onu abim olarak gördüm”.

“O bizim için bir iç ses artık, samimiyet”.
Baba-can. “Bir baba gibi hiddetlenen Himmet Şahin yanında, o cıvıl cıvıl yüreği de görürsünüz.” Ortalama bir psikolog bu “baba gibi hiddetlenme” meselesinin üzerinde durur. Bir otoriterlik vurgusu var. Sanki ihtiyaç duyulan bir otoriterlik bu. Sol uzun süredir o kadar az şeye muktedir olabiliyor ki, kendi içinde kendisine uygulanan otoriteyi bile sevinçle alıp baş üstüne koyabilecek halde. “Yeter ki birisi işe el koysun, inisiyatif alsın, kalbimizi çiğnese de olur” diyecek haldeyiz.

“Ben sağ görüşlüyüm, O’nun yapısında gereksiz kavgacılık yoktu, ama kavga etmesini de bilirdi”.

“Duyarlı, ama bu duyarlılık aynı zamanda politik bir bilince de tahvil edilmiş.”

Himmet Şahin’in duyarlı oluşunun politik bilincine galebe çaldığı olarak okursak bu cümleyi, çok okuyan değil de hisseden bir kişiliğe sahip olduğunu, bir entelektüel olmadığını, politik konumuna bağlılığının asıl olarak yürekten geldiğini düşünebilirsiniz.

“Bütün fiziği, beyni baştan sona siyasetti”

“Bir fikri ve bunu söyleme cüreti vardı her zaman. Herhangi bir ortamda ‘Aa Himmet de buradaymış’ hali yaşanmazdı”.

“ODTÜ krizlerinde hep kritik bir pozisyonu oldu.” Bilgi birikimi, güç, duruş, kimlik ve güvenden söz ediyor. Bir öğrenci ve ODTÜ hamisi. Okula zarar gelmesin, herkese gelse bile öğrenciye zarar gelmesin. Burada filmi, öğrenci ve öğrenci mücadelesi eksenli yapmış olmamızın isabetli olduğunu düşündüm. Şüphesiz dostları, akademisyen arkadaşları çok derin, içerden değerlendirmelerde bulundular, kitap olacak kadar. Ama biz gençlik mücadelesi içindeki Himmet, öğrencilerin Himmet Abileriyle ilişkilerini önceledik.

ODTÜ bileşenleri, öğrenciler, akademisyenler, mezunlar derneği ve sendika. Kuşkusuz bu bileşenlere zaman zaman anlaşmazlığa düşüp kendisine karşı eyleme geçtiği rektörlük de Himmet Şahin için bu bileşenlerin içinde aslında. Hasan Tan dönemini, eli silahlı faşist katillerin bombalarından toprağa düşmüş arkadaşlarının anısıyla yaşayan bir kişi için, demokrat bir rektör bileşen dışı görülecek bir kişi olamazdı. Ayrıca kendi döneminden arkadaşı Ahmet Acar. Şimdiki öğrenciler ise atanmış rektör Verşan Kök Dönemi’yle kıyas edebilirler okulu.

“Başarıyı çok seviyordu.”“Hepimizi adımızla çağırırdı.”Vişnelik çalışanlarının kendilerinin servis yapan bir üniforma değil de bir kişi olarak görülmelerinden, varlıklarının tanınmasından, kendilerini ODTÜ ruhunun bir parçası olarak hissetmelerinden memnun olduklarını ifade etmeleri ön hazırlığı yapılmış konuşmalar değildi. Kamerayı karşılarında görüp, Himmet deyince akıllarına ilk gelen sözcükler olarak döküldü.

“Soldan bakan, emekten yana bakan bir perspektifi öne çıkarıyordu”.

“ODTÜ Mezunlar Derneği bir briç kulübü değil, toplumsal mücadelelerin bir parçası olmalıdır” anlayışı aynı zamanda dernek içinde bir iktidar mücadelesini gerektiriyordu. “Toplumsal sorunları dernek üstlenmeli, sadece yemek yenen, yukarıda oyun oynanan bir yerin üstüne çıkılmalı diye düşündük.” On yıl boyunca Himmet Şahin’in ağırlığı bu fikrin takibinde, zorlukların aşılmasında en önemli rolü oynamış görünüyor. “Bir Himmet Şahin stili, geleneği oluştu içimizde” diyor ondan sonra yönetimi devralan arkadaşları. Yakalandığı amansız hastalığa karşı metanetle direnmesi, fikrinden geçenleri gerçekleştirme enerjisinden hiçbir şey yitirmemesi, daha fazlası için “Himmet Şahin: ODTÜ’nün Sönmeyen Ateşi”ni izleyebilirsiniz.

Yazar Oktay İnce

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış