Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Osmanlı Ankara’sında Kahve ve Kahvehanenin 20. Yüzyıla Kadar Olan Serüveni

Osmanlı Ankara’sında  Kahve ve Kahvehanenin 20. Yüzyıla Kadar Olan Serüveni

Bir fincan kahve on paradan yüz paraya, derken üç kuruşa kadar çıkmıştı. Mansurzade Hüseyin Efendi elbette bu şartlarda dükkanına gelen misafirlerine kahvehaneden kahve söyleyecek değildi. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Samanpazarı’nda bulunan küçük dükkanında çalışan Mansurzade’yi şöyle anlatıyor, “Önündeki mangal, yaz kış zaten bunun için dururdu. Zira Mansurzade, kahveyi kahveciden getirmeyi hiç sevmezdi. Böyle bir hareketi aklın almayacağı gibi israf telakki ederdi. Bir fincan kahvenin on paraya geldiği eski devirlerde bile bir takım ince hesaplar yaparak, bu on parayla evde üç fincan kahve içilebileceğini kendi kendine ispat etmiş ve ona göre hareket etmeye karar vermişti.” (Karaosmanoğlu, s.243).

Kahvenin evde mangal ateşinde pişirilme geleneğinin, Osmanlı Dönemi'nde olduğu kadar Cumhuriyet'in ilk yıllarında da devam ettiğini biliyoruz. Selçuk Baran, Kış Yolculuğu adlı hikaye kitabında bu geleneği ve aslında geleneğin nasıl yok olduğunu şöyle anlatıyor: "Annem her sabah mangal yakardı. Evde havagazı vardı tabii. Ama o, babamın sabah kahvesini kömür ateşinde pişirirdi ille de. Sonra közleri külle örterdi. Öğlen ve akşam kahvesi için de ateş hazır olurdu böylece. Ben evlendiğim zaman çeyizimin arasında bir de bakır mangal bulunuyordu. Ben o mangalı, altına bir kilim serip süs diye kullandım oturma odamda."(Baran, s. 83).

Kahvenin evlerde tüketilme ritüeli, evin erkeğinin yanı sıra kadınlarını da içine alan bir uğraştı. Fal bakmalar, fal sonrası dedikodular evin kadınları ve eve gelen misafir kadınlar arasında çok yaygındı. Ancak kahvehanede, belki de bir nargile eşliğinde kahve içmek, Osmanlı erkeğinin yaşayabildiği bir ayrıcalıktı. Osmanlı toplumunda nasıl alkollü içkiler kendisine 'meyhane' denilen özel bir tüketim mekanı yarattıysa, kahve de benzer şekilde 'kahvehane' denilen yeni bir tüketim mekanı oluşturdu. Osmanlı toplumu kahve ile nasıl tanıştı? Ankara'da ilk kahvehaneler ne zaman açıldı? Ankara'da kaç tane kahvehane vardı? Kısaca Ankara'da kahvenin ve kahvehanelerin 20. yüzyıl başına kadar olan serüveni, bu yazımızın konusunu oluşturuyor.

Kahve Yemen’den Gelir

Kahve bitkisinin Habeşistan kökenli olduğunu biliyoruz. Şimdilerde Etiyopya denilen bu ülkede kahve ilk zamanlarda ekmek yapımında kullanılıyordu. Buradan komşusu Yemen'e taşınıp içilen bir şey haline dönüştürüldüğünde, keyif vericiler arasında yerini almaya başladı. Bu dönemde Müslüman coğrafyasında aranılan bir içecek haline gelen kahve, tütünden sonra en çok tüketilen içecek olarak biliniyor. Bu yeni içecek türünün ev dışındaki tüketimi, Müslüman toplumunda yeni bir toplanma mekanının ortaya çıkmasına neden oldu. Bu yeni mekâna 'kahve evi' anlamında 'kahvehane' denildi. İlk kahvehanenin 1511 yılında Mekke'de bir caminin yanında açıldığı biliniyor. Sonrasında kahvehaneler Mekke'nin her tarafında hızla yaygınlaştı ve birkaç yıl içinde sayıları 100'ü geçti (Gürsoy, s.20-23).

Tarihçi Solakzade'ye göre kahve, ilk kez Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinden sonra (1519 yılında) İstanbul'a getirildi. Ancak ilk önceleri yaygın değil. Sadece saray çevresinde tüketiliyordu (Gürsoy, s.27). Bu dönemde, kahve Yemen'den yola çıkıyor, Mısır limanlarından gemiye yükleniyor ve Akdeniz'i geçip İstanbul'a ulaşıyordu. "Kahve Yemen'den gelir" diye türkülerimizde boşuna söylenmemiş anlaşılan.

Kahvehanelerle ilgili ilk bilgilere Peçevi Tarihi'nde rastlıyoruz. Buna göre Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 1554 yılında Halep'ten gelen Hakim ve Şam'dan gelen Şems adlı kişiler İstanbul'da ayrı ayrı iki kahvehane açtı (Birsel, s.8). İstanbul'un ilk kahvehaneleri Eminönü'nde Mısır Çarşısı'nın yanında Tahmis Sokak üzerinde bulunuyordu. 1630-1640 yılları arasında İstanbul'u gezdiğini bildiğimiz Evliya Çelebi, seyahatnamesinde İstanbul'da 300 kahve satışı yapan dükkan ve 55 tane kahvehane bulunduğunu belirtiyor. Kahvehanelerde çalışan toplam kişi sayısını ise 200 kişi olarak veriyor (Gürsoy, s.28, 29). Rakamlardan bir kahvehanede ortalama 3-4 kişinin çalıştığı sonucu çıkartılabilir.

"Çekirdek kahvenin Ankara'ya getirilmesi daha çok bölgeden bölgeye mal taşıyan, iç pazara hakim olan tüccarlar tarafından deve kervanları ile sağlanıyordu."

Ankara’ya kahve taşıyan tüccarlar ve ödedikleri vergiler

Çekirdek kahvenin Ankara'ya getirilmesi daha çok bölgeden bölgeye mal taşıyan, iç pazara hakim olan tüccarlar tarafından deve kervanları ile sağlanıyordu. Bu kervanlar Konya-Adana hattı üzerinden Halep ve Şam'a, oradan da Arabistan üzerinden Yemen'e ulaşıyordu (Özdemir, s.242). Ankara'ya diğer şehir ya da bölgelerden getirilen ürünlerden şehre girişte vergi alındığını biliyoruz. İhtisap Mukattası kapsamında tüccardan alınan bu vergi, (kahve yüklü deve kervanları için) kahvenin her yükü başına 2 guruş olarak uygulanıyordu (Karaman, s.366). Bir deve yükü genellikle 150 okka (yaklaşık 180 kg) olarak kabul ediliyordu. Ancak uzun yola gidecek develere 3 kantar, yani 132 okka (yaklaşık 160 kg) yük veriliyordu (Tamur, s.133).

Bunun yanı sıra kahve, Ankara'ya girişte kapana (tartıya) getirilmesi gereken mallar arasında olduğundan, kahve taşıyan kervanlar önce Kapan Hanı'na geliyor ve yükleri burada tartılıyordu. Tartı sonrası malın sahibinden yükün miktarına göre 'kapan resmi' denilen bir vergi alınıyordu (Karaman, s.370). Kapan Hanı, Bedesten'in (Anadolu Medeniyetleri Müzesi) kuzey tarafında eskiden 'Keyyalin Mahallesi' olarak bilinen mahallede bulunuyordu. İhtisab Damgası'nın bulunduğu mekan da buradaydı (Taş, s.52).Vergisi alınan mallar damgalanıyor ve ancak damgalandıktan sonra satışa çıkarılabiliyordu. Kapan Hanı adlandırması, Arapça büyük terazi anlamına gelen 'kabban' kelimesinden gelmektedir. Kapan Hanı, aynı mahallede bulunan Tuz Hanı ve Unkapanı Hanı ile birlikte 1916 Ankara yangını sırasında yanarak ortadan kalktı.

Kahvenin öğütülmesi ve kavrulması işlemi

Osmanlı toplumunda çekirdek kahvenin içilebilir hale getirilmesi için öğütme ve kavrulma olarak adlandırılan işlemlerden geçmesi gerekiyordu. İlk işlem olan öğütme, dibek denilen iki kişinin karşılıklı tokmak vurarak çalıştığı ilkel değirmenlerde belli bir ücret karşılığı yapılıyordu. Kahve öğütücüleri yaptıkları işlem karşılığında 'dibek resmi' denilen bir vergi ödüyorlardı. Kahvehane sahipleri dibeklerde dövdürdükleri kahveleri kavrulmak üzere tahmisanlara getiriyordu. Kahveyi kavuran esnaflara 'Tahmisan' deniyordu (Gürsoy, s.65-69). Çoğunlukla öğütme ve kavurma işlemi aynı yerde aynı esnaf tarafından yapılıyordu.

Ankara'da ihtisab vergisi alınan esnafları gösteren 1827 tarihli bir belgede, 7 tane tahmisan bulunmaktadır. Her tahmisandan 2 para olmak üzere tahsil edilen toplam vergi miktarı, 14 para olarak kaydedilmiştir (Ongan, s.56-61, 1957). 1878 yılına ait Ankara Salnamesi'nde ise, 1 tahmishane kayıtlıdır (Koç, s.245). Geçen 50 yıllık zaman içinde tahmishane sayısındaki azalma, kahvehanelerin kahvelerini kendileri kavurmaya başladıkları şeklinde yorumlanabilir.

Ankara Kahvehaneleri

Ankara'da ilk kahvehanenin tam olarak ne zaman açıldığını konusunda bir belgeye sahip değiliz. Ancak İstanbul'dan sonra, 1500'lü yılların son çeyreğinde Ankara'da da kahvehanelerin işletildiğine dair elimizde belgeler bulunuyor. Bu belgeler ışığında Ankara kahvehaneleri hakkında bildiklerimizi kronolojik olarak sıralayabiliriz.

16. yüzyılda Ankara’da kahvehaneler

16. yüzyılda Ankara'da 43 tane meslek grubu bulunuyordu. Bu meslek gruplarından biri de 'kahveciler' olarak kayıtlıdır (Özdemir, s.228).1577 yılında Ankara kadısına gönderilen bir hükümde Ankara'da bazı kahvehanelerde müskirat (alkollü içki) yapıldığı ve içildiğine ilişkin bilgiler olduğu, bu tür kahvehanelerin kapatılması istenmektedir (Şehr-i Kadim Ankara, 2. Cilt s.265). Ankara kadısına gelen 1583 tarihli bir Emr-i Şerif'te, "Dedikodu mahalli olan kahvehanelerin kapatılması evvelce de emredilmişken Ankara'da tekrar açılmış olduğu ve kahve alış verişi yapıldığı öğrenilmiştir. Bütün kahvehanelerin kapatılması, kahvehane işletenlerin haklarından gelinmesi" konusunda gerekenlerin yapılması istenmektedir (Ongan, s.121, 1958). Belgenin aslı için, 'Osmanlı Belgelerinde Ankara' adlı kitabın 42. sayfasına bakılabilir.

1588 tarihli bir hüccetten (mahkeme tarafından verilen resmi belge) edindiğimiz bilgiye göre, 'Zaferancı Hanı' sahibi İbrahim Çelebi, hanının önündeki kahvehaneyi 3 yıllığına Kahveci Mustafa'ya kiraya vermiştir (Ongan, s.29, 2014). Hüccette adı geçen 'Zaferancı Hanı', Atpazarı'nda 'Safran Han' adıyla bildiğimiz handır. Günümüzde Rahmi Koç Müzesi'nin kullanımında olan hanlardan biridir. 1511 yılında yapılan Safran Han'ın dış duvarlarına bitişik dükkanlar bugün mevcut değildir. Kahvehanenin, Salman Sokak tarafına bakan bu dükkanlardan birinde faaliyet gösterdiği tahmin edilmektedir. Belki de giriş kapısının sağında Roma döneminden kalma üzeri yazıtlı taşın, köşe taşı olarak kullanıldığı kemerli bölüm eskiden kahvehaneydi.

1589 tarihli 3 belgeden çeşitli kahve satışları sonrası oluşan borçların, ilgili kişilerce ödenmemesi üzerine alacaklıların mahkemeye başvurduğu anlaşılmaktadır (Ongan, s.49, 105 ve 121, 2014).

1591 tarihli Ankara Şer'iye siciline ait bir kayıttan, meyhane ve bozahanelerin kapatılması sonrasında Hacı Satı adlı kişinin işlettiği kahvehanede şarap meclisi kurduğu ve keyif ehli olanların burada içki içmeye başladığı belirtiliyor. Bunun üzerine ilgili kişiler yakalanıyor ve cezalandırılmaları amacıyla mahkemeye çıkartılıyor (Ergenç, s.209).

1594 tarihli bir kayıtta Muşlu bin Abdi adlı şahısın Hacı Satı bin Ahmed'in kahvehanesini günde 10 akçadan 2 yıllığına kiraladığı bilgisi yer alıyor. 1599 tarihli bir belgeden, Hızır bin Abdullah adlı kahvecinin günde 10 akça icar ödediği kahvehanesinin 2 yıllığına kiralandığını öğreniyoruz (Ergenç, s.210).

Ankara’da kahvehane sahipleri

1599 yılına ait kahvecilerden tahsil edilen vergilerle ilgili bir kayıtta, Ankara'da 11 kahvecinin adı geçiyor. Mustafa bin Ahmed, Hacı Hüseyin bin Ali, Mehmed bin Seydi Ahmed, Derviş bin Hüseyin, Ahmed bin Mustafa, Memi bin Yunus, Ahmed bin Macun, Hüseyin Bey, Şatır Hasan bin Abdullah, Memi bin Abdullah, Emir Bey. Bu bilgiye dayanarak bu tarihte Ankara'da en az 11 kahvehane bulunduğu söylenebilir (Ergenç, s.211).

Kahvehanelerden alınan vergiler ve günlük kahve satışı

1599 tarihli bir mahkeme kaydında, Ankara'daki kahvehanelerin rüsumunu (kahveden alınan bir tür gümrük vergisi) toplamaya yetkili olan Silahtar Sefer Bey, 131 günlük süre içinde 5 kahvecinin 800 okka kahve işlediğini ve okka başına 3 akça olmak üzere kahvecilerden vergiyi tahsil ettiğini belirtmiştir (Ergenç, s.210). Bu bilgilere dayanarak dönemin Ankara kahvehaneleri hakkında yorum yapılabiliriz. Buna göre her kahvehaneci ortalama olarak günde 1.221 okka kahve işlemektedir. Kiloya çevirirsek kahvehane başına günlük tüketim 1 kilo 565 gram kadardır (1 okka = 1 kilo 282 gram).Bir fincan kahve için yaklaşık 6 gram kahve kullanıldığı varsayımından hareketle, bir kahvehanenin günde yaklaşık 261 fincan kahve satışı yaptığı sonucuna varılabilir.

1599 yılında Silahtar Sefer Bey ile Ankara kahvehane sahipleri arasında yapılan yeni bir anlaşmada, kahveden alınan verginin sabitlenmesi yoluna gidildiği anlaşılmaktadır. Yeni anlaşmaya göre bir kahvehane günde kaç okka kahve işlerse işlesin, günlük 6 akça kahve rüsumu ödeyecektir (Ergenç, s.210).Günlük 6 akça vergi, daha önceki uygulamada 2 okka kahveye karşılık gelmektedir. Buradan devletin kahve satışının daha fazla olduğunu düşündüğü ve vergi kaybını önleyebilmek amacıyla 2 okkayı baz alarak vergiyi sabitleme yoluna gittiği düşünülebilir. Aynı mantıktan hareket edersek, tahmini olarak 1599 yılında Ankara'da 1 kahvehane için günlük ortalama kahve satışının yaklaşık 427 fincan olduğu sonucuna varabiliriz. (2 okka = 2.564 gram, 2564/6gr = 427,3)

Bir kahvehane için fazla gibi görünen bu rakam, pişirilen kahvelerin kahvehaneye gelip oturanların yanı sıra çevre esnafa da satıldığını düşündürmektedir. Ayrıca verilen rakamlar, Ankara'da sof ticaretinin çok canlı olduğu, çeşitli ülke ve şehirlerden fazla sayıda tüccarın Ankara'ya geldiği bir döneme aittir. Bunun yanı sıra kahvehanelerin mekan olarak işlek çarşıların içinde ve ticari hanların yanında faaliyet gösteriyor olmaları devamlı işleyen yerler olmalarını sağlamıştır.

17. yüzyılda Ankara’da kahvehaneler

Evliya Çelebi 1648 yılında Ankara'ya geldiğinde, Ankara çarşılarının mamur ve şenlikli pazarlar olduğundan bahsederek kahvehanelerin ve berber dükkanlarının hep kalabalık olduğunu belirtir (Çelebi, s.524).Başından geçen ilginç bir olayı da anlatan Evliya Çelebi, Ankara caddelerinde Er Sultan Türbesi'ni ararken yanlışlıkla keçe kaplı küçük bir kapıdan içeri girdiğini yazar. İçerde kimi çöğür (kısa saplı eski tip bir bağlama) kimi tambur çalmakta ve eğlenilmektedir. Evliya Çelebi'yi "buyur bir bozamızı iç" diyerek içeri davet ederler. Evliya Çelebi kendini dışarı zor atar ve "benim bozahaneye girdiğimi gördüler" diye utancından yerin dibine geçer (Çelebi, s.529). Malumaliniz bazı bozahanelerin bozası, şaraptan daha beterdi. Örneğin, 1583 yılında Ankara'da kapatılan bir bozahane ile ilgili mahkeme kaydına rastlıyoruz. Kayıtta, kapatma gerekçesi olarak Haydar bin Abdullah adlı bozacının bozasının şaraptan daha müskir (alkollü)olduğu belirtilmektedir (Ergenç, s.209).

1673 tarihli bir sicil kaydında Hasan Paşa'nın Ankara'da bulunan mal varlığı arasında bir çifte hamam (Hasan Paşa Hamamı), çeşmeler, su yolları, Uzunoluklu adı ile bilinen bir değirmen, 63 odalı bir han (Suluhan), çeşmeler, Tahtacıyan Sarayı adlı bir saray, 4'ü boyacı dükkanı olmak üzere 15 adet dükkan ve kahvehaneleri bulunduğu belirtiliyor (Özdemir, s.30). Kahvehanelerin yerleri hakkında bir bilgiye rastlanmıyor.

Hasan Paşa'nın mülkleri arasında olan ve daha sonra Ankaravi Mehmed Emin Efendi'ye satılan Suluhan ile ilgili, 1801 yılında ait bir kayıttan bu handa iplik ve kahve satılmasının bir kural haline getirildiği anlaşılıyor (Özdemir, s. 24). Bu kural, başka iş yapan esnafın bu handa dükkan açamayacağı anlamına geliyor. Ancak daha sonraki yıllarda Suluhan'da attar dükkanlarının (güzel kokular, iğne iplik, boncuk vb. satan dükkanlar)açılmasına da izin verildiği anlaşılıyor (Tunçer, s.63).

19. yüzyılda Ankara’da kahvehaneler

Ankara'da ihtisab vergisi (Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması sonrası kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusunun masraflarını karşılamak amacıyla esnaftan alınan bir tür vergi) alınan esnafların adlarını ve kaç para vergi ödediklerini gösteren 1827 tarihli bir liste, Halit Ongan tarafından yayınlandı. Bu listeye göre Ankara'da 16 tane kahvehane bulunmaktadır. Her kahvehaneden 4 para olmak üzere kahvehanelerin toplam vergisi 64 paradır (Ongan, s.56-61, 1957).

1830 yılı nüfus sayımı defterinden edinilen bilgilere göre, Ankara'da 67 meslek icra edildiği görülmektedir. Bu meslekler içinde 'kahveci' başlığı altında toplanan 27 esnaf kaydedilmiştir. Bunlardan birinin Gayrimüslim, diğerlerinin Müslüman olarak belirtilmiş olması (Özdemir, s.234, 235) kahveci esnafı içinde Gayrimüslimlerin etkin olmadığı şeklinde yorumlanabilir. Sayım defteri bilgilerinde, 'kahveci' başlığında toplanan esnafın kahve satıcısı mı yoksa kahvehane işleticisi mi olduğu belirtilmemektedir. Ancak ilgili esnafın hangi mahallede oturduğu, fiziki özellikleri (örneğin, uzun boylu kara sakallı) yaşı ve yaşadığı nüfus hareketliliği gibi bilgiler yer almaktadır (Çadırcı, 2000).1827 yılı kayıtlarında Ankara'da 16 kahvehane bulunduğu düşünülürse, 1830 yılında belirtilen 27 kahvecinin bir bölümünün, çekirdek kahve satan dükkân sahipleri olduğu varsayılabilir.

Gezgin notlarında Ankara’da kahve ve kahvehaneler

1859 yılında Alman gezgin Andreas David Mordtmann'ın, Augustus Tapınağı'ndaki kitabeyi kopyalamak amacıyla Ankara'ya geldiğini biliyoruz. Haymana tarafından Ankara'ya yaklaşan gezginin yol üzerindeki köylerde konaklayarak seyahatini sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Burada konakladığı köylerde kendisine 'hoş geldin kahveleri' ikram edildiğini belirten gezgin, sabah yola çıkmadan önce birer dilim bir şey atıştırıp bir tas kahve içtiğini yazmaktadır. Bu anlatılanlardan kahve tüketiminin Ankara şehir merkezinin yanı sıra Ankara'nın civar köylerinde de yaygın olduğu sonucu çıkartılabilir.

Ankara'da Ermeni entelektüellerinden Vartabet'in evinde kalan gezgin, akşam yemekten sonra kahve ve sigara içtiklerini, ayrıca çeşitli konularda tartıştıklarını yazmaktadır (Bozyiğit, s.96, 97, 98). Mordtmann, Ankara halkının çok çalışkan olduğundan bu nedenle doğu memleketlerinde görülen aylak aylak sokaklarda gezen insanlara burada rastlanmadığını belirtmektedir. Gezgin, Ankara'da kahvehane sayısının nispeten az olmasını buna bağlamaktadır (Eyice, s.84).

1864 yılında Fransız arkeolog Georges Perrot, Augustus Tapınağı'nda bulunan yazıtın önünü kapatan evleri yıktırmak ve yazıtın tamamını ortaya çıkartabilmek amacıyla Ankara'da 3 ay kadar kalmıştır. Perrot notlarında bu süre içinde akşamları Ankara'daki Katolik cemaatinin varlıklı kişileri tarafından kahve içmeye davet edildiğinden bahsediyor. Davete katıldığı evlerde benzer bir programla karşılaştığını kendisine şuruplar, reçeller, likörler ve kahve ikram edildiğini belirtiyor. Arkasından pipo içildiğini anlatıyor (Bozyiğit, s.113).

Ankara Salnamelerinde kahvehanelerle ilgili bilgiler

Osmanlı Dönemi'nde Ankara iline ait 13 salname elimize ulaşmıştır. 1890 tarihli salnamenin mükerrer baskı olduğu bilinmektedir. Ankara salnameleri, mükerrer baskı haricinde, 1871 ile 1907 yılları arasında (1871, 1872, 1873, 1874, 1876, 1878, 1882, 1883, 1893, 1900, 1902, 1907) toplam 12 adettir (Koç, s.VI). Ankara Salnamelerinde kahvehanelerle ilgili kayıtlar fazla değildir. Ancak yine de bazı bilgilere rastlamak mümkündür.

1871 ve 1876 yıllarına ait salnamelerde kahvehane sayısı 49 olarak verilmiştir (Koç, s.33 ve 199). Bu rakama çekirdek kahve satışı yapan dükkanlar dahil olmalıdır. 1890 ve 1893 yılları salnamelerinde 6 kıraathane bulunduğu kayıtlıdır (Koç, s.444, 532). Bu dönemde kahvehane ve kıraathane ayrımına gidildiği, 6 rakamının sadece kıraathane özelliği taşıyanlar için kullanıldığı düşünülebilir. 1900 yılında 16 kıraathane (Koç, s.640), 1902 ve 1907 yıllarında 19 kıraathane (Koç, s.731, 819) olduğu kaydedilmiştir.

Tanzimatla birlikte kahvehanelerin adı kıraathane oldu

1839 Tanzimat Fermanı'nın ilanı sonrasında, kahvehanelere yeni bir biçim verilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Biraz da Avrupa kafelerinden esinlenilerek, kahvehanelerin gazete ve dergi okunan yerler olması istenmiş ve bu amaçla kahvehane yerine 'kıraathane' sözcüğü kullanılmaya başlanmıştır. Ankara Salnamelerinde bu adlandırmaya ilk kez 1890 tarihinde rastlanmaktadır. Sonraki salnamelerde de kıraathane kullanımın sürdürüldüğü görülmektedir. Ankara kahvehanelerinde bu adlandırmanın Cumhuriyet sonrasında 50'li yıllara kadar günlük dilde devam ettiğini biliyoruz. Son dönem Türkçe kullanım kurallarında haneli ifadelerden 'hane' kısmı çıkartılmış ya da hanenin 'ha'sı atılmıştır. Böylece kahvehanelerimize artık kısaca 'kahve' demeye başladık. Kıraathaneler ise bir anı olarak belleklerimizdeki yerini koruyor.

Tanzimat yönetiminin kahvehanenin adını kıraathaneye çevirmesi, buraları bir anda kıraat ve tefekkür yuvası haline getirmedi. Belki İstanbul'da sınırlı sayıdaki kahvehanede işlevsel olmuş olabilir. Ancak genel olarak taşrada kahvehaneler 'eski tas eski hamam' çalışmaya devam etti. Bu nedenle Cumhuriyet'in ilk yıllarında Aka Gündüz'ün roman kahramanı Sansaros'un, Ankara'da Hacıdoğan semtinde mastorlar (esrarkeşler) kahvesine girip cebinden latilokum külahını çıkardığında büyük bir itibar görmesine şaşmamak gerekir (Gündüz, s.45, 46).

1895 yılında Ankara Valisi Memduh Paşa, gerginleşmeye başlayan Ermeni ve Müslüman ilişkilerini yumuşatabilmek ve bir olaya yol açmasını engellemek amacıyla kahvehane sahiplerine bir emir gönderdi. Emirde kahvehanelerde siyasi konuşmalar yapılması yasaklanıyordu (Aydın S. ve diğer yazarlar, s.292, 313). Bu yasaklama, Osmanlı Dönemi'nden başlayarak kahvehanelerin yavaş yavaş siyasi mekanlar haline dönüşmeye başladığını göstermesi açısından ilginçtir.

"Evliya Çelebi 1648 yılında Ankara'ya geldiğinde, Ankara çarşılarının mamur ve şenlikli pazarlar olduğundan bahsederek kahvehanelerin ve berber dükkanlarının hep kalabalık olduğunu belirtir."

Yararlanılan Kaynaklar(Alfabetik)

1. Aydın S, Emiroğlu K, Türkoğlu Ö, Özsoy E.D, Küçük Asya'nın Bin Yüzü Ankara, Dost, 2005
2. Baran Selçuk, Kış Yolculuğu, Tan Yayınları, Birinci Baskı 1984
3. Birsel Salah, Kahveler Kitabı, T. İş Bankası Yayınları, 1983
4. Bozyiğit A. Esat, Ankara'dan Uçan Kuşlar, Seçki III, 2002, T.C Kültür Bakanlığı Yayını
5. Çadırcı M, Armağan A. L, Bingöl S, Koç B, 1830 Sayımında Ankara, 2000, ABB Yayınları
6. Çelebi Evliya, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 2008, 2. Cilt, 2. Kitap, 2. B, YKB Yay.
7. Ergenç Özer, 16. yüzyılda Ankara ve Konya, 2012, Tarih Vakfı Yurt Yayınları
8. Eyice Semavi, Ankara'nın Eski Bir Resmi, 1972, TTK Yayınları
9. Gündüz Aka, Sansaros, Karadenizli Sansar Osman, İnkilap Kitapevi, 1934
10. Gürsoy Deniz, Sohbetin Bahanesi Kahve, Oğlak Yayınları, 2005
11. Kahraman Deniz, 18. Yüzyıldan Tanzimat'a Ankara, 2013, Cedit Neşriyat
12. KaraosmanoğluYakup Kadri, Panaroma, (ilk baskı 1953-54), İletişim Yayınları, 4. Baskı, 2006
13. Koç Bekir, Osmanlı Kent Yıllıklarında Ankara, 2014, Ankara Sanayi Odası Yayını
14. Ongan Halit, Ankara'nın 1 Numaralı Şer'iye Sicili, 1958, DTCF Yayınları
15. Ongan Halit, Ankara'nın 2 Numaralı Şer'iye Sicili, Birinci baskı 1974, (ikinci baskı 2014) TTK Yayınları
16. Ongan Halit, Ankara'nın Eski Esnafını Açıklayan Bir Vesika, Türk Etnoğrafya Der. 1957, Sayı, 2
17. Osmanlı Belgelerinde Ankara, Ankara Kalkınma Ajansı Yayını, 2014
18. Özdemir Rifat, 19.yy'ın ilk Yarısında Ankara, 1986, Kültür Bakanlığı Yayınları
19. Şehr-i Kadim Ankara, Ankara Büyükşehir Belediyesi Yayını, 2015
20. Tamur Erman, Ankara Keçisi ve Ankara'da Tiftik Dokumacılığı, 2003, ATO Yayını
21. Taş Hülya, 17. Yüzyılda Ankara, 2006, TTK Yayınları
22. Tunçer Mehmet, Ankara Şehir Merkez Gelişimi, 2001, Kültür Bakanlığı Yayınları
Not: Fotoğraflar Osmanlı Dönemi İstanbul kahvehanelerini göstermektedir. Kaynak, Yavuz İşçen dijital arşivi.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış