Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Öte Cümlelerden Bir Palimpsest: Ankara

Mirene Arsanios / Onur Ceritoğlu / Nazım Hikmet Richard Dikbaş / Annika Eriksson / Sinan Logie / Basim Magdy
/ Metehan Özcan / Wael Shawky ve Şam'da Kayısı fanzinleri Salt Ulus’ta 22 Mart tarihinde açılmış olan “Cümleden Öteye Bir Şehir Vardı” sergisi, bir inşa ve yıkım alanı olarak kent ile doğurup öldürdüğü kentsoylu değerler döngüsüne dair tanıklıkları deşifre ediyor. Sergi Ankara ile ilişki kuran işleri bir araya getiriyor.

Öte Cümlelerden Bir Palimpsest: Ankara

Kenti enginar gibi ayıklayıp tadına varmak ne kadar mümkün bilemiyorum ama kent yaşamına dair güçlü analizler, tadına varılacak kentlerin inşası için bir umut olabilir belki...

Kenti, esaretin ve özgürlüğün bir arada pazarlandığı dev bir mağaza olarak düşünürsek; sergi girişinde bizi karşılayan, Wael Shawky’nin “The Cave” isimli videosu heyecan verici bir başlangıç. Shawky 2004’te Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi’nin İstanbul Misafirleri Programı’nda altı ay geçirmiş. Bu sürede ilk bakışta bir süpermarkette dolaşıp, konuşurken göründüğü bir video işi gibi görünen “Mağara”yı üretmiş. Videoda Shawky, market raflarının arasında yürürken kameraya bakarak Kuran-ı Kerim’den, M.S. 250 sıralarında Efes’te yaşayan ve zulümden kaçarak bir mağaraya saklanan yedi adamın hikâyesini içeren Ashâb-ı Kehf suresini ezberden okuyor. Sanatçı “Yedi Uyurlar” hikâyesine yaptığı vurguyla mitoloji, din ve kültür arasındaki etkileşimi irdeliyor. Shawky kapitalizmin hızı ve birey üzerindeki tecrit edici etkisini ise süpermarket temsili ile sorguluyor. Bundan böyle süper ya da hipermarket kasasında sıra beklerken, üzerinize bir rehavet çöküp de kasiyerin seri el hareketlerine dalıp esnediğinizde mağarayı hatırlayın derim. Bu video 2005 yılındaki 9. İstanbul Bienali’nde de sergilenmiş ama hemen tüketici haklarınızı sayıp dökmeyin sevgili Solfasol okurları. Çünkü “güncel sanat”“günlük süt” gibi bir şey değil, böyle işlerin raf ömrü uzun oluyor.

Serginin bir diğer öne çıkan ismi Onur Ceritoğlu. Sanatçının 2012 tarihli “Beni Tek Çek” adlı fotoğraf yerleştirmesi ve 2016 tarihli “Yıkım Töreni Sırasında Molozlardan Heykel Yapmak” isimli video işleri heyecan verici diyebilirim. Özellikle “Beni Tek Çek” isimli iş kentsoylu özlemlere dair çok katmanlı sorular soruyor bana kalırsa. Ceritoğlu modern yaşama tanıklık eden flaneur’un karşısına her şey hariç turist olarak çıkıp Ankara gezisini görselleştiriyor. Kartpostal formunda çoğaltılmış “Beni Tek Çek” fotoğrafları, günümüzün dijital “özçekim”lerine nostaljik ve ironik bir karşıtlık oluştururlarken, kamusal alan ve sanat ilişkisini de irdeliyorlar. Ankara’nın kamusal alanlarında ayakta kalmayı başarabilmiş heykellerin izini sürüyor Ceritoğlu. Tam bu noktada Jale N. Erzen’in YKY yayınlarından çıkan “Habitus: Yeryüzü, Kent, Yapı” adlı kitabı uygun

bir okuma önerisi olacaktır. Erzen, kitabın “Habitat: Kent” bölümünde, “kent estetiği”ni edilgen bir seyir niteliği olmanın çok ötesine taşıyarak; kenti algılama ve ona bedensel, duyumsal ve duygusal olarak katılma olarak tartışıyor. Erzen’e göre kent estetiğinin ilk koşulu bedensel algı ve uyum. Bu perspektiften bakınca Onur Ceritoğlu’nun “Beni Tek Çek” gezisi bir kent estetiği deneyimi olarak okunabilir. Üstelik Ceritoğlu kent mekânına aktif bir katılım gerçekleştirirken kendisinin fotoğrafını çekmesini rica ettiği diğerlerini de iştirakçi haline getiriyor.

Sergide en çok keyif aldığım iş ise Nazım Hikmet Richard Dikbaş’ın 2016 tarihli “Sarsılmaz Temel”isimli illüstrasyonları oldu.(2) Çizgi romanların şehir sakinlerinden “özçekim”ler gibi geldi bana çizimler; cümlelerse anlık iletiler gibiydi: bazen çok hafif bazen çok ağır... Çizimlerin başında çok zaman geçirdim, tıpkı sosyal medya profillerinde avarelik ettiğim gibi. Bir kapı deliğinden karşı komşuyu gözleme eyleminin olanaklarının sınırı yok artık. Kentin yalnız ve yabancı insanlarının yüzlerine tek tek yaklaşmak
ve kentsoylu yaşam kategorilerinden devşirilmiş hayatlarına merak salmak gündelik rutinlerimizin içinde yerini sağlamlaştırdı. Bu sinsi ilgi iktidarın dayatma
ve müdahale alanı kentin sarsılmaz temeli diyebilir miyim? Bu sayede sokaklar boş, odalar ıssız, ana haber bültenleri dilsiz, güvenlik sorularının yanıtları kayıp...

Sergide yer alan Şam'da Kayısı fanzinleri ise Atıf Akın, Nadia Al Issa, Marwa Arsanios, Khaled Barakeh, Sezgin Boynik, Hera Büyüktaşçıyan, Ergin Çavuşoğlu, Angela Harutyunyan, Minna Henriksson, Armine Hovhannisyan, Marianna Hovhannisyan, Güven İncirlioğlu (The Pope), Banu Karaca, Pınar Öğrenci, Zeynep Öz, Aras Özgün, Dilek Winchester ve Fehras Publishing Practices tarafından hazırlanmış.

Konuşma: Akın Atauz "Palimpsest" / 21 Mayıs / Salt ULUS (3)

“Cümleden Öteye Bir Şehir Vardı” sergisi kapsamında, sanatçıların da katıldığı bir dizi konuşma ve atölye düzenleniyor. Bunlardan biri de 21 Mayıs’ta gerçekleştirilen, Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Solfasol’de başkentin yerel sorunları hakkında yazan
ve Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde kent üzerine ders veren Akın Atauz’un “Palimpsest” başlıklı konuşmasıydı. Atauz, Ankara kenti özelinde kentlerdeki çok katmanlı yapıya odaklandığı konuşmasında kentin arkeolojik, tarihî veya güncel katmanlarını inceledi. Mekânsal değişimlere verilen anlamlar kadar ilgili değerler sisteminin de değiştiğini belirten Atauz, katılımcılar ile birlikte kentsel değişimler temelinde, önyargısız bir bakışla kent ve geleceğini yorumladı.

“Palimpsest” eski çağlarda üzerinde yazı bulunan parşömenlerin silinerek yeniden başka yazı ile doldurulmasıymış. Fakat terim olarak mimari, arkeoloji ve jeomorfoloji alanlarında da kullanılıyormuş. Atauz bu yaklaşımın resim, edebiyat ve müzik gibi sanat dallarında da karşılığı olabileceğini ifade etti. Kent, bu katman kazıma yöntemiyle arkeoloji, tarih, mimari, sanat ve kentsel tasarım perspektiflerinden incelenip değerlendirildiğinde oldukça ilgi çekici bir bileşke. Eski kent ve yeni kent arasındaki tutkulu ilişkinin

kent yaşamı üzerindeki etkileri de bir o kadar ilginç. Eskinin muhafaza dirayeti ve yeninin yıkıcılıktan aldığı şehvet karşılaştığında kent müthiş bir gerilime sahne oluyor. Akın Atauz konuşmasında yönetici erkin kent üzerindeki dayatmalarını sorgularken, iktidarların “değişimin tasarlanması” iddiasını da öne çıkardı ki bu güncel sorunlarımızın başında geliyor. Kapitalizm ve politika gelecek iddialarını görselleştirmek adına kenti revü sahnesine çevirirken olan bizim estetik deneyim olanaklarımıza oluyor vesselam! Konuşmanın sonunda katılımcılar olarak geldiğimiz nokta şu: çalakalem tasarlanmış acele kent, gün geçtikçe çirkinleşen bir tahakküm alanı olarak kent estetiği deneyimlerimizi kısırlaştırıyor.

Bu yazıya Jale Erzen’den bir alıntı ile son vermek istiyorum: “Kent içinde dolaşırken birey aynı zamanda kendi ruhsal mekânında dolaşmaktadır”.

Ay, içim daraldı!

Fotoğraflar Fahri Aksırt

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış