Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Pelin Güneş ile Kitabı üzerine bir Söyleşi Sandık Sepet Ankara

Ankara üzerine yazılmış bir çocuk kitabı ile karşılaşmak 12. Ankara kitap Fuarı’nın güzel sürprizlerinden biri oldu bizim için. Üstelik Sandık Sepet Ankara kitabının yazarı Pelin Güneş ile de tanıştık fuar alanında. Sevgili Pelin Güneş bizi kırmadı hem Ankaralı yazar, hem çocuk kitabı yazarı hem de Ankara’nın eski bir semti olan Hamamönü’nü çocuklara tanıtan bir yazar olarak sorularımızı yanıtladı.

Pelin Güneş ile Kitabı üzerine bir Söyleşi Sandık Sepet Ankara

Solfasol: Öncelikle kitabınızın Ankara ve şehrin unutulmaya / unutturulmaya çalışılan değerlerine odaklanması, ayrıca hedef kitlesinin de çocuklar olması bizlerin ilgisini çekme sebebi. Çocuklara ve yetişkinlere şehir bilincinin aktarılması konusun bizler de çalışmalar yapıyoruz ve unutulanları hatırlatma çabasındayız. Bize kısaca yazarlık serüveninizden bahsedebilir misiniz?

Pelin Güneş: Yazarlık serüveni tesadüflerle başladı diyebilirim. 2003 yılında, bir akşam
aylak aylak Yüksel caddesinde gezinirken, Dost kitabevinin camında ‘’çocuklar için öykü yazın’’ başlıklı bir yarışma afişi gördüm (demek ki tam anlamıyla aylak değilmişim) Yaklaştım, detayları not ettim, mutlu oldum, hazırlıklara başladım ve katıldım. Aylar sonra mansiyon ödülü aldığım haberi geldi. İlk kitabım ‘’ Babama kamera vermeyin’’ böylece çıkmış oldu. Bana da yazar demeye başladılar. (gülüyor) Halen şaşırıyorum, ürküyorum ama sık sık gülümsüyorum.

Solfasol: Çocuklar için Ankara kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz?

Pelin Güneş: Ben şehir merkezlerini seven biriyim ama maalesef uzun yıllardır merkeze uzak bir semtte yaşıyoruz. Çocuklar rahatça bahçede oynasınlar diye taşınmıştık. İkizler altı ya da yedi yaşlarında idiler, bir cumartesi, üçümüz Kızılay’da yürüyorduk. Kalabalık öylebunaltmış olmalı ki, ‘’anne burası neresi ya, haydi Ankara’ya dönelim’’ demesinler mi. Onlar iki yaşındayken taşındığımız o uzak semti Ankara zannediyorlardı gariplerim. Oooof dedim, of! O günden sonra sık sık onları da getirdim şehre. Ulus, Kale, Çengelhan, Anadolu Medeniyetleri, Eski Meclis, Gençlik Parkı, Tunalı derken Ankara’yı tanımaya başladılar. Maalesef, belki iş güç belki trafikten bilemiyorum, yıllardır sözde Ankara’da yaşayıp da buralara hiç gitmemiş olan komşularım var. ‘’Ah İstanbul’’ diye iç çekerler
ya da ‘’ah egeye yerleşsek’’ derler, ben de güler geçerim. Bir süre ‘’gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür’’ diyenlere ‘’yok o iş pek öyle değil’’ demeye çalıştım. Sonra, söylemekle olmayacak en iyisi yazayım dedim sanırım. Yazayım da kime, nasıl ulaşacak, kim basacak? Yine bir yarışma...Mimarlar Odası Ankara şubesinin düzenlediği ‘’Kentimi Okuyorum’’ başlıklı öykü yarışması çıktı karşıma. ‘’Sandık Sepet Ankara’’ böyle doğdu. Çok anlamlı bir ödül geldi ve ardından bol ağlamalı bir ödül töreni. Çünkü, kısa film dalında yarışmayı kazanan arkadaşın kısa süre önce trafik kazasında hayatını kaybettiğini o gece açıkladılar. Onun sesinden, çektiği filmi izledik. Orada ‘’Kolo’’dan (ki en sevdiğim çocuk kitabıdır) ve yazarından bahsedilmesi, yetmişlerin Ankara’sı, Kızılay meydanı, hayvanat bahçesi, Sümerbank önlüklerimiz derken kızarmış bir burun ve şişmiş gözlerle eve döndüğümü hatırlıyorum.

Çocuklar genellikle mutlu ve şaşkın; sağa sola koşturup, kedileri sevmeye, bakkaldan alışveriş yapmaya çalışıyorlar, kısaca sokaklarda özgürce yürümenin keyfini çıkarıyorlar ...

Solfasol: Kitabınızda hemen her bölümde “Modern Ankara” ve “Tarihi/Eski Ankara” kıyaslaması ( mücadelesi de diyebiliriz ) görüyoruz. Ankara özellikleri unutturulmaya çalışılan bir şehir mi? Yeni nesil bu konunun ne kadar farkında? Veya yaptığınız çalışmalardan izlenimleriniz nelerdir?

Pelin Güneş: Ankara, cumhuriyet ile anılan,
anıla gelmiş bir şehir. Hititlere kadar uzanan tarihi içinde pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmış ama benim gibi, pek çok kişinin de içini titreten tarafı; Cumhuriyet kenti oluşu. İlk meclisi ziyaret edip de o mütevazı salonda, okul sıraları üzerinde alınmış kararlarla bir ülkenin yoktan var edildiğine şaşırmayan var mıdır acaba? Bunun gibi pek çok sembol var. Eski kent, yani Ulus ve civarı; Roma hamamından tutun da Bankalar caddesi, Anadolu medeniyetleri müzesi, Kale ve etrafındaki sokaklar, çarşılar, hanlar, konaklar ile bir açık hava müzesi adeta. Ben kimsenin bu ruhu söndürmeye çalışacağına inanmıyorum, inanmak da istemiyorum. Sorumlulukları yeni nesillere yüklememek gerek. Şehrin içinde özgürce dolaşamazlarsa, sadece kendi kabuklarında (güvenlikli sitelerinde ve semtlerinde) yaşarlarsa, kim onları şehrin sorunları olduğuna inandırabilir?

Solfasol: Ankara şehri ana karakterinizin rüyasına giriyor ve çok yorgun olduğunu görüyoruz. Ankara bu yorgun halinden silkelenip kendine gelebilecek mi sizce?

Pelin Güneş: Ankara yorgun, belki biraz da kırgın. Sahip çıkamadığımız meydanları, binaları, parkları, yolları oldu zaman içinde. Orasından burasından çekiştirdik, eğdik büktük.

Bir gün akıllı evlerden bunalıp, televizyon ve telefonu kapatıp, Papazın Bağı’na ya da Seğmenler parkına bir nefes almaya gidelim diyeceğiz ama...

Diğer taraftan, sorunları ortaya koymak kolay da, çözüm yolları için uğraşmak uzun ve zorlu bir süreç. Şehirler durmadan büyüyor, şekil, kimlik değiştiriyor, bir de modern çağın getirdiği yeni alışkanlıklar ile dönüşüyor iyi ya da kötü. Mahalle kalmadı diyoruz ama aslında mahallede oyuna çıkacak çocuk da yok. Mahalle bakkalına saygı duruşunda bulunmak istiyoruz ama yaşlı annemiz için internet alışverişi yapıp poşetlerini kapıya bıraktırıyoruz, semtimizdeki tarihi pastane açık kalsın diyoruz ama ‘’acaba şeker yerine glikoz mu kullandı, kanser olmasam bari’’ diye şüphelenen de biziz.

Sorun olarak, mutsuzluk sebebi olarak tanımladığımız şeyleri dönüştürecek gücümüz yok. Bir zamanlar mimar elinden çıkmış incelikli, estetik binalar, evler, şimdi ruhsuz ve birbirinin aynı beton yığınları. Ama ‘’güven içinde uyuyorum akıllı evimde’’ diyen aile sayısı da çok fazla. Ben, bizler, bazılarımız, sadece ‘’bir uyaran’’ olarak kalacağız herhalde. Açıkçası, kendi ailem için de öyleyim (gülüyor) Bir gün akıllı evlerden bunalıp, televizyon ve telefonu kapatıp, Papazın Bağı’na ya da Seğmenler parkına bir nefes almaya gidelim diyeceğiz ama...neyse, cümleyi tamamlamak istemem.

Solfasol: Kitap tanıtımları ve eğitimler için okul okul geziyor ve farklı yaşlarda çocuklar
ile çalışmalar gerçekleştiriyorsunuz. Bu buluşmalardan yola çıkarak çocukların Ankara ve şehrin tarihi dokusu ile ilgili yaklaşımlarından bahsedebilir misiniz?

Ankara yorgun, belki biraz da kırgın. Sahip çıkamadığımız meydanları, binaları, parkları, yolları oldu zaman içinde. Orasından burasından çekiştirdik, eğdik büktük. 

Pelin Güneş: Okul etkinliklerini, öykünün geçtiği bölgede yapmaya gayret ediyoruz. Hava uygunsa, Çengelhan Rahmi Koç müzesindeki söyleşiden sonra biraz kale sokaklarını geziyoruz. Ali’nin ve arkadaşlarının yaşadığı evi, mahalleyi bulmaya, tahmin yürütmeye çalışıyoruz. Çoğu çocuk, hatta öğretmen o bölgeye ilk kez geldiklerini söylüyorlar. Çocuklar genellikle mutlu ve şaşkın; sağa sola koşturup, kedileri sevmeye, bakkaldan alışveriş yapmaya çalışıyorlar, kısaca sokaklarda özgürce yürümenin keyfini çıkarıyorlar o bir saatlik zamanda. Burada yaşamak ister miydiniz sorusuna, samimi ya da değil bilemiyorum ama çoğunluk ‘’evet’’ diyor. Zaten amaç orada yerleşmeye özendirmek değil. Sevsinler, gitsinler, zaman geçirsinler, sahip çıksınlar, tarihini bilsinler ve korusunlar diye yapıyoruz tüm bunları.

Çünkü böyle olursa, Ankara’da yaşıyorum, Ankaralıyım, Ankara’yı özledim diyebilirler.

Solfasol: Şehirdeki en önemli sorunlardan birine yani ulaşım ve yanında gelen trafik sorununa dikkat çekiyorsunuz kitabınızda. Ankara yokuşları ile ünlü olan ve “bisiklete binilemeyeceği“ düşünülen bir şehir ancak siz tam tersinin olabileceğini söylüyor, ardından hemen her bisikletçinin trafikte ve şehir içinde bisiklete binmeyi öğrenmesini sağlayan Perşembe Akşamı Bisikletçilerinden yani PAB Ankara grubundan bahsediyorsunuz. Siz de Ankara’da bisiklete biniyor ve ulaşımınızı sağlıyor musunuz? Bu konuda deneyimleriniz varsa paylaşabilir misiniz?

Pelin Güneş: Perşembe Akşamı Bisikletçileri; ilk kez radyoda duyup öğrendiğim ve
‘’ah katılabilsem’’ dediğim bir aktivite. Hiç katılamadım ama birkaç öykümde andım, hatırlattım. Bisiklet yolları olan şehirleri, ülkelere imreniyorum, kıskanıyorum. Burada, Çayyolu’nda, birkaç yıl öncesine kadar daha rahat binebiliyordum şimdi trafik yoğunlaştı. Hafta içi fırsat bulduğumda Eymir’de biniyorum artık. Ulaşım için kullanabilmek bir hayalin gerçekleşmesi olurdu herhalde.

KÜNYE:
SANDIK SEPET ANKARA (10-12 yaş) Yazan: Pelin Güneş
Resimleyen: Pervin Özcan Yayınevi: Elma Yayınevi

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış