Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Sorunlar Yumağı Ayaş-03

Ekim’de başlamıştık Ayaş’ı anlatmaya, Kasım’ı atladık, Aralık’ta devam ettik. Geldik Ocak Sayısı’na! “Küçücük bir yerleşim için bu kadar laf etmeye değer mi?” demeyin, değer. Gereğinde 1 kişi için bile değer. (Nasıl laf ama?) O zaman başlayalım size biraz Ekim Sayısı’nı, çokça Aralık Sayısı’nı özetlemeye...

Sorunlar Yumağı Ayaş-03

KÜLTÜRÇEV bizi Ayaş’a götürmüştü. Biz de Ayaş’a gitmeden önce, Ayaş’ı tanımak, sorunlarına bakmak istemiş, şaşırıp kalmıştık bu küçük, ama şirin, ama güzel, ama huzurlu Anadolu kentinin sorunlarla boğuştuğunu görünce. Sonra Ayaş’a gidip, Belediye Başkanı Ali Başkaraağaç’tan dinlemiştik sorunları. Yemyeşil Ayaş’ı gezerken, uzakta, yeşillikler arasında gördüğümüz çirkin yapıların önce cezaevi inşaatı olarak başlayan, cezaevi yapılmaktan vazgeçilince, Gazi Üniversitesi’ne kampüs olarak verilmek istenen, daha sonra da Mülteci Kampı yapılmaya kalkışılan binalar olduğunu anlatmıştı. “Şu Ayaş Tüneli nedir?” demiş, karşımıza taa 2. Dünya Savaşı sonrası başlatılan Ankara-İstanbul Demiryolu bağlantısını kısaltma amaçlı bir proje çıkmıştı. 70’lerin ortalarında başlatılan “Sürat Treni” çalışmasının 80’lerde bir Ulaştırma Bakanı’nın bir emri ile rafa kaldırıldığını, o zamana kadar yapılan tüm harcamaların toprağa gömüldüğünü, ama yüklenici firmaya hala para ödendiğini anlatmıştı Ayaş Belediye Başkanı Ali Başkaraağaç. Geldik yazımızın sonuna.

SIĞINMACI KAMPI(?)

İlçenin önemli kamburlarından birine gelmişti söz. Ama, artık ilçenin değil, hızla ülkenin önemli bir kamburu haline gelmişti bu “Mülteci Kampları” sorunu. Hani Musa Kart’ın yumağa dolanmış kedi karikatürü gibi, AKP de mülteci sarmalına dolanmış, kalmıştı. Konumuz Ayaş ya, dönelim biz yine konumuza; 2004 yılında ortaya atılmış Ayaş’a sığınmacılar için bir yerleşim birimi kurulması düşüncesi. Başkan Ali Başkaraağaç, tam 6 buçuk yıl uğraşmış Sığınmacı Kampının yapılmaması için. Açlık grevi bile yapmış. “Mülteci ya da sığınmacı kampı yapılması kararının iptal edildiğini okumuştuk gazetelerde.” diyorum. Başkanın gözlerine bir hüzün çöküyor, “Hayır yapılacak. İmarla ilgili bütün çalışmaları bitirdiler. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından sizin gördüğünüz binaların üst kısmına, hemen 500 metre ilerisine yeni binalar yapmak kaydıyla bin beş yüz kişilik mülteci kampı yapıyorlar. Bu ne demek; Irak sınırındaki, Suriye sınırındaki sığınmacılar ve diğer göçmenler burada konuşlanacak. Kabul ve Geri Gönderme Merkezi olarak yapılıyor. Bu da çok ciddi bir sıkıntı yaratacak Ayaşiçin. Kampın kapasitesi bin beş yüz kişi. Ama ucu açık. Yani bin yüz seksen dönüm bir arazide bu mülteci kampını yapmaya çalışıyorlar. Bu şimdilik ilk ayak. Avrupa Birliği muktesabatına göre anlaşmaları bin beş yüz.” Avrupa Birliği muktesebatı lafına takılıyor Özge, “Avrupa Birliği, Afganistan’dan, Irak’tan, Suriye’den gelecek sığınmacılara ne karışıyor. Onlara ne?

80 MİLYON AVRO İÇİN “Avrupa Birliği ülkeleri mülteci kamplarını kendilerine yük olarak görüyorlar. Mülteci kamplarını hem yönetemiyorlar hem de bu insanları topraklarında istemiyorlar. Onun için de bu mülteci kamplarını geri kalmış, sömürü altındaki ülkelere yönlendiriyorlar. Bunun karşılığında da para veriyorlar. Bu onlara daha karlı geliyor. Hem ticari, hem siyasi açıdan böyle düşünüyorlar ve haklılar. Siyasi anlamda ülkelerini bu sığınmacılardan arındıracaklar. Ticari anlamda da kazanmış oluyorlar.” Aklım karışıyor, “Afganistan nere, Irak nere, Suriye nere; Ayaş nere. Neden sınırda yapmıyorlar bu kampları? Bundan bir süre önce Silopi’de bir yığın olay çıktı. Diğer kamplarda da olaylar çıkıyor duyuyoruz bunları. Neden Ankara’da yapılıyor bu kamp?” Ali Başkaraağaç, en önemli nedenin para olduğunu vurguluyor, “80 milyon Avro gibi bir para var ortada. Bu 80 milyon Avro'yu 5 ile yaymışlar. 5 ilin ötesinde Ayaş'ı da ciddi bir merkez olarak görüyorlar. Bugün bin beşyüz, yarın 3 bin, 5 bin, 10 bin olabilir. Çünkü arazi olarak bin yüz seksen metrekare alana kuracaklar. Ciddi bir alan. Avrupa Birliği ülkelerinde mülteci kampları var. Bu kampları kapatmaya çalışıyorlar. Türk hükümetinin amacı da 80 milyon Avro'yu alabilmek. Bu 80 milyon Avro ile Avrupa Birliği mültecilerin yükünü bize taşıtacak. Tıpkı Afganistan, Irak, Suriye politikaları gibi. Burada Ayaş’ın seçilmesi hükümet açısından hiç önemli değil. Yani bu Ayaş olur başka yer olur hiç önemi yok.” Bir haber sitesinde bulduğum konuyla ilgili eleştiri yazısını başkana gösteriyorum. Yazı, Ayaş Belediye Başkanı Ali Başkaraağaç’ın, mülteci kampına karşı çıkmasını “Popülizm”, “Oy Avcılığı” olarak niteliyor ve oldukça ağır bir dille eleştiriyor. Başkan, yazıyı dikkatle okuyor. Bir süre düşünüyor, ”Yazıya tamamen katılıyorum.” diye söze başlıyor. “Yalnız” diyor, “Popülizm noktasına, oy avcılığı noktasına katılmıyorum. Şimdi biz Ayaşlılar, Türkiye’de mülteci kampına karşı bir duruş göstermiyoruz. Burada karşı duruş gösterdiğimiz şey tarihi dokunun bozulacağı bir, kültürel farklılıktan dolayı Ayaş’ta çatışmalar yaşanacağı, kargaşalar oluşacağı iki. Türkiye’de mülteci kampları yapılabilir. Ama bu kamplar sınır boylarına yapılmalıdır.

Sınır boylarında yapılan mülteci kamplarına karşı değiliz. Ülkemize sığınan bu kişiler kendi ülkelerinde, kendi mücadelelerini veren siyasiler de olabilir. Ama, içlerinde eroin ticareti yapanlar, hırsızlar, katiller de olabilir. Kendi ülkelerinde eziyet gören, baskı altında kalanlar da olabilir. Biz, sığınmacılara karşı değiliz. Çünkü biz de, geçmişte 60 İhtilallerini, 12 Mart muhtıralarını, 12 Eylül süreçlerini yaşadık. O dönemlerde Türkiye’den başka ülkelere kaçan, siyasi sığınma hakkı isteyen bir sürü insanımız oldu. Onların arasında benim de arkadaşlarım vardı. O dönemde ben Mamak Cezaevi’nden yatıyordum. Eğer kaçabilseydim, ben de bir ülkede mülteci olarak sığınma hakkını isteyenlerden olabilirdim. Ama burada şöyle bir sorun var; “Ben yaptım, oldu!” mantığından hareket yanlış sonuçlar doğrur. Bu tür projeler önce toplumda tartışılmalı, alt yapısı oluşturulmalı, alt yapısı oluştuktan sonra nerelere stratejik anlamda konulması gerekiyorsa, o şekilde değerlendirilmeli. Yani, “Bir boş arazi buldum, ben buraya mülteci kampı yapayım. Mülteciler gelsin, yaşasın. Buradan vatandaşlık hakkını alsın, burada yaşamaya devam etsin.” mantığı yanlış sonuçlara götürür bizi. Biz buna karşıyız mülteciliğe veyahut mülteci kamplarının oluşumuna karşı değiliz. Yani, “Neden Ayaş?” sorusunu sorduk biz. Her zaman sorduğumuz da buydu. Şimdi Ayaş’ın tarihi dokusuna baktığımızda, hala geçmiş kültürüyle yaşayan bir memleket. Turizme açılacak, açılmaya çalışan, açılmak için hazırlıklar yapan bir memleket. Sağlık turizminde, termal turizminde, hatta kültür turizminde gündeme gelecek bir kent. Siz yok cezaevi, yok ıslahevi, yok mülteci kampı projeleriyle Ayaş’ın önünü keserseniz, yarın yok olmaya mahkûm bir memleket olacak.” Özge, yakaladı lafın özünü, “Peki, Ayaş'ın önünün kesilmesinde bir çıkar amacı var mı?”

yi yere vurmuştu Özge. Başkan’ın gözleri bir an parladı; “Orda bir çıkar amacının olduğunu görüyorum. 80 milyon Avro gibi bir çıkar amacı var. Ayaş, bu 80 milyon Avro'ya feda ediliyor. Ciddi bir rakam bu 80 milyon Avro. Oysa, Ayaş’ın mülteci kampına değil, önündeki yarım kalmış projeleri çözecek yatırımlara ihtiyacı var. Örneğin, 1985’te başlanan bir cezaevi projesi var. Şu sırada bir bölümü Yarıaçık Cezaevi olarak kullanılıyor, kalan kısmı atıl duruyor. Onun ötesinde yine eski kapalı cezaevi var o da öyle duruyor.” Gülüyor, “Bu cezaevinde ne hikmetse devletin en büyüklerini ağırladık dönem, dönem. Milletvekilleri Korkut Eken ağırlandı, Hasan Celal Güzel ağırlandı. Yani Ayaş'ı tarihi kimliğiyle kültürel kimliğiyle hiç tanıtmaya fırsat bulamadık. Ayaş denilince akla “Ayaş Cezaevi” geldi. Ee, şimdi Ayaş denilince akla mülteci kampı gelecek. Yani bizim tepkimiz bizim duruşumuz buna. Yoksa mülteci kamplarına karşı değiliz. Popülizm yapmak gibi bir derdimiz yok. Niye mülteci kampı olmasın ki. Ama bu Sinanlı ile Ayaş arasına sıkışan bir noktada değil. Gelişim noktasında olan bir kentte olmamalı bu kamp. Örneğin, Van’da, Tekirdağ'da, Bolu'da var. Ankara'da niye olsun mülteci kampı. Yani bir Pakistanlı bir Sudanlı mülteci olabilir. Ama Ankara'nın Ayaş'ında olmasın. Biz de destek verelim biz de güç verelim. Ama, Ayaş’a yazık etmeyelim. Yinelemekte yarar var; biz mülteciye, sığınmacıya karşı değiliz. Çünkü geçmişte bize de siyasi sığınma hakkıyla sahip çıkıldı.” Bir an durup, düşünüyor, “Veya şunu yapsınlar; Siyasi sığınmacıları değerlendirsinler.Alsınlar siyasi mültecileri, barındırsınlar. Siyasi mültecilerin ötesindeki sığınmacı bana göre vatan hainidir, vatanını terk edendir. Ben öyle görüyorum.” Konuyu değiştirme zamanı gelmişti artık. İçmeceleri, kaplıcaları ünlü değil mi Ayaş’ın? Sordum, “Ayaş civarında kimisi inşa halinde, kimisi terk edilmiş termal tesisler var. Ayaş'taki termal su bu tesislerin hepsine yetebilecek düzeyde mi?” Başkan da sıkıntılıymış bu konuda, “Çağa beldesi var, o belde sınırları içinde sözünü ettiğiniz gibi inşa halinde ya da yarım kalmış tesisler var. Belde Ayaş’a bağlı değil, Güdül’e bağlı. Ama, Ayaş’ın adını kullanıyorlar. Neden, çünkü Ayaşiçmece ve kaplıcaları yüzyıllardır hizmet veriyor. Yüzyıllık bir tesis burası. Ayaş’ın merkezinde kaplıca tesisimiz yok. Bir tek Başkent Hastanesi’nin tesisi var. Bir de Türkiye Barolar Birliği’nin bir binası var. Onun dışındakiler Çağa beldesinde. Bir sondaj kuyusu açtılar. Hemen hemen 40 litre civarında bir su buldular. Etrafında hemen devre mülkler oluşmaya başladı. İleride insanların sıkıntıya düşeceğini düşünüyorum. Ciddi bir sıkıntı var. Çünkü yüz dönüm arazi üzerinde yüzlerce ortak oluşacak ve o suların da yetebileceğini sanmıyorum. Bizim Ayaş sınırları içinde aramalarımız sürüyor. Eğer sonuç alır, belirli kaynaklar yakalarsak, devre mülk şeklinde değil de, hastaneler gibi, fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezleri gibi, Avrupa bağlantılı ciddi sağlık kuruluşları ile işbirliği yapma projelerimiz var. Yani halkı kandırmadan, aldatmadan, sağlık turizmi hizmeti verilmesini sağlamak istiyoruz.”

GEÇMİŞİN HATALARI

Geliyoruz tarıma, “Ayaş’ın organik ürünleri konusunda belediye neler yapıyor? Destekleme çalışmalarınız var mı?” “Ayaş’ın domatesi, dutu, kirazı kadar dut pekmezi, pastırması da çok önemlidir. Dut pekmezini evlerde yaparlar, pastırmayı ise kuzu veya keçi etinden yaparlar. Türkiye’de böyle pastırma yiyemezsiniz, o kadar nefistir Sonra, biraz üzgün sürdürüyor, “Ama, biz geçmiş yönetimlerin hatasını çekiyoruz. Ben bu ürünlerin tescili için müracaat edecektim. Bir de baktık, vatandaşlardan biri hepsinin isim haklarını kapatmış. İsim haklarını alamıyoruz. Belediye olarak müracaat etsek de isim hakkı başkasında. Bizden önceki yönetimler uyanık olsalardı, akıllı davransalardı, isim haklarının tamamını almış olsalardı işimiz çok kolay olacaktı.” Başkan, Ayaşlılardan da şikayetçi, “Ben, kooperati&eştirmeyi özendirmeyi düşünüyordum. Ama, Ayaşlı, elimi kolumu bağlıyor. İşletme sahipleri, Ayaş’ın esnafı bu işlere çok yönelmiyor. Sanayileşmenin içinde hiç olmamışlar, kendi topraklarındaki mahsulü alıp yemişler, emeklilik hayatı yaşamaya çalışıyorlar. Onun için de belediyenin yapacağı hiçbir şey yok.”

YA MEŞEYİ ANIMSIYOR MU AYAŞLI?

“Ayaşlı” deyince başkan, aklıma Memduh Şevket Esendal geliverdi. Edebiyatta (MEŞE) lakabını da kullanan Memduh Şevket Esendal, “Ayaşlı ve Kiracıları” romanıyla, Ayaş’ın adını edebiyata kazımıştı ya, “Memduh Şevket Esendal’ı Ayaş’ta yaşatmak için bir girişiminiz var mı?” dedim. Başkanın gözleri parladı, “ Evet.” dedi, Ayaşlı ve Kiracıları romanıyla Ayaş’ı edebiyata sokan ünlü yazar ve siyaset adamı Memduh Şevket Esendal’ın adı, doğum yeri Çorlu’dan sonra Ayaş’ta da yaşayacak. Ayaş’ın her yeri güzeldir ama biz bunların arasından da en güzelini seçtik. Orada yaptığımız parka, Memduh Şevket Esendal’ın adını vereceğiz.” Biraz canı sıkılmış sürdürüyor konuşmasını, ”Aslına bakarsanız bunun yıllar önce yapılması gerekirdi. Ama, geç olsun da, güç olmasın dedik. Ayaşlı, Memduh Şevket Esendal’ı unutmadığını gösterecek.” “Göstersin bakalım.” dedik, yazıyı yayına hazırlarken, “Biz de, gider görürüz Solfasol Ekibi olarak. Azıcık da böbürleniriz: Bizim de katkımız oldu, bu parkın yapılmasında, parka Memduh Şeket Esendal’ın adının verilmesinde.” diye. Kısmet, Bakalım, Ayine-i Devran Ne Suret Göstere...

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış