Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Toplumsal Vicdan, Forumlarda İnşa Edilebilir mi?

Bu kırk günlük adalet ve özgürlük arayışı içinde birçok şeyi başardık: yanyana durmayı, temas etmeyi, ucundan da olsa empatiyi. Ama sanki hala bir topyekün vicdan sıçramasına ihtiyaç var gibi. Bu forumlarda bir toplumsal vicdan inşa edilebilir mi?

Toplumsal Vicdan, Forumlarda İnşa Edilebilir mi?

40 gündür, tam “kırk” gündür, daha önce benzerini yaşamadığımız bir toplumsallaşma yaşıyoruz. Tam kırk gündür sokaklardayız; çoğalıyoruz, azalıyor, sonra tekrar buluşuyoruz; farklı biçimlerde, şehirlerin göbeğinde, kenarında, “halk”a ait her yerde. On beş günü aşan ve tüm yurda yayılan, kimisi istemeye istemeye de olsa günler sonra anaakım medyaya yansıyan, ama çoğu gözlerden kulaklardan ırak tutulan, yoğun sokak gösterilerinin ardından, bu süreçte iyice devleşen çArşı’nın çağrısıyla halk parklara çekildi. Halk parklara dinlemeye, anlamaya ve söylemeye çekildi.

Ankara’da da forumlar İstanbul’la eş zamanlı ve hızla yaygınlaştı: Kuğulu Park’ta, Ethem Sarısülük (eski adıyla Çaldıran) Parkı’nda, Anıtpark’ta, Dikmen, Mamak, Batıkent, Keçiören, Çayyolu, Eryaman, Bahçelievler, 100.Yıl’da halk forumlar oluşturdu. Böylece barikatların ardında, yürüyüşlerde, oturmadurma eylemlerinde, TOMA ve akrep önlerinde, gaz yeme, su yeme rutinlerinde yanyana olduğumuz, yerden kaldırdığımız, bize ilk yardım uygulayan, suyumuzu simidimizi paylaştığımız insanlarla daha bir yakından tanışma, konuşma, tartışma, birbirimize temas etme şansı bulduk, buluyoruz.

Öyle haklıyız ki...

Başlarda forumların tek gündemi vardı: 30 yıllık sindirilmişliği, korkuyu üstlerinden atanlar ve sokağa ilk kez çıkanlar birlikte “Gezi Direnişi”ni, “ne yaşıyoruz? niye sokaktayız”ı uzun uzun tartıştılar. Orta yaş ve üstü için bir özeleştiri alanı oldu bu buluşmalar: Çoğu, yıllardır korku belasına, çaresizlik ve umutsuzluk belasına kendi kendilerini olup biteni TV başında seyretmeye mahkum ettiklerini itiraf ettiler; gençlere cesaretleri ve önderlikleri için teşekkür ettiler. Sokağın eleştirisi yapıldı: “kadınlara, eşcinsellere, trans bireylere, hayvanlara hakaret etmeden küfür edebilmenin yollarını bulmamız lazım” fikrinde uzlaşıldı.

Şiddet tartışıldı: “TOMA’nın kamerasına atılan taş şiddet midir” naifliğinde sorularla, ürkek bir güvercine yaklaşır hassasiyette konuşuldu konu. Ama polisin gaddar şiddeti öfkeyle kınandı. Sokaktaki halk, talepleriyle, mizahıyla, şiddetsizliğiyle, heterojen yapısıyla sokak direnişlerini kutsadı: “Öyle haklıyız ki...” Ama bazı konuların ele alınması hala mesele; daha doğrusu parktan parka değişen hassasiyetler var. Evet, izleme şansı bulduğum hemen her park forumunda “halkların kardeşliği” ilan edildi. Halkın sokağa çıkışını etnik kökenleri üzerinden anlamlandırmaya çalışanlara, usturuplu bir tarzda sadece kendilerinin sokakta olmadığı, omuzdaşlarının çok çeşitli etnik kökenden geldiği hatırlatıldı. Ama bazı forumlarda bu kardeşlik tanımı ağabey-küçük kardeş ilişkisi düzeyinden ileri taşınıp, ulusalcılığı/milliyetçiliği aşarak, “halkların eşitliği” düzeyinde tartışmaya açılamıyor henüz. İtiraf etmek lazım ki, izleyebildiğim Ankara forumları bu konuda, İstanbul’daki parklara göre, çok daha tutucu bir duruş sergiliyor.

Özellikle Kızılay ve Kavaklıdere gibi semtlerin iş merkezleri olmaları nedeniyle, bu semtlerdeki değişken, çeşitli politik ve sınıfsal geri planları olan katılımcı profiline sahip forumlarda durum böyle. Gerilimleri önlemek için sık sık “farklılıklarımızı değil ortaklıklarımızı konuşalım” vurgusu yapılıyor.

Hangisi sizin demokrasiniz?

İlk günlerden beri hemen tüm forumların ortak teması olan başka bir mesele de, halkın bu yeni söz söyleme sanatını/isteğini uzun erimli bir demokratik güce nasıl dönüştüreceği. Bu noktada iki temel yaklaşım var: temsili demokrasiye çeki düzen vermek ve bir an önce doğrudan demokrasi mekanizmaları ve pratikleri geliştirmek.

Temsili demokrasiye dair tüm forumlardaki ortak talep seçim barajının kaldırılması. Ama farklı seçenekler de tartışılıyor: muhalafet partilerinden birinin altında toplanarak seçimlere gitmek, hareketin kendi partisini kurması, bağımsız adaylar çıkarması gibi. Zaten uzun zamandır halkın temsiliyet yetkisini devrettiği partilerin şemsiyesinde birleşmek fikrinin güçlü itirazlara yol açtığını belirtmek lazım; çoğunluk demokrasiyi sistem partilerinin üzerinden değil yeni bir yapılanma üzerinden tartışmak istiyor. Doğrudan demokrasiyi yaşama geçirebilmek için forumların yerel halk örgütlenmelerine, örneğin mahallelerde karar alma mekanizmalarına dönüşmesi yönünde öneriler var. Yerel seçimler de bunun için önemli bir fırsat olarak görülüyor.

 Ancak hem bu konudaki pratik eksikliği, hem de forumlara katılımın hala yeterince yüksek olmaması kısa vadeye dair umutlanma konusunda şahsen beni çekimser bırakıyor. Bir yandan da, forumların kendi iç örgütlenmesi gibi konular görece hızla hallediliyor gibi görünse de, kimi zaman eski alışkanlıklarla “çoğunluk (%51) demokrasisi” eğilimi su yüzüne çıkabiliyor ve bu durum gerilimlere yol açabiliyor. Öte yandan, daha çok konutların olduğu semtlerdeki forumlarda mahalle dayanışması fikrini yaşama geçirmek adına güzel girişimler var: örneğin 100. Yıl Forumu’nun Takas Pazarı, ya da Kuğulu’da yaklaşık bir ay boyunca kesintisiz açık kalmış ve halkın getirdiği yiyecekleri halkla paylaşan mutfak gibi. İlk direniş tartışmaları tamamlanmaya yüz tutarken tematik forumlar ya da forumlarda oturumlar yapılmaya başlandı.

Örnekleri daha mahalle forumları oluşmadan Kuğulu’da gerçekleştirilen ve sonra diğer parklara da yayılan bu etkinliklerde pasif direniş/şiddetsiz eylem, medya ve iletişim, Türkiye hukukunda gösteri ve toplantı hakları, toplumsal cinsiyet, kentsel dönüşüm, AOÇ ve Tabiat Kanunu tasarısı gibi pek çok konu uzmanların da katılımıyla tartışılıyor. Ne için sokaktayız, nasıl sokakta olmalıyız gibi temel sorulara kafa yormak için bir alan açıyor bu tartışmalar.

Başından beri birçok forumda biz Ankaralıların utancı AOÇ meselesi gündeme geliyor. AOÇ’nin maruz kaldığı talanı acil bir kentsel mücadele konusu yapmak için işgal önerileri, çeşitli eylemler tartışılıyor. Belki de böyle bir somut hedef, Ankara’nın yoğun polis şiddetine maruz kalan, son zamanda dağınıkmış ve sanki sönümleniyormuş gibi görünen direnişini yeniden canlandırır. Gezi’de herşey “samimi” ve “masum” bir mekan savunması ile başlamamış mıydı? Aslında, mekanın politikliği ve politikanın mekanı üzerine çok şey yazılıp söylenebilir bu forumlardan yola çıkarak, sağlam kafayla. Parklar mı, sokaklar mı? Amaç bir İstanbul ve Ankara kıyaslaması yapmak hiç olmasa da, forumların örgütlenişiyle ilgili gözlemlediğim temel bir farktan söz etmeden geçemem. Evet, halk parklara çekildi ve sokakları günlük yaşamın akışına bıraktı. Ama memlekette polis şiddeti, haksızlık ve adaletsizlik durulmuyor: bir gün polis tarafından öldürülmüş Ethem’in katilinin serbest bırakıldığını öğreniyoruz; başka bir gün Lice’de “savaş değil barış istiyorum” diyen Medeni’nin vurulduğunu; insanların hukuksuzca evlerinden toplanıp gözaltına alındıklarını; sonraki gün TMMOB’un yetkileri elinden alınarak toplumsal muhalefete yeni bir darbe vurulmaya çalışıldığını; aynı gün Ali İsmail’in ölümü aracılığıyla devlet şiddetinin sokak arası çetelerinden, hastanede yaralıya hizmet vermeyen doktorlara kadar uzanan anatomisini görüyoruz.

 İşte sözün boğazımızı tıkadığı bu anlarda, halk yine parklardan sokaklara çıkmak istiyor adalet talep etmek için. Görebildiğim, böyle anlarda İstanbul forumları birlikte ve çoğalarak dayanışmayı ayakta tutmak konusunda Ankara’ya göre çok daha hızlı ve kararlı tepkiler verebiliyor. Ankara’nın tepkilerini örgütlemesi ise zaman alıyor ve maalesef sanki giderek bu tepki sönümleniyor. Ateşin düştüğü (Eskişehir, Hatay gibi) şehirleri dışında tutarak sormak lazım: acaba durum diğer şehirlerde nasıl? Bu kırk günlük adalet ve özgürlük arayışı içinde birçok şeyi başardık: yanyana durmayı, temas etmeyi, ucundan da olsa empatiyi. Ama sanki hala bir topyekün vicdan sıçramasına ihtiyaç var gibi. Bu forumlarda bir toplumsal vicdan inşa edilebilir mi?

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış