Ümmiye Koçak’la Söyleşi: Anadolu’da Bir Afife Jale

Ümmiye Koçak’la Söyleşi: Anadolu’da Bir Afife Jale

Ümmiye Koçak’la Aslanköy’deki evinde sohbet ettik. Öyle sıcak karşıladı ki, komşularıyla bayram için imece usulü ekmek yapıyorlardı bahçede. Hamurun başından kalktı; hamur kokan elleri, unlu şalvarıyla kadın olmanın başka dünyalarına götürdü bizi. Sabancı Vakfı’nın toplumsal gelişmeye katkıda bulunan “sıra dışı kişilerin olağanüstü öykülerini” anlatan, “Fark Yaratanlar” programında “Ümmiye Koçak” kendine çok yakışan bir ünvan sahibi olmuş. "Afife Jale'nin Ruhunu Taşıyan Kadın" ünvanını alan Koçak, "Afife Jale hayalim. Birçok yerde, birçok yaptığı işle kendimi yıllardır hep özdeşleştirmiştim," diyor.

Deniz Zeka: Nasıl bir çocukluk ki buralara kadar taşıdı sizi?

Ümmiye Koçak: Ben 10 kardeşin altıncısı olarak Adana’nın Çelemli köyünde dünyaya geldim. Benim köyümde o zamanlar kız çocukları okula gitmezdi, ayıptı, dedikodu olurdu. Kızlar evin dışına çıkmazdı, sadece ev işi yapardı. Ben 7-8 yaşlarındayken bir gün camiden bir anons yapıldı. “Her evden bir kız çocuğu okula gidecek, eğer gönderilmezse baba ya da anne hapse atılacak.” diye. Ben öyle bir sevindim ki, çünkü “Ben gideceğim.” diye düşünüyorum. Sonra yelkenler suya düştü, çünkü kardeşimin gideceğini söylediler, ama O okula gitmek istemedi. Bu nedenle ben gittim ve tesadüfen ilkokulu bitirdim. Çok şanslıydım evimiz okula yakındı, okulun bahçesinde öğretmen lojmanları vardı. Öğretmenler ablamlarla çok samimiydi, beni de çok severlerdi. Öğretmen bir gün bana “Hadi masamın üstündeki kitabı alıp gel.” dedi. Öğretmenin masasındaki kitabı aldım. Kitabın üstünde kırışık yüzlü aynı anam gibi bir resim var, ama adı yabancı, şöyle bir araladım kitabı içini karıştırdım, baktım.  Evin içinde sobası var, demir bir divan, yoksulluk aynı bizim ev, hatta bizim köy. O kitabı anlatan kişi de köydeydi hatta yabancı bir köydeydi  ve hayal kuruyordu. Onun hayalleri benim elime ulaşmıştı. Yabancı bir ülkede anlatılan bir olayı ben burada okuyabiliyorsam ben de yazacağım, bizim yoksulluğumuzu da başkaları duysun diye düşündüm. İlkokul üçüncü sınıftayım. Öğretmenin yanına gidene kadar sayfalarını çevirdiğim kitapta, o kısacık zamanda ben nereleri gezdim bir bilseniz. Ben ilkokulu bitirince okuyamayacaktım, bunun bilincindeydim. Ne yapabilirdim. En kolayı hayal kurmaktı. Onun peşinden gitmekti. Ben de onu yaptım; hep okudum üretmeyi, başarmayı çok seviyorum. 

Meltem Sezen Kılıç: O kitabın adı neydi?

Ümmiye Koçak.: Maksim Gorki’nin Ana kitabıydı. Ben o kitabı elime aldıktan sonra hayal kurmaya başladım ve o kısacık anda gördüklerimi kendimle özdeşleştirdim.  

Ümmiye Koçak www.ummiyekocak.ne Ümmiye Koçak www.ummiyekocak.ne

Deniz Zeka: İlkokul bitti ve okuldan ayrıldınız. Hayatınız sonra nerelere evrildi?

Ümmiye Koçak: Köyde büyüdüm, köyde yaşıyorum ve bundan hiç rahatsız olmadım. Evlendikten sonra Mersin Aslanköy’e geldim. 19 yaşındaydım, iyi bir dinleyiciydim, iyi bir gözlemciydim. Önce yeni geldiğim yeri gözlemledim. Benim köyümde kadınlar işe gitmezdi; gelin geldiğim köyde erkekler oturuyor, kadınlar çalışıyordu. Ben bir şeyler yapmalıyım dedim. Okul var öğretmen yok, hastane var doktor, hemşire yok, buna önce bir anlam veremedim. Sonra sordum soruşturdum, meğer bekâr gelenler evlenip çocukları olunca baktıracak kimse bulamayınca tayinlerini isteyip gidiyorlarmış. Ben de “Bizler bakalım.”  dedim. İlk kez memurların çocuklarına bakmaya başladım. Sonra baktılar ki hiçbir şey olmuyor. Aileler genç kızlarını da göndermeye başladı.  Temizliğe gitmeye başladım. Gençlere öncülük yapıyordum ama “Başka bir şeyler daha yapmam gerekir.” diye düşünüyordum. Yaşadığımız yer Güney Toros dağlarıyla çevrili. Aslanköy kapalı bir yer. Öyle bir şey yapmalıydım ki “Burada yaşayan kadınların sesini Mersin’e duyurmalıyım.” diyordum. Ağzımdan Mersin çıkıyordu, ama yüreğim “Dünyaya duyurmalıyım.” diyordu.

Meltem Sezen Kılıç: Tiyatro hayatınıza nasıl girdi?

Ümmiye Koçak: Ben ne yapacağımı bilemiyordum, arayış içindeyken Tarsus’tan okula tiyatro gelmiş, öğretmen çocuklara “Annenize babanıza da söyleyin gelebilirler.” demiş. Ben hemen söylenen saatte okulun bahçesine gittim, en ön sıraya oturdum. Oyun oynanırken düşündüğüm tek şey, oynayan çocuğun adı kendi adı mı?  Oyun bitince, oyuncunun yanına gittim “Kuzum senin adın ne?” dedim. “ Aliii” dedi. ”Ee ama demin Veli'ydi ya yavrum” dedim. “O benim rol adımdı.” dedi. Ben gece eve geldim sabaha kadar uyumadım. Ben de tiyatro yapabilirim ve köydeki kadınların sorununa ayna tutabilirim diye düşündünmeye başladım. Ayşe Teyze Fatma Teyze’yle kavga ediyor, şuradaki komşumla buradaki komşum kavga ediyor. “Ben bunları oyunlaştırayım herkes kendini görsün ve yanlışlarını anlasınlar.” dedim. Ben ilk oyunda özellikle eşleri içki içenleri, çalışmayanları, eşlerine kötü davrananları seçtim. Kahvenin önünde oyunu izlediler. Oyuncunun birinin eşi çok alkol alıyordu. Oyundan çıkınca “Ümmiye Abla bu biraz bana mı benziyor?” dedi. Ben de “ne biliyim, sen düşün” dedim. “Amma yaptın canım kadına öyle davranılır mı ya!” diye söylene söylene gitti. Önce karısının oynamasını istemeyenler, film çekerken geldiler “Ümmiye Abla benim hanıma da küçük de olsa bir rol versen.” dedi. Ben öyle bir  sevindim ki,  çünkü bir kişinin kafa yapısını değiştirsen bile o kadar önemli ki. 7 kadınla yola çıktım. İlk oyuncuları bulmak çok zor oldu. Bazılarıyla yollarımız ayrıldı. Şimdiye kadar elli kadar oyuncuyla çalıştım.

Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu turnede www.ummiyekocak.net Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu turnede www.ummiyekocak.net

Deniz Zeka: Peki bütün bunları niçin yaptınız?

Ümmiye Koçak: Ben “kadınlar için ne yapabilirim?” diye düşündüm hep. Benim tek bir amacım vardı, bu yola çıktığımda kadınların sesi olmaktı. Hepsinin oğlu/kızı var. Komşunun birinin oğlu karısından ayrıldı, diğer komşunun kızı kocasından ayrıldı. Niye biliyor musun? Biri sindirmeyi öğrendi, biri sinmeyi öğrendi. Bu benim çok canımı acıtıyordu. Kadınların kendilerine öz güvenlerinin oluşmasını istiyordum. Kendilerini ifade edebilsinler istiyordum. Hayır demesini bilmelerini istiyordum. Koyun gibi güdülmesinler istiyordum. Kendim de dahil biz kadınlar kendimizi geliştirmeliyiz. Bunun farkındayım.

Meltem Sezen Kılıç: Tiyatroyla kadınların bunu fark etmesini sağlamak istedin.

Ümmiye Koçak: Aynen. Tiyatroyu ilk kurduğumda en çok ezilenleri seçtim özellikle. Yaşadıklarını, kendilerini görsünler, onu ifade edebilsinler, özgüvenleri gelişsin istedim. Amacım kadının; ben bir bireyim, ben anneyim, ben güçlü bir kadınım, ben birinin kızı ya da karısı değilim. Ben kadınım. Ben benim, benim hakkımda hiç kimse karar alamaz. Bunun için mücadele ettim. Tiyatroya 2000-2001 yıllarında başladık. Sahneye ilk koyduğumuz oyun Remzi Özçelik'in “Taş Bademleri” adlı oyunuydu. O zamandan bu yana her yıl bir oyun, bir öykü yazıyorum ve onları sahneliyoruz.

Deniz Zeka: Neden sanat, sanatın hayatımızdaki yeri nedir, bu kadar önemsiyorsunuz?

Ümmiye Koçak: İnsanın eğitiminde gerçekten sanat olmalı, kendini geliştirmesinde, özgüveninin gelişmesinde. Bir çocuğa “şunu al, şunu yap” desek yapamaz/yapmaz, ama onu oyunla anlatsan hemen anlar yapar. Gerçekten sanatın her dalı iyi, ama bana göre tiyatro drama bambaşka.

Meltem Sezen Kılıç: Kadının kadına şiddeti üzerinde de çok duyarlı olduğunuzu  biliyoruz. Yün Bebek filmi bunun için çekilmiş bir film. Bu konuda neler söylersiniz?

Ümmiye Koçak: Yıllar önce, benim çok canımı acıtan bir olayın farkına vardım. Köyde 70-80 yaşında teyzelerle konuşuyorum onlar anlatıyor. İçlerinden biri, “Ben çocukluğumda hiç oyuncak görmedim biliyor musun?” dedi. “Ağamın kızına şehirden bebek gelmişti, ben de bir bakayım.” diye istedim. Beni hem annem dövdü hem babaannem dövdü. Ben bunu duyunca çok üzüldüm. Anlatan teyze kendi babaanne olmuş ama hâlâ o çocukluk günlerini unutamamış, hâlâ titriyor. Ben sabaha kadar uyuyamadım, düşündüm. Kadından kadına şiddet bazen daha fazla oluyor. Bunun için ne yapabilirim diye düşündüm.
Çocuklarımıza ne verirsek onu alıyoruz. Annelerin bilinçlenmesi gerekir diye düşündüm,erkeklerden ziyade kadınlar. Sonra ben bunun filmini çekmeye karar verdim. Yün Bebek filminin öyküsünü yazdım. Şiddetin her iki türlüsü; hem erkeğin kadına uyguladığı şiddet, hem de kadının kadına uyguladığı şiddet anlatılıyor. İkisinin de üstüne üstüne gidilmeli. Yün Bebek çok ses getirdi. Bu filmin daha çok kitleye yayılmasını istiyorum. Televizyon kanallarında yayınlanması  daha geniş kitlelere yayılması açısından çok önemli.

Deniz Zeka: Bu filmle Avrasyalı En İyi Kadın Sanatçı ödülünü almıştınız.

Ümmiye Koçak: Evet. Avrasyalı En iyi Kadın Sanatçı ödülünü getirdi. Tabii ki bunda birçok kişinin emeği var. Başta Aslanköy halkı.

Meltem Sezen Kılıç: Aslanköy’de mi çektiniz?

Ümmiye Koçak: Aslanköy’de çektik herkesin desteği ile oldu. Hiç kimse tek başına bir şey yapamaz. İnsanın bir kıvılcıma ihtiyacı var aslında. Biz kadınlar bananeciyiz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, diyor, rahatımızı bozmak istemiyoruz. 

Deniz Zeka: Okumayı sevdiğinizi biliyoruz. Nereden buluyorsunuz kitapları?

Ümmiye Koçak: Ben üçüncü sınıfta kitap okumakla tanıştım ve o günden beri de okurum. Okumayı çok seviyorum. İlk zamanlar kitap bulmak için çok zorlandım. Burada Başpınar’da Mine Hanım var bana ödünç kitap getiriyordu. Belgeselden sonra sesim duyulunca herkesten gelmeye başladı. Bütün yazarlar kitaplarını gönderdi.

Meltem Sezen Kılıç: Yeni bir oyuna başladığınızda çalışmalarınız nasıl devam ediyor, nerelerde sergiliyorsunuz?

Ümmiye Koçak: Evlerde çalışıyoruz. Bu çalışmalar bizi engellemiyor hiç. Davet gelen her yere gidiyoruz. Geçen hafta Konya Ereğli’de bir düğünde oynadık. Benim için de bir ilkti o. Her zaman, her yerde, her şey olur. Yeter ki insanlar istesin.
Deniz Zeka: Son oyununuzun adı ne?

Ümmiye Koçak: “Ana Bak Gökyüzü Delinmiş.” Küresel ısınmayı anlatıyor. Bu sadece bizim sorunumuz değil, bütün dünyanın sorunu. Biz yine de şanslıyız, Afrika’ya baksanıza susuzluk, açlık, insanlar çok zor koşullarda. Şimdi tekstleri hazırladım, çalışmalara başlayacağız. Diğer oyunumuz “Baba Ben Geldim”in de ses getirmesi benim için çok önemli, çünkü terse göçü işleyen bir oyun. Köyler boşaldı. Şehre gidince sanki her şey çok iyi olacakmış gibi düşünüyorlar, her şeyi satıp savıyorlar.

Meltem Sezen Kılıç: Yazmaya nasıl başlıyorsunuz?

Ümmiye Koçak: Önce hikayeye karar veriyorum, kafamda dönüp duruyor sonra kurguluyorum. Kurgusu bitince çok kısa sürede bitiririm.

Deniz Zeka: Küçükken, Adana’daki tepede yansıtıcının yanında söylediğiniz gibi hem televizyona çıktınız hem dünyayı dolaştınız. Nerelere gittiniz?

Ümmiye Koçak: İtalya, İspanya-Bilboa, San Sebastian, Vietnam, Tayland, Tayvan, Kamboçya, New York… İlk belgeselle gittik. Sonra konuşma için davet ettiler. Sırbistan’a Hamlet Festivali’ne konuk olarak çağrıldık. Bizim Hamit oyunundan parçalar gösterdiler ve ayakta alkışlandık. Madrid’e Ronaldo ile reklam çekimine gittim. 

Meltem Sezen Kılıç: Hamlet’i Hamit’e dönüştürdünüz bu dönüşümle yapmak istediğiniz neydi?

Ümmiye Koçak: Shakespeare ta o zamanlar, 16. yüzyılda bencilliği anlatmış. Biz hâlâ aynı noktadayız. Hiçbir ilerleme yok. Ben de bunu bizim köyün insanlarına anlatmak istedim. Ayna tutup “bak sen de böylesin”i göstermek istedim. İnsan kendi gibi olunca anlıyor ya. İnsan kendini insanda tanıyor. Bir şeyleri anlatmak istiyorsan öğüt vermeyeceksin. Ayna olacak.

Deniz Zeka: Komşularınız için  şanssınız siz, ne kadar güzel. size güvenip arkanızdan gelmişler.

Ümmiye Koçak: Öyle dersek eksik olur, onlar da benim için şans. İnsan, tek başına bir şey yapamıyor, gerçekten birlikten kuvvet doğuyor. Sadece benim güçlü bir kişiliğim var, inatla yapmak istediğim şeyleri yaparım. Ben çocukluğumda da öyleydim kafama koyduğumu yapardım. Ağır adımlarla ilerliyorsan, insanlara güven veriyorsan, bir gün, bir yerde mutlaka arkandan geliniyor. Güvenenler çıkıyor, o zaman.  Ben ilk önce güvenle başladım. Ben aileme, komşularıma o güveni vermeseydim benim arkamda olmazlardı. Çıktığın yolda ilk önce kendine güveneceksin sonra ailene.  Belirlediğin hedefe ağır adımlarla gideceksin. Başladığın işi sonuçlandıracaksın. 

Meltem Sezen Kılıç:  Kadınlara, erkeklere ne söylemek istersiniz?

Ümmiye Koçak: İnsanların her şeyden önce şundan emin olması lazım; çetin yolda kendi iradenle, kendi aklınla, kendi zekânla yürüyeceksin. Kendini iyi tanıyacaksın, ne istediğini bileceksin. Eğer kendini tanımazsan, ne istediğini bilmezsen başkasının istediğini yapmak zorunda kalırsın. Başkalarının aklıyla yola çıkarsan da o omzunda ağır bir yük olur, o yükü yarı yolda atarsın ve başarısız olursun. Şu hiç unutulmasın; İsteklerinin, azminin önüne parayı geçirirsen işte o zaman başaramıyorsun. Her zaman belirlediğin hedefin olmalı. Para sonra, o yaşamak için lazım. Para amacın olmayacak. Her zaman en başta hayallerin olacak. Ben çocukluğumda bizim köyün dağlarından görünen yerlere bakardım, ışıklar görürdüm. Adana’nın ışıklarını gördüm ben “Ben bir gün oraya gideceğim” derdim. Meğer o gördüğüm ışıklar bizim köye çok yakın bir köyün ışıklarıymış. Bizim köye çok yakın bir dağın tepesinde yansıtıcı vardı, öğretmenimiz bizi bir gün iletişimle ilgili dersimiz için oraya götürmüştü. “Televizyon için paket yayın programlar yapılıp oradan dağıtılıyor.” diye anlatmıştı öğretmenimiz. Ben de oradayken yine “Bir gün televizyona çıkacağım.” demiştim. İnsan hayal kurmalı sonra da hayallerinin peşinden gitmeli. Şu da unutulmamalı; hayal kurmak başka bir şey, hayalperest olmak başka bir şey.

Meltem Sezen Kılıç: ve Deniz Zeka: Son olarak gençlere ne dersiniz?

Ümmiye Koçak: Kendinizi tanıyın, hedef belirleyin, asla pes etmeyin, o hedefe de ağır adımlarla ilerleyin. Acele ederseniz tökezleyip düşebilirsiniz, kalktığınızda aynı yerde olmayabilirsiniz. Okuyun, okuyun, okumadan hiçbir şey olunmaz. Okudukça ufkunuz gelişir. Ufkunuz geliştikçe bakış açınız gelişir. Böylece insanları daha iyi tanırsınız. “Hayal kuruyorum ama olmuyor.” demeyin, harekete geçin. Harekette bereket vardır.

Moderatör Deniz Zeka & Meltem Sezen Kılıç

YAZININ BASILI HALİ

POPÜLER İÇERİK