“Yatağan Olarak Üçüncü Defadır Özelleştirmeyle Savaşıyoruz”
Özelleştirme karşıtı eylemlerinin 25 yıllık bir süreci kapsadığını vurgulayan Özcan, Enerji santrallerinin ve madenlerin özelleştirilmesiyle ilgili Özal döneminde yapılan kanun değişikliğinin ardından, çalıştıkları santrallerin 1997 ve 2001 yıllarında olmak üzere iki defa satıldığını, her iki satışın da barikat ve mücadelelerle püskürtüldüğünü söyledi. Özcan, Yatağan işçilerinin 25 yıllık geleneğinde, alıcı firmaların işyerlerine girmelerinin ihtimal dâhilinde olmadığını ifade etti. Ankara’da müdahalelere rağmen direnişlerini sürdürdüklerini belirten Özcan, tüm emek dostlarını ve kitle örgütlerini kendileriyle dayanışmaya çağırdı.
“Teklif Veren Altı Firma Var”
Özcan, Termik Santral ve madenlerin satılması halinde işçileriyle birlikte firmaya devredileceğini; böyle bir durumda 4857 Sayılı İş Kanunu’na tabi olan işçilerin ‘ben kamu işçisiyim, başka bir devlet kurumuna geçmek istiyorum’ deme haklarının bulunmadığını söyledi. Ancak 6 ay içinde firma işten atarsa 4/C’ye geçme haklarının doğacağını ama bunun da kölelikten başka bir şey olmayacağını söyledi. “Enerji ve maden bir kamu hizmeti olarak kalmalıdır” diyen Özcan, Yeniköy ve Kemerköy için teklif veren firmaların kiminin yabancı sermaye destekli olduğunu; kiminin de seçim öncesi tapelerden tanıdığımız firmalar olduğunu ama küreselleşen kapitalizm karşısında asıl meselenin firmaların niteliği değil; özelleştirmeler, kaynakların parsel parsel satılması olduğunu söyledi. Bu satışları yapabilmek için iktidarın da tüm önlemlerini aldığını belirten Özcan; Özelleştirme İdaresi’ne bilgi almak için girmek istediklerinde, çok sert toma ve biber gazlı müdahalelerle karşılaştıklarını, yağmurdan korunmak için parkta branda sermelerinin bile polis tacizleriyle karşılandığını, sivil polislerle çevrelendiklerini ve yalnızlaştırılmak istendiklerini belirtti. Teklif veren 6 firma olduğunu, 6 firmanın da birbirinden farkı olmadığını söyleyen Özcan, “Özelleştirmelerle yapılan vatana ihanettir, direnişimiz haklı ve meşrudur” dedi.
“1 Mayıs’ın Öznesi, Greif İşçileri İle Birlikte Yatağan İşçileri Olmalıdır”
Türkiye’nin her yerinde irili ufaklı direnişler olduğunu belirten Özcan, “Denizli’de Zorlu Holding Taç Tekstil fabrikasında sırf sendikalı oldukları için işten atılanlar var, hala direniyorlar. Denizli Deba Tekstil’de işten atılanlar 22-23 aydır direniyorlar. Greif ona keza. Kazova işyerini işgal, üretim araçlarına el koyma ve kendileri için üretim yapma anlamında Türkiye işçi sınıfının ilk deneyimidir. Türkiye’nin her yerinde var olan direnişler birleştirilmeli ve 1 Mayıs’ın da öznesi Yatağan direnişi ve Greif direnişi olmalı, yani biz öne çıkarılmalıyız bana göre. Bizim direnişimiz diğer direnişlere de ivme kazandırdı. Zonguldak Çatalağzı’nda cumartesi günü bir miting düzenliyorlar, biz de oraya bir katılım sağlayacağız. Onların da pazartesi günü ihale için son teklif verme günü, yani teklif veren firmalar belli olacak. Buradaki hareket, her yere yansıyacak. Biraz önce Zonguldak TTK’dan bir grup arkadaş vardı, onlarla birlikte üniversitenin kampüsüne gittik, oradaki öğrenci arkadaşlara 8 gündür burada olduğumuzu söyleyip bizlere destek vermelerini istedik. Evvelki gün de ODTÜ’ye gitmiştik. Parklarda akşamları toplanan gruplar var mahallelerde, oralara gideceğiz, kendimizi anlatacağız, burada olduğumuzu söyleyeceğiz. Güç toplamaya çalışıyoruz. Buraya hapsolmadık aslında, boş durmuyoruz.” dedi.
“Türkiye’de Enerji Politikası Yok”
Türkiye’de enerji politikası falan olmadığını, yalnızca satmaya ve dışarıdan satın almaya dönük girişimler olduğunu belirten Özcan, şunları söyledi: “Enerjinin %60’ını dışarıdan ithal ediyoruz. %40’ı yerli kaynaklardan, onları da özel sektöre peşkeş çekiyoruz. Yani Türkiye’nin enerji politikası yok; tamamen özelleştirme ve dışarıdan alma üzerine kurulmuş. Doğalgaz üreten ülkelerde bile bizim kadar doğalgaz harcayan ülke yok. Doğalgazdan elektrik üretiyoruz 20 cent’e. Termik santralde elektrik 3 cent. Aradaki farkı düşünebiliyor musunuz? Yani doğalgazla üretilen elektrik enerjisi, abonenin parasından daha fazla, devlet aradaki farkı kendisi subvanse ediyor. Bursa’da, Hamitabat’ta, Aliağa’da doğalgazla çalışan elektrik santralleri var.”
“Özelleştirmeden Sonra Yatağan’da Bir Çevre Katliamı Yaşanacaktır”
Özcan, Yatağan’da özelleştirmenin arka planında büyük bir ekolojik sorunun yattığını şu cümlelerle açıkladı: “Enerji üretilirken çevre de zarar görüyor. Çevreye zarar vermeden enerji üretmek gerekiyor. Bizim mesela Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrallerinde geçtiğimiz 10 yıla kadar filtreleme sistemleri yoktu, sülfirik asit yağmurlarına maruz kalıyordu doğa, tarım, hayvanlar ve insanlar. Kanser vakalarının en yüksek olduğu bölgelerden biridir Yatağan. O yüzden filtreler takıldı, tabii maliyetli şey bunlar, şu anda çevrenin en temiz havasını biz soluyoruz. Ancak bu filtreleme sistemleri de insan sağlığından çok firmaların çıkarları gereği oluşturuldu. Hatta özel sektöre şöyle bir imtiyaz tanındı orda, 2022 yılına kadar o filtreleri çalıştırma zorunlulukları yok. Geçtiğimiz mart ayında yapılan kanun değişikliğine göre 2022 yılına kadar termik santrallerin verdiği zararlar nedeniyle firmalara ceza kesilemeyecek. Çünkü baca gazını temizlemek, orada üretilen enerjinin %15’ini harcamak demektir. Ayrıca hammadde, personel giderleri ve bakım masrafları nedeniyle hava gazı temizleme ünitesinin fazlaca masrafı var. Bir santrali satabilmek için firmaya iki şeyden birini muhakkak vermek zorundasınız. Ya enerji alım garantisi vereceksiniz firmaya, ya da bütün engelleri kaldıracaksınız. Bizim Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy’de yalnızca çevre engeli vardı. Çevre engelini kaldırdılar, özelleştirmenin önü de açıldı.”
Direnişte Kadın Olmak
Yatağan işçilerinin Ankara direnişinin 8. Gününde az sayıda da olsa kadın direnişçiye rastladık. Bunlar Yatağan İşçileri Hâlâ Ankara’da... Ropörtaj ve Fotoğraflar: Birgül Ulutaş, Fahri Aksırt solfasol Ankara’nın Gayriresmi Gazetesi Haziran 2014 15 arasında kendisi Yatağan işçisi olanların yanı sıra eşine, oğluna destek vermek için gelenler de vardı. Direnişçi kadınlardan Nazan Hanım, işçi pozisyonunda kadın sayısının çok az olduğunu; kendi kurumunda Yatağan ve Milas’la birlikte toplam 11 kadın işçinin çalıştığını; bunlar içinde hasta olanlar ve doğum yapanlar, bebeği olanlar olduğu için Ankara’ya gelemeyenler olduğunu açıkladı ve “kadın işçiler destek vermiyormuş gibi algılanmasını istemem” dedi. Direniş ve toplantılarda kadınların bulunmasına özellikle dikkat ettiklerini, çünkü bu sayede dışarıdan görenlerin daha çok ilgi gösterdiklerini belirtti. Bu merkezde Muğla’daki imza kampanyasında 40.000 civarında imza topladıklarını, sadece kendisinin yaklaşık 5000 kişiyle birebir görüştüğünü ifade etti.
“Benim Buraya Gelmem Lütuf Değil!”
Nazan Hanım’ın gözlemlerinden işyerinde, direnişte, kamuda ve özel sektörde kadın olmanın ne ifade ettiğini anlamaya çalıştık. Bu konuda ilk yakınış, Yatağan’dan kalkıp Ankara’ya direnmeye gelen bir kadın imgesinin kendisine dair algıya yönelen bir serzenişti. Nazan hanım, kendisine Ankara’da sorulan bir soruyu çok yadırgamıştı ve bu soruyu bir kez de kadının direnmesine karşı toplumsal yargımızı eleştirmek için yanıtladı: “Şöyle… Bir tane üniversiteli öğrenci geldi. İletişim Fakültesindenmiş. Konuştuk biraz sohbet ettik. Dedi ki: Abla dedi, eşiniz sizi nasıl bırakmış? Niye ki dedim, eşim beni çalıştırırken iyi, o zaman beni oturtsun. Bana göre öyle, buraya gelirken ben izin bile almam ondan. Ha, öyle bir tercihi varsa giderdi, bir ev hanımıyla evlenirdi. Sonuçta bu da benim işim. Ben işyerimde de erkeklerle çalışıyorum. Bunu farklı görmüyorum. Bazı kafalar farklı görüyor…” “…Bir bayan, üniversite öğrencisi, pırıl pırıl bir genç kız, iletişimde, güzel bir üniversitede okuyan… Bunu düşünebiliyorsa… Artık onu şiz düşünün. Ben buraya gelmekle lütufta bulunmuyorum. Ben aynı maaşı alıyorsam, yeri geldiğinde haksızlık yapılıyor, bayan erkek falan diyorsam; bugün de burada olmalıyım.” Direnişte İşçi Eşleri Yok! Nazan hanım’ın “direnişteki kadın” algısı hakkında, erkek işçi arkadaşlarına ve onların çalışmayan eşlerine de bir çift sözü vardı. “…Mesela biz dün şöyle bişey yaşadık. Biz Yatağan’da büyük bir gösteri yaptık. Ciddi anlamda AKP’ye falan yürüdük. Yani kendi çapımızda büyük bi gösteri. Bizim arkadaşlardan bir tanesinin eşi de yine o da bir işçi bayan. Biz bayanları öne aldılar. Ben döndüm, arkadaşa söyledim: ‘Eşin nerde?’ dedim. ‘Abla’, dedi ‘arkada’. Dedim ki, ‘gelsin öne biz bayanların yanına gelsin!’. ‘Yok ya abla’ dedi, ‘gerek yok, şimdi erkeklerin içine çok girmesin’, dedi. Yani ben de ‘şu dakkaya kadar kendimi bayan gibi görmüyordum ama bana bayan olduğumu hissettirdin’, dedim. Ne demek ya… (çalışmayan bayan arkadaşlara) gittim dedim ki: Benim tamam maaş yarıya düşecek, işyerimden memnun olmayacağım. Ha çok önemli değil, biz zaten çift maaşız. Peki siz, dedim yarın kocanız dedim, o şekil yarım geldiği zaman, evde tartışma çıktığı zaman yarın, sizi etkileyecek. Allah aşkına çıkın şu evlerinizden.” “…Mesela şey oldu… Biz Yatağan’da ilk çıktığımız zaman bayanlar, eşler yani çok görünmediler. Ve Yatağan halkı şunu dedi, siz dedi sitede oturuyorsunuz, önce kendi bayanlarınızı çıkartın. Bayanlar gelmişti, Yatağan’ın bayanları. Bir baktık, işçi eşleri yok! Sizin dediler, eşleriniz yok, e o zaman bizim ne işimiz var! E haklı… Yani ben kendi adıma bundan rahatsızım.”
İşyerinde Kadın Olmak!
İşyerinde kadın olmanın güçlükleri, özel sektörde kadın olmanın güçlükleri, hepimizin malumu… Özelleştirme gerçekleşirse kadın işçilerin çalışma koşullarının da giderek zorlaşacağını düşünerek, Nazan hanıma bunu sormak istedik. Acaba bir kadın işçi olarak özelleşme sonrasındaki koşulları için ne düşünüyordu? Nazan hanımın bu soruya cevabı, kadın işçi olmayı aşan, kadın erkek bütün işçi sınıfını kucaklayan biğr yanıttı. “Bir dönem KPSS ile işe alındık. Ben o döneme kadar özel kurumda çalışmıştım. Zaten özel sektör başlı başına bir sıkıntı. Artı bir de bayan olduğunuz zaman bi kere patronun gözünde bayan çalıştırmak sıkıntı, iş arkadaşınızın gözünde bayanla çalışmak sıkıntı. Özelleştirildiği zaman bize bir seçenek sunuyor. Ben 39 yaşındayım… Bi kere özel sektör 30 yaşın üstünü kafadan yaşlı kabul edecek. Özel sektör de bizi istemez emin olun. Bizlere yetiştirtir elemanı, önümüze 4/C’yi getirir. 4/C’yi kamuoyu da çok bilmiyor. Mesela 4/C ile boşanan, yuvası dağılan… Şu anda 2000 civarında olan maaşımız 1200’e düşecek ve 11 ay. 11 ay, müdürün iki dudağının arasındasın. Hiçbir güvence yok, Bakanlar kurulu ve müdürün onayıyla her yıl yenileniyor. 4/C kanayan bir yara.”
“Özelleştirme Erkeğin Karısını Boşama Davası Gibidir!”
Özelleştirme sonrası için görüşlerini aktarırken işçinin özelleştirmeye karşı direnişini, kadının erkeğe karşı direnişiyle özdeş gören ilginç bir değerlendirme yaptı. “Sıkıntı şurada… Diğer kuruma gittiğiniz zaman öyle bir algı oluşturuluyor ki, KİT’ler yatıyor. KİT’ler yatmıyor, (Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nı göstererek) şurası yatıyor. Biz saat altı buçuk yedide işbaşındayız. KİT’ler yatmış olsa, yılda 250 milyon dolar kar sağlamayız. Öyle bir algı oluşturacak ki satılsın. Özelleştirme erkeğin karısını boşama davası gibidir. Kadın iş yapmıyor, kendine bakmıyor, yatıyor… Önce öyle bir algı oluşturacaksın ki sonra da boynuzlıyacaksın kadını, boşayacaksın! Hükümetinki de aynı mantık.”
“Erkekler Aslında Hepsine Yetemedikleri İçin Kıskanıyorlar!”
Son olarak direnişte kadının yeri olmadığını düşünen anlayışa da oldukça net bir cevabı vardı Nazan Hanımın: “Bakıyolar, ya sizin ne işiniz var allahaşkına diyorlar. Ben feminist değilim bu arada, onu da söyleyeyim… Ben çalışma hayatında da olurum, ben sosyal hayatta da olurum, ben direnişte de olurum, ben mutfakta da olurum, ben evimde de olurum… Erkekler aslında hepsine yetemedikleri için kıskanıyorlar.”
Yorumlar (0)