Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Yönetmen Hüseyin Tabak'la Söyleşi: Çirkin Kral Efsanesi...

Kino 2018, Alman Filmlerinin Türkiye’de seçkisi kapsamında Hüseyin Tabak’ın yönetmenliğini yaptığı “Çirkin Kral’ın Efsanesi” isimli Yılmaz Güney belgeseli 29. Ankara Uluslararası Film Festivalinde seyircilerle buluştu. Dünya prömiyeri geçen yıl Toronto Uluslararası Film Festivalinde gerçekleşen belgeselin gösterimine yönetmen Hüseyin Tabak’ın yanı sıra belgeselde yer alan Tahir Yüksel ve İsmail Beşikçi de katıldılar. Belgeselin Ankara prömiyerinin ardından Hüseyin Tabak’la bir söyleşi gerçekleştirdik. Belgesel 26 Ekim'de vizyona girdi. Yönetmenin Yılmaz Güney’le ilgili uzun süren araştırmasıyla ortaya çıkardıkları kadar, kendine dair arayışı hikayenin anlatımında önemli bir temel oluşturmuş.

Yönetmen Hüseyin Tabak'la Söyleşi: Çirkin Kral Efsanesi...

Enver Arcak: Öncelikle tebrikler! Zor bir konuda çok
iyi bir iş çıkarmışsın; anlatımı iyi, ilk defa yayınlanan görüntüler, anlatımlar var. Anlaşılıyor ki epey zaman harcamış, sonucunda değerli bir belgesel ortaya çıkarmışsın. Bu harcadığın vakit sadece filme dair değil, araştırma kısmını da içerdiği için uzun sürmüş belli ki. Araştırma ve yapım sürecini biraz anlatır mısın?

H.T.: Benim için önemli olan ilk başta Yılmaz Güney’in sanatını anlamaktı, onun için elime geçtiği kadar filmlerini seyrettim. Sanırım 80-90 tane oldu izlediğim, filmlerinin bazıları kayıp olduğu için izleyemedim. Kitaplarını 2011’de falan bulmak zordu, şimdi yeni baskılar çıkmış ama son baskılar 90’lardan kalmaydı. Misal, “Boynu Bükük Öldüler” kitabını bile zar zor buldum. Düşünün, Yılmaz Güney gibi bir sanatçının yeni baskısı çıkmamıştı. Mirasla nasıl ilgileniyor meselesi bu, çünkü yasak falan değil, kitap çıkarmak çok pahalı değil, neyse onların üzerine çalıştıktan sonra ilk etapta Fatoş Güney’le görüşmek istedim, olmadı sıcak bakmadı. Altın Portakal’da ödül aldıktan sonra işim kolaylaştı, kapılar açıldı o durum çok yardımcı oldu bana. Fatoş Hanıma ulaşmaya çalıştığım sıralar filmim yeni çıkmıştı daha ödül falan durumları henüz yoktu. Sonra başka kaynaklardan Elif (Yılmaz Güney’in kızı) Hanımla tanıştım, onun kitabı yeni çıkmıştı o zamana kadar çok kitap okumuştum Yılmaz Güney üzerine ama onun kitabı beni çok etkilemişti. İnsani bir tarafı vardı, küçük bir kız gözünden yazılmış o kitap beni çok duygulandırdı. Asıl yolculuk onunla başladı.

E.A.: O Fransa’da yaşıyor sanırım.

H.T.: Evet, Paris’e gittim kapısını çaldım, ilk buluştuğumuzda bir kelime söylemedi beni dinledi sadece. Ben anlattım anlattım o dinledi, ondan sonra birkaç kere daha gittim samimi olduk ve Elif abla bana sağ olsun ailenin kapısını açtı. Leyla Demirezen’in (Yılmaz Güney’in kardeşi) yanına gitmemi sağladı, aileyle daha çok samimi oldum, Nebahat Çehre’ye oradan kapı açıldı. Yani yolculuğun başlamasını
sağladı Elif abla. Çok iyi oldu çünkü Yılmaz Güney’i tanıyan daha önce konuşmamış insanlara ulaşabildim. Röportajda kimlerin yer alacağını falan Fatoş Hanıma söyledim. Şimdiye kadar yapılan belgeseller Güney film yapmış ama önceki işlerde ona zarar vermemek üzerine yapılmış görünüyordu. Anlaşılabilir ama Yılmaz Güney’in başka tarafını göstermek, başka insanlara da göstermek gerekiyordu. Mehmet Aktaş (yapımcısı) bana güvenenlerden oldu; yapacaksak daha fazla soru cevapsız kalmasın ve önemli olan kitaplarının okunması, filmlerinin izlenmesini artırmak olmalı diye düşündü. Onun için çok detaylara girdik. Biz bu yapımda özgür olduk, Türkiye’den kimseyle çalışmadık ne Güney filmle ne Türk Bakanlığıyla çalıştık yani rahattık anlatım adına.

Benim için önemli olan ilk başta Yılmaz Güney’in sanatını anlamaktı.

E.A.: Alman ve Avusturyalı yapımcılarla çalışmanın avantajı oldu mu, bu durumda?

H.T.: Evet ama Almanya’da altı yerden destek istedik, bir yerden bulabildik. Almanya’dan Mitos Film inanılmaz destek verdi, bir de ailem katkı sağladı, kredi çektim, iş almadım bu filmi yapabilmek için. Altın Portakal’daki ödülden sonra aslında bir dolu iş gelmişti ama bu belgesele vakit ayırmaya karar verdim. Geceleri senaryo yazıp onları satıp öyle gelir sağladım ailem için. Bu arada yapım tahminimden uzun sürdü. Ben de bu kadar uzayacağını beklemiyordum.

E.A.: Bir dolu yolculuk yapmışsınız bu iş için bu yolculuklar masrafları artırmıştır herhalde.

H.T.: Filmi Alexa kamerayla çektik. Yanı sıra eski görüntülerin, seslerin temizlenmesi, renk düzenlemesi, müzikler vs. hep restore ettirdik. Bunlar ve telif haklarını almak için yaptığımız harcamalar masrafların büyük kısmını oluşturdu.

E.A.: Filmin başında neden bu yola çıktığınla ilgili “Yılmaz Güney senin için neden önemli?” diye soruyordu Michael Haneke.

H.T.: Yola çıktığımdaki çekimlerdendi Michael Haneke. İkinci çekimdi, işin başındaydım henüz. O anda içimde bir his var, önümde neler göreceğimi bilmiyordum, motor gibi bir şey var, illa bu adama yakın olmak istiyorsun. Bu yedi sene sonrasında sanata aileme bakışım değişti. Bu dönemde iki tane çocuğum oldu, annemi kaybettim böyle çok çok şeyler yaşadım aynı zamanda, çekim yaptığımız insanlar arasında kaybettiklerimiz oldu. Yılmaz Hocanın çocuklarıyla olan ilişkisi bana çok şey öğretti, çok etkiledi kendi hayatımın parçalarını gördüm. Benim de yeme içmeyi unuttuğum oluyor işimi yapmak için, benzerlikler buldum. Belgeselde bahsi geçen “Canlı Hedef ” filmindeki gibi mesela kızına göndermeler yapmış filmlerinde. En çok öğreten, bu zamanda aynaya bakıp, hep kendini soruşturman lazım, bu ben miyim diye sormanın gerekliliği oldu. Yılmaz hoca özellikle “Hücrem” kitabında kendini kritik ediyor, bizim toplumda pek az insan kendini kritik eder.

E.A.: Cezaevinde yazdığı bir kitaptı sanırım, belgeselde o kitaptan epey alıntı yapmışsınız.

H.T.: Evet, çoğu o kitaptan okumalar var, yanı sıra bir şiiri ve duruşmasından bir okuma var.

E.A.: Yılmaz Güney’i keşfetmen Almanya’da başlamış bir durum mu?

H.T.: 80’lerde tabi Türk televizyonları yoktu. Yılmaz Güney’in fotoğrafı bizim evin duvarında asılıydı. Çocukken ölmüş amcam gibi bakıyordum fotoğrafına. Bu adamı seviyoruz biz ailecek, falan diye sempati başlamıştı. Sonradan kim olduğunu anlıyorsun. Gurbette çok izlenen biriydi, “Kadere Kırkbeş” falan...

E.A.: Ailenizin politik duruşu var mıydı yoksa sadece sinema efsanesi olarak mı hayrandılar?

H.T.: Kesinlikle vardı, biz Maraş Alevi-Kürt köyünden göç etmişiz Almanya’ya. Yani doğuştan siyasi bir durumumuz var! 78’deki Maraş Olaylarından sonra babam amcam hepsi içeri girdi zamanında, bunlarla büyüdüm hep.

E.A.: Filmin yolculuğu Toronto’da başladı, bundan sonrası nasıl?

H.T.: 7-8 ülkede vizyona çıkacak, bir belgesel için yolculuğu iyi gidiyor, daha çok yerde gösterileceğine de inanıyorum. Aynı zamanda Amazon’a Dünya haklarını verdik bir sene sonrasında online satışı olacak. Türkiye’de 26 Ekim'de vizyona girdi.

E.A.: Daha önceki yaptığın filmlerin ne kadar katkısı oldu bu iş için?

H.T.: Aslında biraz daha ters bir durum var, çünkü bu film okul gibiydi, benim için. Bundan sonra yapacağım filmlere katkısı olacak bu belgeselin. Yılmaz Güney’in filmlerinin içine dışına çıkmış birisiyim ben artık, bir tek bunları izleyip değil, araştırmak falan... Hatta öyle ki, Yol filmi için bir sahne var, tren veya kar sahnesi, onu kurgulamak lazımdı, kısaltmak lazımdı, bütün sahneyi koyamazdık. Bir baktık ki resmen Yol’u kurguluyoruz! Tam anlaman lazım, kısadan kurgulayıp anlatabilmek lazım; Tuncel Kurtiz’in Tarık Akan’ı dövdüğü sahne, kar sahnesi en az dört katı uzunluğunda aslında. Yeni bir filmim çıkacak misal ismi “Çingene Kraliçesi” bu belgeselin çok çok büyük katkısı oldu.

E.A.: Tek bir imaj üzerinden gitmemiş olması, Yılmaz Güney’in farklı yönlerini görmesi bu işi özellikli kılan durum olmuş bence. Filmi tamamladıktan sonra sana ulaşıp Yılmaz Güney’le ilgili görüntülere sahipolduğundan bahsedenler oldu mu?

H.T.: Ben çok sormuştum Altın Portakal’da ödül aldığı ana dair görüntüleri bulamamıştım. Festivalin arşivinde falan var mıdır diye, yok demişlerdi ama sonradan birisi çıktı bende var görüntüler diye... TRT’ye sormuştuk arşiv görüntülerinden aşırı yüksek bir ücret talep ettiler bizim bütçemize çok uzak rakamlar istediler.

E.A.: Yılmaz Güney’in kaçışıyla ilgili sormak istediğim bir şey var. 80’li yılların ortalarında bizzat gördüğüm Antalya Kaş’taki Jandarmanın önünde atıl vaziyette bir Amerikan arabası dururdu, bu otomobilin Yılmaz Güney’in kaçış esnasında Kemer’den Kaş’a geldiği araç olduğu söylentisi vardı. Türkiye’den kaçışıyla ilgili ne kadar bilgiye ulaşabildin acaba?

H.T.: Kemer’in yakınından kaçmış evet. Kaçışı kurgulayan Yol filminin yapımcısı İsviçreli Donat Keusch ve Canan Gerede. Nihat Behram’ın kitabı var bunun üzerine. Yılmaz hoca öldükten birkaç sene sonra, bunu bir gazeteye satıyorsa daha başka birileri üstüne bir şey söylemiyorsa kime inanacaksın. Nihat bey evet bir parçasıymış ama... Bahsettiğin arabayı, evet doğru, askeriyenin orada bırakmışlar. O doğru efsane değil! Tahir Yüksel de burada, o işin tüm içini dışını bilir.

E.A.: Belgeseldeki en etkileyici görüntülerden biri Yılmaz Güney’in annesinin Tahir Yüksel tarafından kaydedilmiş çekimleriydi. Güney’in ölümü annesine hiç duyurulmamış, 1987 yılında Tahir beyin yaptığı kayıtta annesine “Yılmaz abiye ne söylemek istersin?” sorusuyla kaydettiği görüntüler çok etkileyiciydi. Kendisinin arşiv görüntülerinde katkısı yüksek zannediyorum.

H.T.: Afişler olsun, fotoğraflar olsun en büyük katkı Tahir abinin arşivinden oldu, fotoğrafların %70’i onun arşivinden, kendisi de 600 sayfalık bir kitap çıkaracak zaten.

E.A.: Hapishanedeki video çekimlerine nereden ulaştınız?

H.T.: İsveçli bir gazeteci hanımın yaptığı röportajlardan o görüntüler.

E.A.: Yolunuz açık, gişeniz bol olsun! Söyleşi için teşekkür ederiz.

H.T.: Ben de teşekkür ederim...

Söyleşi Enver Arcak

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış