Tıpkı az ileride çocuklara renkli dünyalarını tuvale nasıl dökebileceklerini büyük bir iştahla anlatan genç adam gibi. Ve sokakta, çocukları yaz kamplarına, gençleri konserlere davet eden onlarca genç, umutlu ve korkusuz kadın ve adama benzer biçimde, bir F tipinde geçirebilir yıllarını sadece bu nedenlerle. Korku kuşatmasına rağmen Yüksel Caddesi’nden piyano sesleri yükseliyor. Çok değil, kısa bir zaman önce burada ellerinde talcidli suyla dolaşan genç tıpçılar, sahra hastaneleri, “direniş” levhaları vardı. Kalabalıktan ve protestolardan değil, polisin inadına gaz atmasından var olan müşterileri kaçışan esnaf, neyi var neyi yok kapının önüne yığmış, hiçbir bedel istemeden gözleri yaşaranlara, kafasında bomba patlayanlara, korkuyla kaçışanlara ve korkusuzca koşuşturanlara yardım etmeye çalışıyordu. Biraz daha aşağıda vandalizmle suçlanan gençlerin yarım limonu 1 liraya değil de 50 kuruşa alma pazarlığı sürüyordu. Nasıl bir vandalizmse ne tezgâhları yağmalanan esna)ar vardı, ne tokat atılıp paraları gasp edilen sokak satıcıları.
Gerçekten teröristler mi?
Elbette ki karşı görüştekiler yanmış otobüsleri, portakal suyu satan belediye araçlarını, trafik lambalarını ve “canım” kaldırım taşlarını sıralayabilir vandalizm iddialarını sürdürürken. Lakin, vandalizmin gerçekten ne olduğu, direnme hakkının ve meşru müdafaanın gerçek ve arzulanan demokrasilerdeki anlamını anlatmaya tüm bu sayfalar yetmeyeceği gibi, ansiklopedi yayımlamak da yetmeyecektir onlara. Tüm bunlar; bireyi, kafasında kamu malından sonraya itenlerin, bu yolla anlayabileceği dertler değildir. Ve onlara göre, onlar herkesin kutsallarını yerle bir ederken, biat etmeyen, itaat kültürüne karşı kısık da olsa ses çıkartan ve dahi önünü ilikleyerek günaydın demeyen, yani iktidar koltuklarından inşa edilmiş kutsallarına boyun eğmeyen herkes teröristtir ya da bir gün terörist olacaktır.
Gerçekten apolitikler mi?
Tüm bu bitmesi mümkün olmayan tartışmalar sürdürülürken diğer tara)arda, apolitiklik ve renkli gençler güzellemeleriyle yaşananları geçiştirmeye ve sığ bir “ne günlerdi” nostaljisi yaratmaya çalışanların da yüzlerine çarpan günler yaşandı. Gezi’de oluşan ruhun kuşatıcılığını ve devamlılığını gösteren ilk büyük adımlarNasıl olabiliyorsa, liberalizm tanımlarına da sığmayan bir oynaklıkla ısrarla apolitikliğin yüceltilmesine hizmet edenlerin görmediği/görmek istemediği “süreçler”. İdeolojinin her yerde, ulusalcılıkla/dindarlık arasında sıkıştırılıp saf tutmaya zorlanmış çocukların beyinlerinde, sokaktaki özgürlük arayışlarında, zihinlerini kuşatamayan politik aktörlere karşı tutum alışlarında, yenilemeye çalıştıkları dillerinde nasıl kendisini var edip gösterdiğini ortaya koyan adımlar.
Ama Gezi Parkı’ndaki karar verme süreçlerini anlamayanlar, başkentin dört bir yanında ve birçok kentte parklarda sürüp giden forumları da anlayamadılar. O forumların kültürel kodlarını, politik kaynağını reddetme hali, forumların da görmezden gelinmeye çalışılmasına yol açtı. Ancak o kadar güçlü, kuşatıcı ve yenilikçiydi ki bütün yaşananlar, doğrudan demokrasinin, katılımcılığın, söz ve karar hakkının parklardan nasıl yükselebileceğine dudak bükenler bile sözlerini yutmak zorunda kaldı. Onlar her yerde, iktidarı devirecek darbeyi arayadursun, söz söyleyebilmenin gücünü ve bu hakkı nasıl kazanabileceklerini kavrayabilenler akın etti parklara.
Forumların yönü ve geleceği
Protestolar ve sert polis müdahaleleri bittiğinde, bir yanda “şimdi ne olacak” soruları diğer yanda zaten olabileceğin en iyisinin olduğunu düşünenlerin gülümseyişi vardı. Park forumları, işte o gülümsemenin nedenlerinden biri. İktidar bir yerlerde lobileri, dış güçleri, parlamentodaki muhalefet ise kendi yapamadığını yapanların gücünü nasıl paylaşabileceğini arayadursun, sadece ekmeğini, yara bandını, yaralarını değil, sözünü, yarının nasıl olması gerektiğini, bisiklet yollarını, medyanın hallerini, bahçedeki kedileri, sokaktaki çukurları, dünyayı sarsacak o zamanı konuşan, katılan, katılmayan ve bütün bunları tartışırken gürültü yapmaktan bile korkan bir koca kalabalık var. Gençlerin başı çektiği ancak sadece gençlik hareketi ile açıklanamayacak, genç yürekli devasa bir kalabalığın gönüllülükle katıldığı, katılmanın gücünü fark ettiği eşit ve adil yönetmenin en berrak hali bu.
Gerektiğinde kendisini ve haklarını savunabilen o kalabalığın gücünün nasıl da dalga dalga kuşaklara aktarılabileceğini gösteriyor bütün o forumlar. Ve elbette, giderek gündelik hayatın dayatmalarıyla düşebilir zaman zaman katılımlar. Ama artık orada, yarın üniversitelerde, sıkıştırılmış masalarda, puslu devlet dairelerinde, beyaz yakalı kapitalist kalelerde, plazalarda sokakta olmanın doğallığını öğrenmiş insanların yeniden koşup katılacağı bazı zamanlar görünmez, el edince gelecek ve aniden görünür olacak muazzam bir kalabalık. Yüksel Caddesi’nden piyano sesleri yükseliyor. Yaratılan ruhu ve o ruhun ürettiği politik atmosferin devamlılığını da bilen ve görünmez kalabalıkların gücüne güvenerek sözünü daha dik ve doğrudan söyleyenler kilometrelerce uzaktan bile duyuyor o eşsiz sesleri.
“He desem, koparacak dizginlerini...”
Yorumlar (0)