Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Zeynep Tarkan ile eSkiyEni Bar'da Söyleştik... Ankara - Rock - Pop Üçgeni

Ankara’da ve ülkede eğlence sektöründe yaşanan gelişmelere rağmen, Ankara’nın göbeğinde, farklı iki tarzda şarkılar söylemekte olan Zeynep Tarkan ile Ankara gece hayatından, Ankara-Rock-Pop üçgeninde solist olmaktan, mekancısından dinleyicisine kadar geldiğimiz noktayı anlamaya çalıştığımız keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Zeynep Tarkan ile eSkiyEni Bar'da Söyleştik... Ankara - Rock - Pop Üçgeni

Linda: Biraz kendinizden, müzik geçmişinizden, ne kadar zamandır müzikle uğraştığınızdan, şu anki ekibinizden ve diğer projelerinizden bahsedebilir misiniz?

Zeynep: 14 yıldır piyasadayım. Bugüne kadar farklı gruplarla pek çok yerde sahne aldım ama şu anda aktif olan dört tane projem var. Bunlardan bir tanesi “Queen’s Speech” diğeri de “Wanted”. Bunlar haftalık programlarla en aktif olanları. Diğerleri de ayda bir sahne alan “Maske” ve “Ya Evde 90”. Bu ekipler ile farklı repertuarlar ile çalışmaya devam ediyorum.

Linda: Telefonda konuşurken “... aynı zamanda tam zamanlı işleri olan insanlarız.” demiştiniz. Sektör olarak hangi alanlarda çalışıyorsunuz ve hangi meslekleri yapmaktasınız?

Zeynep: Bu grupta (Queen’s Speech) 2 kişi var özel sektör çalışanı olan. Diğer gruplarımda da durum aşağı yukarı aynı. Gündüz işleri olan insanlarız.

Enver: Bu bir klasiktir zaten.
Zeynep: Tabii canım. Sadece müzikle geçinmek pek

de mümkün değil ne yazık ki.

Enver: Nasıl başladı peki müzik işi?

Zeynep: Valla nasıl başladı kısmı benim de çok hatırladığım bir şey değil ne yalan söyleyeyim.
İlk grubun nasıl kurulduğunu hatırlamıyorum diyebilirim 14 yıl olduğu için. Ama “Hadi yapsak ya şöyle bir şeyler!” denerek başlayan bir işti. Ama ilk profesyonel sahneyi düşündüğüm zaman; bir arkadaşın provasında ben kenarda kendi kendime söylerken, “Ya sen de fena değilsin, var mı bir işin?” denip beni bir yılbaşı programına back vocal olarak sokuşturdular. İlk sahnem öyle gerçekleşti. Hiçbir şey bilmeden çıktığım bir sahneydi. O gün içinde, alelacele öğretilmiş şarkılarla sahneye çıkmıştım. Buradan başladı. Sonrasında gruplar kuruldu, gruplar dağıldı, elemanlar değişti, isimler değişti, mekanlar değişti, bu günlere gelindi.

Linda: Peki Ankara’da şu anda aktif olarak sahne aldığınız yerler neresi? eSkiyEni Bar dışında nereler var?

Zeynep: Her Çarşamba Queen’s Speech’le eSkiyEni Bar’dayız, yaza kadar bu şekilde devam edecek. Ayrıca ben Cuma günleri Wanted adlı grup ile New Castle’dayım, Çevre Sokak’ta. Bunların dışında ayda bir kez olan programlarımız var. Bunlar da genellikle Hayal Kahvesi’nde veya Armada’daki

Fat Boy Bar & Grill’de. Çok nadiren şehir dışı organizasyonları oluyor.

Linda: Röportaj ekibimizde sizi her iki tarzda da şarkı söylerken dinleyen kişi benim. İlk dinlediğimde yine bir Çarşamba akşamıydı, mevsim kıştı ve lapa lapa kar yağıyordu. Rock ağırlıklı şarkılar söylüyordunuz, hayran kalmıştım. Dört beş kadın biz vardık, bir de sahnenin önünde oturan üç dört beyefendi vardı seyirci olarak. Ama buna rağmen gece 00:30 a kadar söylemeye devam etmiştiniz. Bu beni çok etkilemişti.

Zeynep: O konuda taviz vermek söz konusu olamaz. Mekan sahibi gelip “Ya arkadaşlar

Mekan sahibi gelip “Ya arkadaşlar yapmayalım.” demediği sürece içerde üç kişi de olsa, üç yüz kişi de olsa çalıp söylemek bizim işimiz. Şöyle bir şey de var, bazen içerde üç yüz kişi oluyor ama sizi anlayan sadece üç kişi olabiliyor. O yüzden kaç dinleyici olduğundan bağımsız bu işin yapılması gerekiyor.

yapmayalım.” demediği sürece içerde üç kişi de olsa, üç yüz kişi de olsa çalıp söylemek bizim işimiz. Şöyle bir şey de var, bazen içerde üç yüz kişi oluyor ama sizi anlayan sadece üç kişi olabiliyor. O yüzden kaç dinleyici olduğundan bağımsız bu işin yapılması gerekiyor.

Linda: Bir sonraki dinlememde ise yine eSkiyEni Bar’da 90’lar pop söylüyordunuz. Nasıl baş ediyorsunuz bu durumla?

Enver: Hangisi daha zevkli?
Linda: Hangisi daha zevkli demeyelim, her iki tür de zevklidir ve kendine has kıymeti vardır ancak...

Zeynep: Ben aslında uzun süre çok karşıydım bu çalışma şekline. Yani eskiden sadece Maske vardı, ben başka bir grupla benzer bir iş yapmayayım, kendi kendime rakip olmanın manası yok diye bakıyordum olaya. Sonrasında farklı tarzlarda projeler geldiğinde bunları değerlendirme yoluna gittim. Bir yerden sonra “Onu da yaparsın, bunu da yaparsın, sen gel yap, sen bunun altından kalkarsın!” gibi bir ‘gaza getirildim’ ve “Yaparım” dedim. Bir ara öyle yoğun bir hale geldi ki, hastalıktan kırılırken sahnede olmam gereken anlar oldu. Bir şekilde yürüyor. Hangisi zevkli diye çok tartamayız bence. Hepsinin başka bir yeri var. Benim sevdiğim müzik türü bugün burada dinleyeceğiniz tür. Klasik rock, progressive rock, hard rock dinleyeceksiniz bugün. 70’ler 80’ler ağırlıklı. Ben hep bu tarz söylemek istiyordum ve bundan iki buçuk yıl evvel teklif geldi, ben de kabul ettim. Aslında bu mekanın çok aşina olmadığı bir müzik türü olmasına rağmen “Gelin, yapalım.”

dediler ve bir yılı aşkın süredir buradayız. Diğer türlerin de elbette ayrı ayrı enerjisi var.

Linda: O zaman el ele yürüyor bu iki farklı müzik türü diyebilir miyiz?

Zeynep: Aslında el ele yürümek gibi bir durum
pek yok. Her tür kendi içinde değerlendirilmeli. Birinin diğerinden bir üstünlüğü olmuyor. Tek ortak noktaları solistin aynı olması oluyor.

Linda: Sahnede çok net ve güçlü bir kadın görüyoruz. Rock söylerken çok net ve korkusuz bir duruşunuz var. Peki pop söylemek bunu kırıyor mu? Çünkü pop söyleyebilmek için daha farklı bir duruş sergilemek gerekiyor sahnede.

Zeynep: Benim hayatımda da net ve korkusuz bir duruşum var. Lafımı sakınmam, konjonktüre göre aman şöyle eğileyim, aman böyle büküleyim diyen bir karakter olmadım hiçbir zaman. Başımıza ne gelirse çekeriz diyen bir karakter oldum. Aslında pop yaparken de böyle ama pop müziğin biraz

Her Çarşamba Queen’s Speech’le eSkiyEni Bar’dayız, yaza kadar bu şekilde devam edecek. Ayrıca ben Cuma günleri Wanted
adlı grup ile New Castle’dayım, Çevre Sokak’ta. Bunların dışında ayda bir kez olan programlarımız var. Bunlar da genellikle Hayal Kahvesi’nde veya Armada’daki Fat Boy Bar & Grill’de

daha ana akım bir iş olmasından, çok mesaj kaygısı olmayan, daha çok aşk, meşk, eğlence ve coşku
gibi duygular üzerinden gitmesi, biraz da oynak
bir iş olmasından kaynaklı böyle farklı bir görüntü oluyor. Demek istediğim rock daha net duruşu olan, daha mesaj kaygılı bir tür. O nedenle her iki sahne performansı farklı gibi görünüyor olabilir. Ancak sanatçının özü aynı. Benim için bir şey değişmiyor.

Enver: Her iki performans için de soruyorum. Hep cover mı, kendi şarkılarınız da var mı repertuarda?

Zeynep: Şimdilik hep cover ama yakında bir şeyler olacak.

Linda: Pop şarkıların seçimlerini Türkçe pop söyleyen kadınlardan seçiyorsunuz sanırım. En son dinlediğimde hatırladığım kadarıyla bu şekildeydi, ikinci yarıda erkek şarkıcıların parçaları var mıydı hatırlayamadım. Bu seçimleri yaparken kendi beğeninizden mi, ses aralığının uyumundan mı yoksa seyircinin yöneliminden yola çıkarak mı repertuarı oluşturuyorsunuz?

Zeynep: Çok da seyirci odaklı tercihler olmamasına çalışıyoruz aslında. Kadın şarkıları olmalarının sebebi, kadın ve erkek şarkılarının söz bağlamında birbirinden ayrılması. Şimdi çıkıp sırf 90’lar diye Serdar Ortaç’tan Ben Adam Olmam söyleyemem. Tuhaf durur. Bu nedenle daha çok kadın şarkıları oluyor. Ama baktığınızda Tarkan da söylüyorum, Kenan Doğulu da, Yalın da söylüyorum. Ayrıca özellikle konsepti olan gruplarda, Queen’s Speech olsun, Ya Evde 90 olsun, çok net olduğu için tarz, “90’lar pop denince aklına ne geliyor?” sorusundan ilerleyen bir çizgi var. Çok güzel ve kimsenin hatırlamadığı çok fazla şarkı da var. Onları da hatırlatmak istiyoruz.

Linda: Sibel Alaş mesela! “Bende Hüküm Sür” parçası... Bir ben biliyorum sanıyordum. Ama işte izleyiciniz çok genç, 90’lar pop içinde Rengin’i bilmeleri imkansız gibi geliyordu bana. Sorumun amacı da bir yandan aslında buydu.

Zeynep: İzleyici çok şaşırtıcı olabiliyor. Gençliğine çok da takılmamak lazım.

Enver: İzleyici buradan da öğrenmiş, keşfetmiş olabilir bu unutulanları.

Zeynep: Tabii tabii. Nadiren de olsa böyle bir şey de oluyor. Ama genel olarak, bunu çalmazsak olmaz dediğimiz zamanlar da var, bunu da çalalım hatırlayacaklar dediğimiz anlar da. Yani sadece benim ses aralığıma bu gidiyor demiyoruz, çünkü ses aralığına göre parçanın tonu çekilir bir şekilde yukarı veya aşağı. Bir de işin teknik tarafı var. Çok kalabalık orkestrasyonu olan parçaları biz burada altı kişi çalınca kötü durabiliyor. Bu nedenle çalmayı çok isteyip çalamadığımız şeyler de oluyor.

Linda: Pop söylerkenki sahne performansınızdan benim aklımda kalan bir konu sahnedeki dans etme şekliniz. Rock söylerken yere çok sağlam basan bir solist varken sahnede, pop söylerken şarkıya daha kıvrak figürler ile eşlik etmektesiniz. Bir yandan da rakı içiyorsunuz. Bu durum bana çok duygu yüklü geliyor ve aklıma kazınmış. Belki de benim çıkarımım ancak bu durum sanatçı olarak ne hissettiriyor açıklar mısınız?

Zeynep: Ben ne kadar isyankar ve net bir duruş takınmak istesem de, sahneye çıktığımda o şarkı neyi söylüyorsa, ne hissettiriyorsa benim hissetmem lazım ki karşıya da verebileyim. Çok klişe bir cevap gibi duruyor olabilir ama tüm o hareketlerde, jesttir, mimiktir, elim kolum ona göre hareket eder sahnede. Şarkıyı öylece durarak da söyleyebilirim ama o zaman sadece söylemiş olurum.

(... gülüşmeler...)

Mekanların üzerlerinde çok baskı var ve açık kalabilmek için çok çaba harcıyorlar artık. İçinde bulunduğumuz ‘süreç’ diyelim (biteceğini umarak) bu mekanları kapanmaya itiyor. Resmen canlarından bezdirme yöntemiyle. Süreç; sürekli denetimlerle, burada polisin gezmesi ile müşteriyi kaçırmak, buna bağlı olarak da mekanın zarar etmesi ve “Ben bu yükü kaldıramıyorum.” diyerek dükkanı kapatma noktasına gelmesi şeklinde gelişiyor.

Linda: Belki de insan irdelemiyor bu kadar detayını ancak bir kadın olarak ne hissettiriyor? Bir kadın sanatçı olarak?

Zeynep: Bazı şarkılar var hissiyatı asla geçmiyor. Bazı şarkılar var affedersiniz ama tiksiniyorum. Artık bu şarkı istenmesin, bu şarkı çalınmasın dediklerim var. Ama kaçılamıyor bundan. İstek geliyor. Biliyorsun...

(... gülüşmeler...)

Linda: Ankara’dayız, bürokrasinin göbeğindeyiz. Bütün bu sorunlara rağmen ayakta durmaya çalışan ve Ankara’da gece hayatını sürdürmeye çalışan mekanlar var, burası gibi, ciddi de sıkıntılar var aslında. Patır patır her yer kapanıyor. Bu konuyla ilgili öngörüleriniz neler? Mevcut durumu ve öngörülerinizi öğrenebilir miyiz?

Zeynep: Ben 2002’de Ankara’ya geldim. Ankara doğumluyum ancak üniversite öncesinde başka şehirler de var yaşadığım. Canlı müzik dinlemeye başlamam 2002’de başladı. O zamanki piyasa ile şimdiki piyasa arasında dağlar kadar fark var. Mekanlardan bahsedersek, üzerlerinde çok baskı var ve açık kalabilmek için çok çaba harcıyorlar artık. İçinde bulunduğumuz ‘süreç’ diyelim (biteceğini umarak) bu mekanları kapanmaya itiyor. Resmen canlarından bezdirme yöntemiyle. Süreç; sürekli denetimlerle, burada polisin gezmesi ile müşteriyi kaçırmak, buna bağlı olarak da mekanın zarar etmesi ve “Ben bu yükü kaldıramıyorum.” diyerek dükkanı kapatma noktasına gelmesi şeklinde gelişiyor. İyiye doğru evrilmesini umuyoruz ancak hiçbirimiz net bir şey söyleyemeyiz.

Dinleyici hakkında da şunu söyleyebilirim.
Ben 2002’de ciddi anlamda canlı müzik dinler oldum. Tabii müziği yapmaya da başladığınızda dinleyiciliğiniz biraz modifiye oluyor. Başka şeylere bakmaya başlıyorsunuz. Sadece gidip müziği dinlemek değil de, bunu nasıl çalıyorlar, bunu nasıl icra ediyorlar diye bakarak, başka bir yere doğru evriliyor. Birdenbire elleriniz havada keyifle eğlendiğiniz yer, sakin sakin dinlediğiniz bir yere dönüşüyor. Meslek hastalığı diyelim.

Sahneden bakınca görünen ise, dinleyicinin artık sahnede ne olduğuyla hiçbir alakası ve ilgisi olmadığı.

Enver: Seçicilik açısından mı, mekanların kısıtlı olmasıyla mı alakalı?

Zeynep: Seçicilik zaten yok. Mekanla alakalı
değil. Mekan istediğiniz zaman çeşit çeşit...
Aslında dinleyici mekanı yaratıyor. Talep varsa
o mekanlar oluşacak. Siz dersiniz ki ben techno dinlemek istiyorum, club dinlemek istiyorum...
Bu dendiğinde bir club oluşacak bu çevrede. Teknolojinin geldiği yerle birlikte, insanlar artık ben bu grubu şu mekanda izlemeye dinlemeye gideceğim demiyor, o orada check-in yapmak, selfie çekmek ve orada kendini göstermek için bulunuyor. Ben kimse eline telefonunu almasın demiyorum. Eskiden sizin fotoğrafınızı çeken adamlar, şimdi kendini çekiyor. Ben sahnedeyim, şarkı söylüyorum, alıyor eline telefonu, ön kameradan, şarkıyı kendi söylüyor ve kendini çekiyor! Bu inanılmaz bir şey. Yani aşağılamak için söylemiyorum ancak “Sen

ne ara bu kadar önemli oldun?” Herkes kendisi için aşırı önemli vaziyette. O yüzden sizin hiçbir öneminiz yok.

Zaten bu yavaş yavaş, kademe kademe gelişen bir şeydi dinleyici anlamında. Bu konu başlı başına ayrı bir röportaj konusu olur.

Enver: O zaman bu durum aslında şehirle alakalı değil ama genel bir durum. Yani başka şehirlerde de seyirci aynı şekilde hareket ediyor, İstanbul’da da aynıdır yani?

Zeynep: Elbette. Benim gözlemim buradan olduğu için daha çok burayla ilgili çıkarımım.

Enver: Ben bir tespit yapmak istiyorum. 90’lardan beri ben de dışarı çıkan biriyim. Her şehirde bu kadar üniversite yoktu. Bir de özel üniversiteler bu kadar çok değildi. Yine izleyici sayısı belki de aynıydı ancak çeşitlilik bu kadar çok değildi. Bahsettiğin kesinlikle teknolojinin kullanımı, sosyal medya vs. kullanımı ile alakalı.

Zeynep: Örneğin Eskişehir’in dinleyicisi çok farklı. Öğrenci topluluğu değildi dinleyicimiz birgidişimizde ancak inanılmaz eğleniyorlardı. Sanki oraya hiç müzik gitmiyormuşçasına, “Allah’ım sonunda müzik geldi!” dercesine eğleniyorlardı.

Enver: Teknolojiden bağımsız olarak gözlemleriniz nedir? Dinleyici olarak da sahne olarak da.

Zeynep: Diğer şehirlere göre Ankara’lı biraz daha “Tamam canım, nedir yani? Biz bunu her gün görüyoruz“ gibi bakıyor olaya.

Linda: Direkt geliyor ve tüketiyor yani?

Zeynep: Örnek vereyim. Bir gün, daha mekana adımımı atarken beni çevirdiler. “Bizim bekarlığa veda partimiz var. Sizi çok seviyoruz, size geldik. Arkadaşımıza bir şarkı söyler misiniz?” dediler. Tabii söyleriz, söylemez miyiz dedik, başladık. Kalabalık bir ekipti, yirmi kişi kadar. Çok güzel başladık, herkes –tabii ki- selfielerini çekti. İkinci veya üçüncü parçada hepsi dışardaydı. Anlatabiliyor muyum? Bunun öğrencilikle alakası yok. “Biz buraya geldik, bunu dinledik, sosyal medyadan da kanıtladık, artık sigara içmeye gidebiliriz” demek bu.

Enver: O zaman biraz gösteriş işine dönüştü seyirci için.

Zeynep: Maalesef öyle. İstanbul’da nasıldır çok bilemiyorum.

Enver: Daha kötü bile olabilir. Orada mekanlar daha belirleyici olduğu için, şuradasın buradasın durumu daha önemli olabilir.

Sami: 2002’den beri dinliyorum dedin. Peki kimleri dinledin? Nerelerde dinledin? Kimlerden beslendin? Özellikle underground olarak Ankara bazında.

Zeynep: Ben Diplomatic Immunity hayranıydım. Bilmiyorum bilir misiniz?

Her programlarına gittiğim bir dönem vardı. Onun haricinde mesela Inrock özellikle çok dinledim, hatta bir dönem ön gruplarıydık ilk başladığımız sıralar, alakasız bir müzik yapmamıza rağmen. Wattz Up dinledim. Gürbüz Abi rahmetli, onun grubuydu o zamanlar. Benim Ankara’da ilk dinlediğim grup Wattz Up’tı Perşembe günleri Manhattan’da. Sıklıkla bulunduğum yerler IF (eski hali tabi), Manhattan, SiyahBeyaz, Gölge gibi yerlerdi. O zamanlarki dinleyicinin şöyle bir farkı vardı, kendimden biliyorum, gruptan parça öğrenirdiniz. “Bu muymuş, dur ya bu da neymiş?” dediğim veya gruba gidip “Ya bir şarkı var, şöyle böyle...” diye mırıldanıp...

Enver: Shazam da yok o dönemde tabi.

Zeynep: Tabii. “Neydi ki o şarkı?” diye sorup öğrendiğim bir dönemdi. Kimsenin umurunda değil şimdi. Bugün burada yapacağımız performansta çoğu insanın bilmediği tonla şey çalacağım ama biri de gelip “Çok iyiydi, o neydi?” diye sormayacak. Çok az oluyor. Özetle dinleyici sahneye odaklı olmaktan kendine odaklı olmaya dönüştü.

Enver: Ben geçişe çok şaşırıyorum zaten. Özge Fışkın mesela, Salı günü bir yerde, Çarşamba bir yerde, Perşembe, Cuma günü başka yerlerde çıkıyordu. Hepsi de baya dolu dolu mekanlardı. Sonra da Cumartesi İstanbul’a gidiyordu sahne almak için. Az önce konuştuğumuz konuların önemi elbette var ancak hala da anlayamıyorum. Tırnak içinde süreç dediğimiz şeyden mi, cazibe meselesinden mi? Ankara’da önemli bir üretim durumu vardı genel olarak ve hala da öyle sayılır. Onu da şuradan anlıyoruz İstanbul’da filmciler vs. müzisyen aradıklarında bulduklarının hala Ankaralı olduğunu söylüyorlar. Acaba Ankara’nın büyüsü nedir? Bu konuyla ilgili bir yorumun var mı? Neyin disiplini acaba?

Zeynep: Çok genel bir yorumum olacak. Ben İstanbul’a parçası olduğum bir albümün konserleri için birkaç kez gidip geldim. İşin içinde çok az yerim olmasına rağmen o süreçte kaptığım şey, İstanbul piyasasında kimsenin kimseyi Ankara’daki gibi kollamadığıydı. Herkesin “Vay kardeşim!” diyip, arkandan kazık attığını ve bu şekilde ilerlendiğini biliyoruz. Bu arada bugün şu gruba soracak olsanız Ankara müzisyeni de birbirini sevmiyor. Hakikaten sevmiyoruz biz birbirimizi genel olarak. Ama
yine de bir şekilde dayanışma ve bir araya gelme durumu oluyor.

Enver: Çıktığın mekanlar için söylemiyorum bunu, mekancıların hataları var mı ?

Bazı mekanlar var, demin adını geçirdiklerimiz arasında da benim neredeyse kapandığını sandığım yerler var. Dinleyici olarak burası kapandıysa bu mekanı yaşatmak için uğraşalım dedirten. Birileri bir yerlerde hata da yapıyor. Bu konuda bir fikrin var mı?

Zeynep: Aslına bakarsanız işletme bilen işletmeci az, hele ki çağın gereklerine uymak söz konusu olduğunda epey az. Artık mesela sosyal medya kullanmayan bir işletme olması, o işletmenin yaşamayacağının kanıtı. Düzgün paylaşım

da önemli. Algoritmaları ve platformların gerektirdiklerini iyi kullanarak düzgün reklam yapmalı. Reklam konusunda başarısız o kadar çok yer var ki. Reklamı yapılmadığı için biten işler var.

Enver: O zaman bu renovasyon yapamadıkları için olabilir mi? Pavyonlar yapıyor ama, onlar çok başarılı ve onlar da sosyal medya kullanıyor. Pazartesi günü bile 350 kişiyi topluyorlar.

Zeynep: Tabii o başka bir kültür ama evet onlar daha başarılı olabilir. Bazen “Abi bu iş için söyle yapalım, böyle yapalım. Olmaz mı?” diye mekan sahibini yönlendirmek gerekebiliyor. “Biz tanıtımımızı yapıyoruz ama siz de destek atın.” demek gerekebiliyor.

Bunun dışında pek çok mekanda, müzisyen için sıkıntı yaratan şey ücret kısmı. Tamam adamları da anlıyorsun bir yerde. Ama benden daha uzun zamandır bu piyasada olan arkadaşlar itiraf ediyorlar. “Bunu biz yaptık” diyorlar. Bugün üç kuruşa çalınıyor olma nedeni, zamanında bu üç kuruşlara eyvallah denmiş olması. Burada olduğumuz için demiyorum da Sakarya Caddesi için önemli bir mekan eSkiyEni, ama öyle mekanlar biliyorum ki, “Şu kadar paraya çalmıyor musun, peki sen bilirsin.” diyor ve sen de gidiyorsun. Prensiplerine sadık kalıp gittiğinde, adam yeni yetme birilerini bulup, üç kuruşa, cidden 50-60 TL ye birilerini bulup, içerdeki müşteri bunu beğenir mi, sever mi bakmadan, canlı müzik yapmış olmak adına bu insanları çalıştırıp günü kurtarıyor. Böylece kalitesiz müziği de destekliyor, kendi cebine de daha çok para kalıyor.

Enver: Kendin peki gidip dinliyor musun başkalarını? Ne oluyor diye gözlemleme hali mi, yoksa eğlenme hali mi?

Zeynep: Aslına bakarsan daha çok gidelim de arkadaşlarımızı dinleyelim diyerek çıkıyoruz. Burada ne var, ne oluyor diyerek arada çıkmak lazım ama uzun süre önce bıraktım. Kimin ne yaptığı ile ilgili elbette az çok fikir sahibiyiz yine de.

Enver: Aslında Ankara’da mekan da az değil mi? Kaç yer var? En azından Rock kültürü için bakarsak belli başlı birkaç mekan var sadece.

Zeynep: Aslında evet, bugün burada icra ettiğimiz türü sahneleyeceğimiz yer yok gibi artık.

Linda: Manhattan mesela. Bana sahnesi çok küçük gelmiştir hep.

Enver: Şimdisini konuşmuyorum ancak eskiden çok aktif bir mekandı. Hem prestij hem de imkan tanıması adına çok farklı gruplar gelirdi.

Linda: O zaman toparlayalım. Son olarak baharla birlikte festivaller geliyor. Yer almayı planladığınız etkinlikler var mı ?

Zeynep: Şu anda katılalım dediğimiz bir festival yok. Bize gelmiş bir teklif de yok.

(...Gülüşmeler...)

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış