Sınavın ortalarına doğru, sözünü ettiğim bıçkın delikanlı önünde oturan arkadaşının kağıdına neredeyse ayağı kalkarak bakmaya çalışıyordu. Arada bir de yarı tehditkar bir tonla, arkadaşını kağıdını açması için uyarıyordu. E haliyle ben de onu uyardım.
Yanına gidip eğilerek sessizce, ‘kopya çekiyorsunuz, dışarıdan açıkça görünüyor, bir daha tekrarlarsanız tutanak tutacağız hocanla’ dedim. Bunu dememle iki adım arkamda duran diğer gözetmenin sınıfın diğer ucundaki masanın arkasına gitmesi bir oldu, tıpkı bir ok gibi hızlıydı. Aynı hızla ona doğru yol aldım ve ne oldu diye sordum şaşkınlıkla. Bana doğru yaklaşarak, Nevincim ben tutanak tutmam sen de lütfen uğraşma bu çocukla dedi. Ben olanı biteni anlamaya çalışırken arkadan bir şişttt sesi yükseldi, bütün sınıfla birlikte ben de sesin geldiği yöne doğru kafamı çevirdim.
Ceren Damar, işte tam da herkesin gördüğü, bildiği ancak kimsenin görmek istemediği bu ikliminson kurbanı oldu. Tıpkı Kırmızı Pazartesi’deki gibi, herkes biliyordu cinayetin işleneceğini, ama kimse ses etmedi...
Bu sesi çıkartan kişi az önce kopya çektiği için uyardığım öğrenciydi. Şişttt diye seslenirken işaret parmağıyla da beni yanına çağırıyordu, o an idrak edemedim ve yüksek sesle sordum, beni mi çağırıyorsun diye. Bunun üzerine yüzünde pis bir gülümseme ile elini oturduğu sıranın boş olan kısmına vurdu, gel yanıma otur diyordu.
Gittim, eğildim, ve sen benimle nasıl konuşuyorsun dedim, çocuk yüzünün tümünü kaplayan pis bir sırıtış ile otur da konuşalım dedi. Ne diyeceğimi bilemez bir halde tekrar birlikte gözetmenlik yaptığım hocaya baktım, rengi kaçmıştı, titriyordu.
Yanına gittiğimde ise olanı biteni anlattı, kısık ve titreyen bir sesle. Fazla değil, geçen sene bu zamanlar yine bir final vakti benzer bir sebepten yani kopya çektiği için tutanak tutup sınıftan atmıştı bu öğrenciyi. Uğradığı‘ haksızlık’ nedeniyle psikolojisi bozulan çocuk, bir bıçakla fakültenin koridorlarında hocaya saldırmış onu öldürmekle tehdit etmişti. Aynı öğrencinin daha önce silahla okula geldiği, “karşıt görüşlü” öğrencileri öldüresiye dövdüğü ve yanlış hatırlamıyorsam birini ağır yaraladığını da anlattı. Ve bana, Nevincim lütfen bulaşma buna diyebildi bir tek. Biz bunları konuşurken adını hatırlamadığım o öğrenci kağıdını uzattı bana, tüm soruları yanıtlamıştı!
Ben şaşkınlıkla kağıda bakarken o beni sınıfın dışına çağırıyordu, belli ki vereceği bir kaç ayar daha vardı. Önce nerelisin diye sordu, sanırım sorunun yanıtı biliyordu. Sana ne dedim, o da cümleye Trabzonlu olduğu bilgisini vererek girdi ve mesajın alınmış olduğunu teyit eder gibi bir es vererek başını salladı. Bakışları tehditkar haliyle de rahatsız ediciydi. Ardından ‘hoca sen anlamazsın, ben yedi çocuklu fakir bir aileden geliyorum, bu milletin evladıyım, sizin gibi değilim’ dedi. Sonra, yüzünü yüzüme iyice yaklaştırıp, nefesini suratımasalarak ‘ben senin kim olduğunu öğrenirim, ama sen benim kim olduğumu daha önce öğrenirsin’ dedi, cümlesini de ‘bana bulaşma’ diye bitirdi. Orada öylece kaldım, önce şikayet edeyim dedim, sonra vazgeçtim, çünkü bu çocuk açık tehditti ve ben korkuyordum.
Sınavda tutanak tutmadığım, ve sonrasında şikayette bulunmadığım için ve ama daha çok oda arkadaşım çocuğu kendi bildiği yollarla uyardığı için başıma bir şey gelmedi! Ama tüm bunlar Ceren Damar’ın odasında bir öğrenci tarafından canice katledildiğinde tekrar aklıma geldi. Taşra üniversitelerinde yaygındı, yaşıyorduk biliyorduk. Sınıfta ders anlatan hocaya, ‘hoca ileri gidiyorsun, başına bir yerlerden bir tuğla düşebilir dışarıda, ya da ayağın takılıp yuvarlanabilirsin’ diyen öğrencilerden, hocaların odasını basıp onları dövenlere, kapısına notlar bırakıp evini basanlara kadar hepsine tanık oldum. Silahla, kesici aletlerle okul koridorlarında boy gösterdikten sonra kendilerine yakın buldukları hocaların odalarında çay içip, ‘başka bir emrin var mı reis’ diye soranları da biliyorum.
Kadınsan, hele bir de onların sevmediği türden bir kadınsan böylesi bir şiddetin ve tehdidin doğal nesnesi oluveriyorsun. Zaten kadın olanlarınız bilir, hadsizliğin her türlüsü size reva görülür, eğitiminiz, konumunuz, maddi olanaklarınız sizi korumaz. Aksine karşınızdaki erkeğin erkekliğini incitebilir. Sizi bir otorite olarak görmek onları derinden yaralar, yani avantajlarınız bir anda dezavantaja dönüşür, ne de olsa onlar hayattan alacaklıdır, erkek olmaktan kaynaklı hak ettikleri vardır. Onlar hak ettiklerini başkalarına kaptırmış yaralı birer erkektirler. Ve siz onlara bu yarayı hatırlatırsınız, üstelik yaralarını sağaltmak için aşağılama, dövme ve hatta öldürme hakları vardır, yaptıklarının her daim cezasız kalacağını bildiklerinden bu denli cüretkar bu denli cesurdurlar.
Ceren Damar, işte tam da herkesin gördüğü, bildiği ancak kimsenin görmek istemediği bu iklimin son kurbanı oldu. Tıpkı Kırmızı Pazartesi’deki gibi, herkes biliyordu cinayetin işleneceğini, ama kimse ses etmedi...
Yorumlar (0)