Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Ankara Ankara Güzel Ankara..

Ankara Ankara Güzel Ankara..

2011 sonbaharıydı, TBMM yeni açılmıştı. Yeni milletvekiliydik, yeni yeni tanışıyorduk. Bir akşam yemeğinde karşımda oturan bir hayli ciddi görünümlü Ankara milletvekili uzun uzun bana bakıp “Ankara sıkıcı bir şehirdir, burada çok sıkılacaksınız” dedi. İçimden “beni fazla şen şakrak buldu galiba” diye düşünüp, biraz da bundan 24 yıl önce Günaydın Gazetesinde çalışırken her hafta sonu mavi trenle gidip geldiğim ve çok sevdiğim Ankara’yı savunma ihtiyacı hissettim. “Aaa olur mu çok keyi%idir Ankara, mesela biz dün akşam arkadaşlarla Behzat Ç.’nin mekanındaydık…” dedim. Cevap benim için şaşırtıcıydı: “İnanır mısınız ben Behzat Ç. ne bilmiyorum”. Oysa “Bir Ankara Polisiyesi”nin dizi piyasasını kasıp kavurduğu, İstanbulluların büyük kısmının “Hangi biracıya, gidiyor, ne marka bira içiyor, Konur sokak neresi” diye merak ettiği, İstanbul-Ankara otobüslerinde Pazar akşamları herkesin Behzat Ç.” seyrettiği günlerdi. Aslında nereye gitsem kendimi oyalayacak bir şeyler bulurum, yapım öyle… Ankara’nın İstanbul’a dönüşünü sevenlerden değilim.

Ankara’ya milletvekili olarak gelip Polisevi, Hakimevi, DSİ misafirhanesi gibi kurumlarda 4 yılını hatta 8 yılını geçiren milletvekillerine kızıyorum. Bir Ankara gazetesine “milletvekilleri ev tutsun, badana, boya yaptırsın, elektrikçi, tesisatçı, çevredeki esnaf vs kazansın, Ankara ekonomisine katkı yapsın” diye demeç vermiştim. Yüksek katlı apartman tarzı site sevmem. Evden çıkınca bakkal, eczane, köfteci, lokanta, bar, kuaför görmem lazım. Bunun için Bestekar’da bir ev tuttum. Bestekar’ın gecesi hareketli, Esat Karakolu’nun müdavimleri de sabaha kadar bir hayli gürültü yapıyor. Gürültü, ses severim, yaşamın sürdüğünü gösterir.

Evden TBMM’ye yürüyorum. Yoldan Ankara simidi alıyorum bazen. Değişik işte… Ama simidin gerçeği İstanbul simididir. Evden 10 dakikada Sakarya’dayım… Ucuz takılar, çantalar, tişörtleri ellemek, takmak, almak hoşuma gidiyor. 1 kitap için girdiğin kitapçılardan 10 kitapla çıkıyorsun. Sakarya’nın birahanelerini de seviyorum. Sıcak havada tek kişilik bir masada gizlenip maç izlemek keyi%i oluyor. Net Piknik var mesela favorilerim arasında. Bir de Kumsal’da kızlarla yiyip içerken uçak kaçırdığımız olmuştur. Pastanelerinde sabah kahvaltısının tadına doyulmaz. Evden yokuş yukarı 5 dakikada Tunalı’nın başındayım. Ne kadar Alışveriş Merkezi de açılsa Tunalı Ankara’nın kan damarı. Ucuzu, pahalısı dükkanlarda ne ararsan var. Hele 5-10 liralık Çin mali ev eşyalarının satıldığı dükkanlara girip gerekli gereksiz ne varsa yüklenmemek elde değil. 24 yıl önce Ankara’da çalışırken bu kadar yeme-içme mekanı yoktu. Kebapçının iyisinin Ankara’da olduğunu hep söylerdim. Şimdi balıkçılar için de aynı şeyi söylemek mümkün. Akşamları bazen keyfini sürüyoruz arkadaşlarla. Arkadaşlar dediğim bizim CHP milletvekilleri. TBMM’yi şöyle düşünün. Sanki 4 yıllık bir okul kazanmışsınız gibi. Hani okula ilk gittiğiniz gün, anlaşabileceğiniz arkadaşları gözünüze kestirirsiniz. Bir süre onlarla yemeğe, çay-kahve içmeğe gidersiniz. Sonra yavaş yavaş grubu genişletirseniz. TBMM’de ilişkiler de öyle. Biz de akşamları bazen o grup arkadaşlarımızla çıkıp bir yerlerde yemek yiyip, bir şeyler içip sosyalleşiyoruz.

Aslında Hamamönü, Kale gibi yerlerde de kahvaltı güzel, ama hafta sonu kalmak lazım. Perşembe – Cuma oldu mu koşarak İstanbul’a gidiyoruz. İnsanın yeri yurdu başka tabii. Kültür-sanat konusunda İstanbul’daki çeşitlilikle hiçbir şehir yarışamaz ama Ankaralılar bu tür konulara daha meraklı. Hangi resim sergisine başınızı uzatsanız, bir sürü kadınlı erkekli grup geziyor ve resimlerin önünde yorumlar yapıyor. Tiyatrolar deseniz ful oynuyor. Bir Delinin Hatıra Defteri oyununa bir yılda zor yer bulup da gittik. Siyaset kilo aldıran bir ortam. Çünkü bol miktarda yemek ortamı oluyor veya Anadolu gezilerinde tabak tabak gelen yerel mutfak ister istemez yerleşiyor bedene. Neyse ki TBMM içinde çok yürünüyor. Ankara’da yürüyerek dolaşmak daha keyi%i. Çünkü sürekli yol onarım çalışmaları yüzünden taksiler dönüp duruyor. Bir İstanbul sakini olarak taksicilerin benden pek memnun olduğunu düşünüyorum. Zira İstanbul’da taksilere gideceğiniz yeri ya da ineceğiniz yeri beğendiremezsiniz. Alışkın olduğum için taksiye binmeden gideceğim yeri söylüyorum, olur ya belki gitmek istemez. Bir de “size nerede uygunsa orada ineyim” cümlem var… Bunlar İstanbullu deformasyonu. Genel Merkez’de görevliyken arabamı da getirmiştim. CHP Genel Merkezi’nin bulunduğu Söğütözü biraz uzak sayılır. Arabayla kaybolduğumu hissettiğim zaman yokuş yukarı çıkmaya başlıyordum, çünkü Ankara’da yokuşlar hep Çankaya’ya çıkıyor. Ve bir süre sonra sizi mutlaka Kızılay’a yönlendiren bir tabela görüyorsunuz. Evet… Ankara’da bütün yollar Kızılay’a çıkar diyebiliriz. O günlerde Turan Güneş bulvarının tepesinde bir evim vardı. Kar, buz müsaade eder de arabamı çıkarabilirsem partiye gitmek için Protokol yolu adı verilen geniş bulvardan da geçiyordum. Protokol Yolu… İnsan kendisini önemli hissediyor.

İstanbul aurasıyla bir dünya başkenti olabilir ama Ankara, Alexander Dubçek Caddesi gibi adresleriyle, Filistin, Arjantin gibi sokakları caddeleriyle, Başbakanlığı, Genel Kurmay Başkanlığı, Anayasa Mahkemesi, Danıştayıyla Türkiye’nin kalbinin attığı yer…

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış