Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Derinlerde…Kısaltılmış Manzaralar-Kabullenemediğimiz Sığınmacılar

Derinlerde…Kısaltılmış Manzaralar-Kabullenemediğimiz Sığınmacılar

Neyin beklediğini bilmeden, görüşmemin olumlu geçip geçmeyeceğini bilemeden yoldayım. Bir torba yanımda, şemsiyem, aslında ıslak değilim, montum üzerimde, üşümüyorum da, ama bilmeme duygusundan kurtulmaya çalışıyorum üzerimdekilere sarılarak. Sıcaklıkla olumlu olmayı yakınlaştırmaya çalışıyor gibiyim. Gideceğim yerin kâğıtta yazılı adresini şoföre gösterdiğimde garipçe baktı. “Hı Iraklılar….” Oysa ben İranlı bir sığınmacıyla görüşmeye gidiyordum…. Dolmuştan indim, sokağı bulmaya çalıştım, gittikçe gidiyordum, arka sokaklara kadar gittim, hala gitmem gerekiyormuş, tenha evlerin önünden geçerek akşam karanlığında, -vazgeçsem gitsem mi acaba diye düşünmedim değil-, ürkütücü bir sessizlik vardı, sokak ışıkları yoktu, daha kötüsü sokak yoktu, toprak bir patikadan ilerliyordum, “araziye mi çıkıyorum acaba derken?” ilerde küçücük yanan soluk ışık gördüm, adımlarımı hızlandırdım, terden sırılsıklam olmuştum korkudan. Oysa hava soğumuştu, oh nihayet evlere kadar geldim ama hepsi pek bir tenhaydı, evlerin numaralarına baktım yoktu aradığım numara. Sığınmacı kadını aradım “verdiğin numarayı bulamıyorum” diye. Yolu olmayan, yıkık dökük bir evden geliyordu beni bulunduğum yerden almaya. İki katlı bir evin(?) alt katında oturuyordu, ayakkabılarımızı dışarıda çıkararak ahşap kapıdan sonra hemen gelen salona geçtik, oturduk. İçerisi buz gibi ve sadece bir ufo ısıtıcı var. Sağ tarafta bir oda, sol tarafta mutfak banyo ve tuvalet (bu üçü iç içe). Mutfak diyince aklınıza mutfak tezgahı mutfak dolabı gelmesin bi zahmet, böyle bir evde ne lafı olur ne de bu sığınmacı kadının böyle lüksü. Görüşmemi bitirdim... Aslında direnen kadını gördüm. Bazen yılan, bazen küsen… Ama asıl gördüğüm direnendi… Hiç inanamadığım (belki de inanmak istemediğim) annelik duyguları için katlanıyor onca sıkıntıya. Çocukları için geliyor bir başka ülkeye, çocuklarını aldıktan sonra da dönmeyecek Tahran’a, çocukları istemediği için ve yine çocukları Kanada’yı istediği için o da gitmenin yollarını arayacak Kanada’ya. Evdeki onca yoksunluğa(ki bu kadın Tahran’da iyi düzeyde maddi koşullara sahip) niye katlanır ki insan, insanı direnmeye iten neden ne olabilir ki?... Bu kadını da direndiren,zaman zaman çökerten, ağlatan, çocuklarına kavuşma hayali.

Sonra bir başka kadın, soğuk bir Ankara şubatında, okulların kar tatili olduğu bir günde yanımda bulunan çevirmenimle normal standartlarda görünen bir apartmana giriyoruz. Görüşeceğim kadın İranlı bir sığınmacı, çevirmenim de İranlı, apartmana giriyoruz, aslında genel olarak tüm sığınmacıların bodrum katta yaşadıklarını bildiğim halde bile isteye merdivenlerden yukarı yöneldim, çevirmen arkadaşım tutup aşağı indirmişti. Dairenin kapısı açıldığında bomboş bir antre ve yine bomboş bir salon bütün soğukluğuyla karşımızdaydı. Salondan geçerek bir odaya alındık, bir çekyat, ucunda katlı vaziyette ince bir yorgan ve yastık vardı, sığınmacı kadının ayaklarımıza giymemiz için vereceği bir terliği bile yoktu. İki saatlik görüşmemin sonunda evden çıkarken ayak parmak uçlarımın donduğunu ve acı acı sızladığını fark ettim, eve nasıl gideceğim diye düşünmekten utandım, ben birazdan sıcacık evime gidecektim ama o kadın o soğukta kalmaya devam edecekti…

Sonra bir başka ev, iki kızı ve eşiyle yaşayan bir kadın, buradaki manzaraya da kendimi hazırlamaya çalıştım ziyarete gitmeden bir süre önce, yine kış ayı, soğuk var dışarıda ve İngilizce bilen çevirmen arkadaşımla gittim. Kapı açıldı ve manzara sıcaktı, güler yüzlü iki çocuk, güleryüzlü bir kadın ve bir erkek, görüşmemizi yaptık ve aileye bir üye daha katılacağını öğrendik, bir bebek daha geliyordu, ailenin sosyal güvencesi yok, zorunlu harcamalar dışında yetecek para yok, yok yok yok, ama bir üye daha geliyor. Kazayla oldu, yapabileceğim bir şey yok diyor anne, çevirmen arkadaşım ve ben bir süre sessizce hiç soru sormadan, konuşmadan, konuşamadan bakakaldık. Ne olacaktı şimdi? Bu sürenin sonunda evden ayrılırken, biraz bencilce bir duyguyla istediğimiz görüşmeyi yapmış, evden bazı kareler almış, utana sıkıla çıkmıştık, çünkü yapabileceğimiz fazla bir şey olmadığını biliyorduk.

Şimdi de başka bir kadın, il dışından Komiserlikle görüşmeye gelmiş, şimdiye kadar görüştüklerimin içinden en genç olanıydı. İran’dan buraya kaçak yollardan gelmiş, “26 saatimi dağlarda geçirdim” diyor. Tek başına bir kadın, beraberinde kaçak gelen erkekler var, yardımsever kamyon sahibi kendisini öne alıyor tek kadın olduğu için güya, diğerlerinin üzerini de kilitliyor, niye yapıyor ki bu kadar yardımı acep? Yoldan gelirken yaşadığı taciz kenara atılacak cinsten değil, hem kaçaksın hem yanında yardım edecek kimse yok, hem gece ve sadece 21 yaşındasın, insanın ülkesinden kaçmasına sebep her ne olursa olsun, yaptıkları ne olursa olsun, kimse bu denli zorluğu hak etmiyor aslında. “Şimdi bir apartmanın altıncı katında, çatı katında yaşıyorum, önümüz kış, kaldığım yerde sağlıklı ısınma şansım yok, bir kalorifer peteği bile yok, nasıl ısınacağım bilmiyorum” diyor. Neyse ki kısa bir süre sonra bu kadının üçüncü ülkeye yerleştirildiğini duydum. Anlatılacak çok şey var, imkan olsa da bire bir kendi ağızlarından duysanız yaşadıklarını, taa içerlerden utanmayla karışık bir üzüntü, bir hüzün çökerdi içinize, bir şey yapamamanın verdiği utanma, üzüntü ve hüzün.

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış