Katılımcı yaratım ve üretim son on yılda şehir planlamadan pazarlamaya kadar içerisinde tasarım barındıran her alanda vazgeçilmez bir yöntem haline geldi. Avrupa genelinde olduğu gibi Hollanda’da da her geçen gün farklı kişi ve kuruluşları bir araya getirerek birlikte fikir üretmeyi amaçlayan oluşumlar ortaya çıkıyor. 2014 yılında Yaratıcı Sektörler Fonu’nun desteği ile Hollanda’nın tam 50 kentinde birden kurulan City-lab’lar bugün birbirinden ilginç temalar çerçevesinde yürütülen iş birlikleriyle kentsel sorunlara kentlileri de dahil ederek çözüm arıyor. Dizinin on birinci bölümünde, dünyanın her yerinde popülerliği gün geçtikçe artan katılımcı süreçlere, katılım prensiplerini benimseyen inisiyatiflere ve bu tür inisiyatiflerden çıkan projelere değineceğim. Konu geniş ve örnekler bol olduğu için bu konuyu iki bölüme ayırmak istiyorum. İlk bölümde City-lab konseptinden ve Hollanda’nın katılım başkenti sayılabilecek Rotterdam’dan çıkmış iki etkileyici inisiyatiften bahsedeceğim.
Katılımcı kültür, 19. yüzyılın başlarında tüketim kültürüne bir alternatif olarak, insanların yaratıcılıklarını, becerilerini ve sosyal ağlarını kullandıkları çözüm odaklı bir üretim anlayışının benimsenmesi ile gelişmiş. Ortaya çıkmasıyla da disiplinlerarası bir alana yayılması ve “maker” kültürü gibi teknoloji ile de ilişkilenen yeni kollar oluşturması fazla uzun sürmemiş. Farklı perspektifleri bir araya getirmek esas amaç olmasına rağmen, katılımcı kültür günümüzde paylaşım, değişim, etkileşim, deneysellik ve problem çözme gibi temel değerlerle özdeşleşmiş durumda. Bu hareketin belki de en değerli ürünü ise mahalle ve kent seviyesinde yaşanan sorunlara, problemin asıl sahipleriyle yani kentlilerle birlikte çözüm arayan City-lab’ler.
Modern kent hayatının sürekli gelişimine paralel bir biçimde artan karmaşa, daha büyük toplumsal zorluklarla harmanlanarak kent ölçeğinde yeni ihtiyaçların gündeme gelmesine sebep oluyor. Bu durum, kent sakinlerini yakından ilgilendiren sosyal sorunların önüne kalıcı bir biçimde geçilmesi için yürütülen projelere kentlileri dahil ederek tasarım, planlama ve inovasyon süreçlerini, katılımı sağlayan birer araç olarak gören pratiklerin benimsenmesini kaçınılmaz kılıyor. Vatandaşların yanı sıra, kamu kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve üniversiteleri de içine alan paydaşların taleplerine karşılık verebilmek ve zorlukları olabilecek en kapsamlı kişi ve kuruluşlar kümesinin ihtiyaçlarına uyumlu bir biçimde aşabilmek amacıyla açık ve deneysel bir laboratuvar ortamında yenilikçi çözümler üretmek, üretilen çözümleri pilot projelerle kent ölçeğinde test etmek City-lab’ların yaptığı işin kısa bir özeti olabilir.
Türkçeye kent laboratuvarları şeklinde çevirebileceğimiz City-lab konsepti, yerel ölçekte katılımcı ve deneysel nitelikte proje geliştiren inisiyatifleri ifade etse de uluslararası literatürde test alanı (testing ground), kuluçkahane (hatchery), geliştirme merkezi (incubator), üretim alanı (maker space), test yatağı (testbed), şehir laboratuvarı (urban lab), yaşam laboratuvarı (living lab) veya saha laboratuvarı (field lab) terimleriyle de anılabiliyor.
On Yılda Yüzden Fazla City-lab
Avrupa’nın birçok şehrinde yerel dinamiklerin bir sonucu olarak ortaya çıkan City-lab’ların sayısı bugün binlerle ifade ediliyor. 17 milyon nüfusuyla Avrupa Birliği’nin sadece %3’ünü oluşturan Hollanda’da 2020 yılı itibariyle yüzün üzerinde kent laboratuvarı faaliyet gösteriyor. Yapılan bir araştırmaya göre bu oluşumların neredeyse tamamı birden fazla kuruluşun birlikte hareket etmesiyle ortaya çıkmış. Bunlar devlet kurumları, yüksek öğrenim kurumları, sivil inisiyatifler ve yerel şirketler olmak üzere dört ana gruba ayrılıyor. Yine aynı araştırmaya göre, Hollanda’da kent laboratuvarlarının %76’sına yerel yönetimler, %55’ine yüksek öğrenim kurumları, %20’sine
sivil inisiyatifler ve %40’ına şirketler katkıda bulunuyor. Bütün bu oluşumlar aynı kategori altında anılsa bile, hiçbiri ne mekân ne proje ne de çalışma biçimi olarak bir diğerinin aynısı değil. Bunun sebebi, bu tür oluşumların yerel sorunların gündeme getirildiği platformlar olarak işlemesi ve sürecin katılımcıların istekleri doğrultusunda şekillenmesi.
Yeni Bir Rotterdam
Rotterdam bana göre Hollanda’nın en özel şehirlerinden biri. Öncelikle ikinci dünya savaşından sonra şehrin neredeyse tamamı baştan inşa edildiği için planı ve mimarisi diğer Hollanda şehirlerinden farklı; sanki modern mimarinin oyun alanı gibi. İkincisi, Rotterdam limanı dünyanın en büyük limanlarından biri olduğu için Rotterdam işçinin, emekçinin, göçmenin şehri. Üçüncüsü, Rotterdam, Hollanda’da sokak kültürünün merkezi ve son yıllarda Amsterdam’a rakip olarak yaratıcı sektörün de kalbi haline geldi. Bu yaratıcı sokak kültürü, şehrin modern imajı ile birleşince, katılımcı süreçlerin günlük hayata dahil olması da kaçınılmaz oluyor.
Rotterdam’ın en köklü katılımcı platformlarından biri kendini ’kullanıcı odaklı bir problem çözme ekosistemi’ olarak tanımlayan R’damse Nieuwe (Türkçeye ‘Yeni Rotterdam’ olarak çevirebiliriz). Kısaca kentin farklı mahallelerinde yaşayan, dolayısıyla farklı problemlerle karşı karşıya kalan (girişimci) vatandaşları çeşitli atölyeler çerçevesinde problemin çözümünde rol oynayabilecek kişi ve kuruluşlarla bir araya getiriyor. Yaklaşık on yıldır faaliyet gösteren bu grup, yıllar içinde büyüyüp kendi araştırmalarını yürüten ve katılımcı metotları sadece uygulamakla kalmayıp literatüre yeni metotlar kazandıran bir grup haline evirilmiş. R’damse Nieuwe, sırasıyla inovatif ekonomi, kentsel gelişim, sosyal girişimcilik ve sağlıklı besin temaları olmak üzere dört ana tema üzerinde çalışmalarına devam ediyor.
Eski Su Parkı veya Bir ‘Olasılıklar Havuzu’
Blue City Hollanda’nın Rotterdam şehrinde sürdürülebilirlik üzerine çalışan katılımcı oluşumlardan biri. Bu oluşuma oldukça ilginç bir mekan ev sahipliği yapıyor: eski bir su parkı! Blue City’nin şu an içinde bulunduğu bina, 1988 yılında, Rotterdam şehrinin içinden geçen Maas nehrinin kenarına kurulmuş, egzotik bir adayı andıran dekoru ve modern mimarisi ile yıllar boyunca ikonik bir eğlence merkezi olarak kentlilere hizmet vermiş bir su parkı. 2010 yılında park kapanınca geride cam kubbenin altında geniş alanlar, boş havuzlar ve kaydıraklar kalmış. Su parkı kapanıp bina boş kalınca yeme-içme sektörü ile ilgili denemeler yapmak isteyen Rotterdamlı bir girişimci belediye ile iletişime geçmiş ve iklimlendirilmiş bu binadaki boş havuzlardan birinde bazı sebzeler yetiştirmeye ve bu sebzeleri yerel lokantalara satmaya başlamış. 2015 yılına gelindiğinde çoğunluğu sürdürülebilirlik ve yeme-içme sektörünün kesişiminde faaliyet gösteren irili ufaklı onlarca küçük girişim Blue City bünyesinde bir araya gelmiş ve kendi deyimleriyle bu olasılıklar havuzunda denemeler yapmaya başlamış.
Fırınları çalıştıran ekmekler
Blue City içerisinde geliştirilen projelerden biri BroodNodig (Türkçeye ‘Ekmek Gerek’ şeklinde çevrilebilir). Bu proje, yerel ölçekte gıda atığını azaltmayı amaçlıyor. Yola çıkış noktası ise ekmek, çünkü Hollanda’da çok ekmek tüketiliyor ve ülkenin gıda atığının çok büyük bir bölümünü günde 435.000 somun ile ekmek oluşturuyor. BroodNodig bu sorunun çözümünü ekmek atmanın kabul edilmediği bir kültürden gelen katılımcılarla, yani Rotterdam’ın güneyinde yaşayan Türkiye kökenli vatandaşlarla birlikte aramış. Yoğun oturumların sonucunda ortaya ekmeklerin ayrıca toplanması ve kompost edilerek biyogaz üretiminde kullanılması fikri çıkmış.
Bu süreç sonunda elde edilen gazın ise ekmek pişirilen fırınlarda kullanılması düşünülmüş ve böylece atıksız bir döngü kurgulanmış. Söylenene göre üç kişilik bir ailenin iki haftalık ekmek artığı ile tam on üç yeni somun pişirecek biyoenerji elde edilebiliyormuş. Pilot bölgelere yerleştirilen atık ekmek konteynerleri ile başlayan bu proje şu an ülke genelinde onlarca fırının enerji ihtiyacını karşılayacak boyuta ulaşmış durumda.
Kentlilerin dahil edilmediği bir ulaşım planı
Pandemi sürecini Rotterdam’a komşu Delft şehrinde geçiriyorum. Geçtiğimiz günlerde Delft halkının gündemini meşgul eden bir olayı anlatıp serinin katılım bölümünün ilk kısmını bitireyim. Sıra sıra dizili dar tuğla evleri ve kanallarıyla Hollanda denince akla ilk gelen resmi birebir yansıtan Delft’in tarihi kent merkezi, ülkenin kültürü ve mimarisi için büyük önem taşıdığından 1976 yılından beri tamamıyla koruma altında. Kentin ortasındaki meydana ve meydanı çevreleyen sokaklara araba ile girmek çok uzun süredir zaten mümkün değil ama Delft belediyesinin yakın zamanda açıklanan yeni ulaşım planına göre 2040 yılı itibariyle Delft kent merkezi trafiğe tamamen kapatılacak. Kent merkezinin dışında yeraltına inşa edilecek park yerleri ile hem sokaklar arabalardan arındırılacak hem de şehir merkezinin hava kalitesi artırılacak. Planın halk tarafından çok beğenilmesine ve yayalaştırmanın desteklenmesine rağmen geçtiğimiz haftalarda Delft sakinleri ulaşım planının iptali için kapsamlı bir imza kampanyası başlattılar. Bu protestonun tek sebebi, planın kentliler ve kentte faaliyet gösteren City-lab sürece dahil edilmeden tek taraflı bir biçimde gerçekleştirilmesi ve halkın fikri alınmadan yürürlüğe konmuş olması. Bu durum bana Jane Jacobs’ın o çok bilinen sözünü hatırlattı: “Kentler herkes için bir şey ifade edecekse, bu ancak ve sadece herkes tarafından birlikte yaratıldıkları zaman mümkündür”. İkinci bölümde görüşmek üzere, mutlu kalın.
Yorumlar (0)