Solfasol: Gazetenin (takvim) manşetini gördünüz ve birbirini tanıyan/tanımayan kişiler olarak bir araya gelip eylem yaptınız. Manşeti gördüğünüzde ne yaşadınız?
Gökçe Çiçek Paydak: Manşeti sosyal medyadan (twitter’dan) gördüm ve hissettiğim“yeter artık, bu kadarı da olmaz” idi. Beni harekete geçiren duygu, o başlığın sosyal medyada verilen tepkiler üzerine “dayakçı sevgili” olarak değiştirilmesiydi. “Artık bir şey yapmalı” dedim.
Merve Gündoğmuş: Artık çok alıştık kadın düşmanlığına, cinsiyetçiliğe. Ama artık bizimle dalga geçemezsiniz. Şiddet gören, dayak yiyen bir kadınla alay edilemez. Böyle bir hak yok. Ve bunun karşısında duracağız. Bunun için bir şeyler yapacağız ve kişisel bir çaba olarak kalmayacak.
S: Son dönemde kadına şiddet olayları arttıkça arttı… Her ay başka bir şiddet haberi ve çok yakınımızda da yaşanabilir bir durum. Bu kadar sık duymak ve bu duygunun farkında olmak nasıl bir his?
GÇP: Bende öncelikle, bir çaresizlik hissi oluşuyor. Karşında kocaman bir medya, eril bir dil var ve senin canını yakmak için her yerden vuruyorlar. Sokaktaki tacizden, cezaevlerinde çocukların yaşadığı tacizlere, trans cinayetlerine kadar.
S: Ama sadece 10 kişiyle umutsuzluk umuda döndü. Demek ki bu yapılabiliyor.
MG: Açıkçası benim en temel duygum öfke… Öfkeden daha şiddetli hissettiğim herhangi bir duygu yok. Bu öfkenin bana verdiği güçle ayakta durma taraftarıyım. Ben çok fazla çaresizlik hissetmiyorum. Çünkü büyük değişimler her zaman küçük hareketlerle başlar. Asıl olan kendi etrafımızı ve kendimizi dönüştürebilmek. Bundan 5 sene önce bana hoşlanmadığım bir şekilde davranan, sırf kadın olduğum için kendisinden daha az zeki olduğumu düşünen bir insana eğer ki bunun böyle olmadığını gösterebilmişsem, tek bir insan aydınlanmış olsa bile bu halka genişleyecektir. Yani küçük ve kararlı adımların her zaman etkili olduğunu düşünüyorum.
S: Polis Yonca’ya şiddet uygulayıp tacizde bulunduğu anda öfkenizi nasıl kontrol edebildiniz?
GÇP: O gün orada 10 kişiydik. Ben kalakaldım ve zaten hemen diğer arkadaşlarımız müdahale ettiler. Zaten polisi kendi arkadaşları uzaklaştırdı. Ama şunu eklemek istiyorum, Gezi Direnişi sırasında Dikmen’de gözaltına alınan Eylem, gözaltı sürecinde cinsel tacize uğramıştı ve biz ‘Nakavt yazmayı biliyorsun ama gözaltında yaşanan tacizleri yazmıyorsun’ pankartıyla eylem yaptık. Yani hepsi birbiriyle bağlantılı ve Merve’nin bahsettiği öfke de burada yoğunlaşıyor. Orada 3 kişi de olsan duracaksın.
S: Maalesef günümüzde değişim sözle değil, çarpıcı etkileşimlerle yaşanıyor. Mesela Gezi direnişine dokunan sokaklar, caddeler ve medyada değişim yaşanıyor ama dokunmayan yerlerde yaşanmıyor. ‘Yazanın’ değişiminin de böyle olabileceğini düşünüyorum. Yazarın kızının da şiddet mi görmesi gerekiyor? Örneğin Dikmen örneğiyle ‘nakavt’ başlığını atan kişiyi yüzleştirmek. Bu sizce nasıl olur?
MG: Bence Gezi direnişinde şunu gördüler ki; “Bizimle birlikte barikatta duranlar kadınlar ve bu işi birlikte yapıyoruz. Bu dünyayı birlikte kuracağız.” Kızı şiddet görmeden şiddetin ne olduğunu göremeyen insanları ben anlamıyorum. Örneğin ben, hiçbir zaman bir erkekten şiddet görmedim. Evet, taciz ediliyoruz, bundan kaçamıyoruz ama bir kadının şiddet gördüğü zaman ne yaşadığını anlayabilmem için bunu görmeme gerek yok. En temel nokta bu bence.
S: Polislerde de bir korku vardır. Gözünüzü bağlayıp kaba dayak, küçüklü büyüklü işkence metodları uyguladıktan sonra ilk yüz yüze geldiğinizde sürekli ‘beni tanıyor musun’ derler. Sivil polisin orada ‘Yonca’nın kaydından dolayı sosyal medyaya düşersem, yüzüm görünürse!’ korkusu ve kaygısı var mıydı?
GÇP: ‘Başıma bir şey gelir mi?’ kaygısı güttüğünü sanmıyorum. Başına bir şey gelebileceğini düşünse bu kadar fütursuzca 10 kişilik bir gruba şiddette bulunamazdı. Onun korkusu itibarının zedelenmesi… Yonca hakkında suç duyurusunda bulundu ve o kişi 2-3 gün sosyal medya da teşhir edildi zaten. Bizim amacımız teşhir etmek ve o arkadaşın yaptığı büyük bir cesaret örneğidir.
S: En gelişmiş aklımız bile doğar doğmaz erkek çocuğun .ipisini göstererek başlıyor. Ve bu annede de babada da var.
GÇP: İlk evrilmeyi kendi içimizde, çocuklarımız arasındaki ayrımcılık yapmayarak düzeltmeye başlamamız gerekiyor. Klasiktir ama, ‘Herkes kendi evinin önünü temizlesin’ lafını anımsamalıyız… Önce kendi çocuklarımıza eşit davranmak ve bu hayatın içinde bir birey olduklarını göstermek gerekiyor. ‘Benim kızım büyüyünce anne olacak’ diyen anneler var. Hayır, birey olacak, okuyacak, kendi ayakları üzerinde duracak, bunu anla(t)mak lazım… Yani bir erkeğe sırtını yaslamayı çözüm görmeyen, güçlü bireyler yetiştirmeli ve bunda da erkeklere çok büyük bir iş düşüyor… …Kadınların kadınlara olan dilini de değiştirmemiz gerekiyor. Bu bir manşetten gelmiyor sadece, 80 yıllık bir gelenekten hatta uzun bir tarihten geliyor. Şiddeti her yerde ve her şekilde teşhir etmemiz ve kadınlar için bir utanç kaynağı olmadığını göstermemiz gerekiyor. O konuda da Eylem’i çok takdir ediyorum. Yani bu şiddete “artık dur” dememiz için hepimizin bu şiddetin kurbanı mı olması gerekiyor! Daha kaç kadın ölecek? Kaç çocuk tecavüze uğrayacak?
S: Ve son soru. Kent medyası, yaşadığımız şehir hakkında ne düşünüyorsunuz? Kentte, semtimizde, sokakta öncelikle 0 şiddet için ne yapmalıyız. Ya da soruyu şöyle sorayım, şimdi sırada ne var, neler yapmayı planlıyorsunuz..?
MG: Bizim en temel planımız, özür dilenene kadar sokakta olmaktı. Ama gazetenin Ankara ofisinde yetkili kimse yoktu ve Ankara’da yapacaklarımız kısıtlıydı. O yüzden biz eylemi Takvim Gazetesi önünden çıkarıp –mesela- forumlara taşımayı düşündük. Artık tanıştık ve küçük bir örgüt halindeyiz. Gördüğümüz her cinsiyetçi olayda bu protestoyu yapmaya devam edeceğiz. Eylem şekillerimiz, tavrımız değişebilir. Ama bundan sonra durmayacağız ve sessiz kalmayacağız. Forumların önemine, oturup konuşabilmenin gerekliliğine inanıyoruz ve konuşmaya devam edeceğiz.
GÇP: Bu eylemi Ankara’da başlattığımızda, İstanbul’da da arkadaşlarımız Takvim gazetesi önünde durdular. Orada da polis gazeteyi kadınlardan korudu(!). Öğlen mesai boşluğunu tercih ettik bilinçli olarak ve yalnızca durduk, slogan bile atmadık. Ve İstanbul’da eylemin 2. ya da 3. gününde yaşanmış trajikomik bir olayı anlatayım; Bir erkek arkadaş, sadece eylemdeki kadın arkadaşlardan tanıdığının yanından geçerken merhabalaştığı için, daha işyerine gitmeden yoldayken “eşyalarını topla” diyerek büyük bir medya kuruluşundan işten çıkarıldı. Bu bir korku hikayesi, bir yıldırma politikası devlet eliyle yapılan.
…Ve eylemi bitirişimiz. Eylemin 5. gününde eylemi, forumlara, sokağa/yürüyüşlere taşıma kararı vererek, “biz kendi manşetimizi hazırlayalım” diyerek, bir koli yumurta üzerine erkek medya çalışanlarının isimlerini yazıp – şiddetsizlik eylemi yapıyorduk- koliyi bıraktık ki, çalışanlar çocuklarına yumurta götürebilsinler. Ve akşamına Güvenpark Forumu’nda anlattık eylemi ve bir güzel hikaye de orada yaşadık. Forumlarımızı dinleyen, sosyal medyada bizi takip eden bir erkek, “Ben eylemi yapan kadın arkadaşlarımızı dinledim, kendimin özeleştirisini verdim, bundan sonra cinsiyetçi sloganlar atmayacağım, sizlerden de aynı duyarlılığı bekliyorum.” Bir kişinin bile bilinçlenmesi, sayımıza bakmaksızın ilerde neler değiştirebileceğimizin göstergesi. Gidecek yolumuz uzun, ama ilk adım büyüktü.
Bu eylem medyada, oldukça çok haber oluşmasına yol açtı. Ama hiçbir zaman şiddet içermeden, kimseyi zor durumda bırakmadan bu eylemler devam edecek. Kentte, belki sabah kalktığımızda her şey değişmiş olmayacak -insanlık kadar eski eril dil 1 gecede değişmeyecek elbette-, ama yılmadan ve vazgeçmeden, mücadelemiz kısa ve uzun vadede cesaretle devam edecek.
MG: İnsanlar, kadınlar her gün öldürülürken, tecavüze uğrarken, “Böyle küçük meselelerle ilgilenmeyin, kadınların daha önemli sorunları var” diyorlar. Oysa ki bir kadına öfkelenildiğinde, akla ilk gelen o kadını tecavüzle ve cinsel şiddetle tehdit etmek oluyor. Bunların hepsi aynı zihniyetin ürünü. Biz bununla mücadele ediyoruz ve etmeye de devam edeceğiz.
Yorumlar (0)