Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Kadın Sorunlarını Görünür Kılan Yazar

Ali Murat İrat, eczacılık, siyaset bilimi, kamu yönetimi ve felsefe gibi pek çok alanda eğitim görmüş donanımlı bir yazar. Alevilik üzerine kitapları ve bir de romanı var. Aynı zamanda BirGün’de her cumartesi yazdığı Orta Dünya isimli bir köşesi vardır. Köşesinde kadın sorunlarına sık sık yer veren Ali Murat İrat’la bir söyleşi gerçekleştirdik.

Kadın Sorunlarını Görünür Kılan Yazar

Bir farkındalık yaratmak için bir spor yazarı yazılarına örneğin bir tecavüz davası ile ilgili notlar düşse işe yarar mı sizce? Yapılacak her şey işe yarar; ama bu meselenin de erkekler eliyle hiçleştirilmesine neden olabilir. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru şeyleri söylemek gerekiyor ve bunun da kadın örgütleriyle bağlantılı olarak yapılması gerekiyor. Her mecrada sürekli aynı şeyleri duyduğunuz zaman bu belli bir süre sonra bir duyarsızlaşmaya neden olabilir. Örneğin Twitter’da bir konu başlığı açılsa “kadın cinayetlerini durdurun” diye, bunun tamamen etkisiz olduğunu düşünüyorum. Bu sokağa inmekle ilgili bir şey ve özellikle kadınların kürtaj meselesinde sokağa inmeleriyle bir farkındalık yarattılar. Onun dışında yazılanlar, çizilenler ya akademik çevrede ya da bu konuda duyarlı olan insanlarda bir etki yaratır.

Bir çocuğun tecavüz davasında “Rızası vardır” denilebiliyor ve tecavüz eden kişiye hiç ceza verilmeyebiliyor. Alınan bu tarz kararların erkeklerin cesaretini kırmak yerine onları yüreklendirdiğini söyleyebilir miyiz?

 Cesaretlendiriyor ama bu mesele bu hükümetin meselesi değil. Türkiye Cumhuriyeti Türklük, Müslümanlık -onun da Sünnilik versiyonu- ve erkeklik üzerine. Tabi ki Cumhuriyet tarihinde, örneğin kadınlara seçme seçilme hakkı gibi, pek çok iyileştirme çalışmaları yapılmış. Genel olarak kadının kamusal yaşamdan dışlanması, yalnızca belirli bir alana sıkıştırılması söz konusu. Örneğin kadın cinayetlerinin işlendiği yere bakarsak, ağırlıklı olarak mutfak veya yatak odası olduğunu yani cinsellik ve hizmetin olduğu yerlerin olduğunu görüyoruz. Kadının evinde özgürleşmesi zaten söz konusu olmadı hiç. Bir kamusal dava üzerinden kadın meselesini konuşabiliriz; ama önemli olan aile yapısı dediğimiz kadını hapseden, sistemin elinin sürekli üzerinde olduğu yapıyı değiştirmeye başlamak. Kadın sadece kamusal alanda değil özel alanda da sıkışmıştır. “Özel olan politiktir” ve kadınların ısrarla vurguladığı şeyin özünde bu var. Bu hükümet bunu derinleştiriyor; çünkü kadının kamusal alandan uzaklaştırılması hem ekonominin hem nomosun -Antik Yunan’da namus- sürekli olarak kadını bir arzu modeli haline getirmesi ve o arzu modeli üzerinden toplumsalın şekillendirmesine neden oluyor. Yani kadın fetişleştiriliyor, metalaştırılıyor. Bu arzu imparatorluğu aslında iktidarın kendisinin nasıl işlediğini gösteriyor. Çünkü sokakta linçlerden toplumsal yapıların, kesimlerin birbirlerine karşı bu tarzda öldüresiye bir düşmanlıkla karşılaşmalarının altında yatan da tam bu arzu politikasıdır. Bunun ortasında da kadın var. Bu nedenle kadın meselesi bir erkek meselesidir ve iktidarın çözülebilmesi ya da ona karşı gelinebilmesinin bir zemini olarak da önümüzde duruyor.

Kadın-erkek eşitliğine inanmadığını söyleyen bir başbakanın hükümetinde sizce, erkeklerin hissettikleri üstünlük duygusunu da düşünürsek, kadınlar güvende hissetmemekte haksız mıdır?

Tayyip Erdoğan iktidarı boyunca en dürüst söyleminde bulundu. Gerçekten kadın-erkek eşitliğine inanmıyor. Samimi değil deriz hep iktidar için. Ama kadın meselesinde hep inandıklarını söylüyorlar. Kadınlar güvende değiller; çünkü kadınların tecavüze uğramasının, öldürülmesinin dışında başka sorunları da var. Gündelik hayatlarında da kadınlar bazı saatlerde bazı yerlerde bulunamıyorlar. Kadın bedeni zaten ontolojik olarak, varlık olarak olduğu andan itibaren iktidarın hedefi. Dolayısıyla bir güvenlik sorununun ötesinde varlıksal bir durumları var. Kadın, varlığıyla, bedeniyle politiktir ve bunu fark ettiğinde özgürleşebilir. Eğer bir toplumda bir kadın belli bir saatte belli bir sokağa giremiyorsa o toplum erkek egemen bir toplumdur. Asıl mesele budur.

AKP hükümeti döneminde yapılan bir araştırmaya göre kadına karşı şiddet %38 arttı. Polis korumasında öldürülen kadınlar biliyoruz. Bu böyle nereye gider, bizi nasıl günler bekliyor olabilir?

Bu da AKP’nin derinleştirdiği bir konu. Bedeni üzerine söz söyleme hakkı sadece o bedenin sahibine aittir. İktidarlar şimdi eski öldüren iktidarlar gibi değiller. Biz buna biyoiktidar diyoruz. İktidar artık toplumun bütün kılcallarına girebilme hakkını kendinde görüyor. Bunu yapmak zorunda çünkü artık modern dönem öncesinde olduğu gibi öldürme tehdidiyle ayakta kalamaz. Artık iktidarlar dönüştürmek zorunda. Bu dönüşümün de ancak bedenin kontrol altına alınmasıyla olduğunu gördüler. Dolayısıyla kürtaj, vajina, çocuk sayısı gibi meseleler hepimizin ayakları altında olan kadın bedeni konusunun iktidarlar tarafından ısrarla işgal edilmeye çalışılmasıyla ilgili bir mesele. Bu nedenle bizim bedenin herhangi bir uzvuyla ilgili her türlü tartışmaya şiddetle karşı çıkmamız gerekir.

Bingöl’ün AKP’li belediye başkanı Yücel Barakgazi’nin açıklamalarının ardından AKP’li kadın bir belediye meclis üyesi istifa etti. Diğer AKP’li veya BDP’li üyelerden böyle bir tepki gelmedi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

BDP’nin kadın üyelerinin istifa etmesine gerek yok; çünkü BDP seçimlerde kadın adaylara en çok yer veren parti oldu. İkinci olarak da bölgedeki kadınların feodal ortamdan kopmaları konusunda da Kürt hareketinin çok önemli çabaları var. AKP’lilerin çok ilginç bir paradoksa düştüklerini görüyorum. Muhalefet çok başarısız bir seçim dönemi geçirdi; ama muhalefetin en başarılı olduğu şey bence şu oldu: AKP yönetimini AKP’ye oy veren kitlenin kandırılabilir bir kitle olduğuna inandırdı. Ben bunun böyle olduğuna hiç inanmadım. İktidarın çok arzulanabilir bir şey olduğunu düşündüğüm için bu kitlenin de tam da AKP’nin yapmak istediğini arzulayan bir kitle olduğunu düşündüm. Artık ne çıksa montaj diyorlar vesaire... Aksine bu kitle bunun farkında. Bu meselede de kadınların Türkiye siyasetinde son 30 senede iki siyasi hareket tarafından ön plana çıkarıldığını gördük: Kürt hareketi ve İslamcı hareket. İslamcı hareketin baş örtüsü meselesiyle ön plana çıkarmış olduğu kadınların kendi güçlerine varmasının bir sonucu. 3’ü büyükşehir, 4 merkez belediyede başkanlar kadın. İlçelerde ve eşbaşkanlık sistemiyle bu sayı artıyor.

Sizce seçimlerin kazananı kadınlar olmuş mudur ya da bu seçimler gelecek seçimler için umut vaat ediyor mu?

“Kadın doğulmaz, olunur.” Beauvoir’ın hayati bir sözü. Biyolojik olarak kadın olanların, kendini kadın hissedenlerin bir yerlere gelmesinin önemi olduğunu hiç düşünmedim. Çünkü olması gereken bu. Bu ülkede Kürtler üzerine cumhurbaşkanı da oldular gibi şeyler konuşuldu; fakat Kürtçe konuşan bir cumhurbaşkanı olmadı. Zaten olsa, o makama gelemezdi. Tanımadığım adayların olduğu bir yerde ben de tanımadığım bir kadın adaya oy vermeyi tercih ederim. Kadın adayların sayılarının artması çok önemlidir; ama niceliksel değil niteliksel olarak ne olacağını da bundan sonra göreceğiz. Ben çoğunu tanıyorum. Bu nedenle kadın meselesini bir iktidar meselesi olarak göreceklerini bildiğim için umutluyum.

 Ankara’da Çankaya CHP’nin kalesidir. CHP Çankaya için kadın bir aday gösterse fena fikir olmazdı sanki...

Aslında CHP hakkında söylenen kitabi her bilginin CHP pratiğiyle karşılaştığında paramparça olduğunu görüyoruz. Bu nedenle buna şaşırmamaya başladık artık. Sadece Çankaya’da kadın aday değil, Türkiye’deki diğer adaylarda da CHP’nin genel olarak politik tercihleri üzerine de, okuduğumuz bir kamyon kitap şöyle olursa doğru olması ihtimali daha yüksek dediği halde, CHP hep en küçük ihtimaller üzerine gitti. Bir CHP klasiği... Ka-mer’in raporuna göre Doğu ve Güneydoğu’da her 3 kadından 1’i çocuk gelin. Bunun sebebi olarak törenin yanı sıra eğitimsizliği de söyleyebiliriz.

 Hükümetin gözlerini, kulaklarını kapamak yerine eğitim konusuna iyice odaklanması gerekmez mi?

 Kuşkusuz eğitim, kadınların ekonomik yaşama her alanda katılmaları ve kendi ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaları önemli; ama bu çocuk gelin meselesini sadece eğitime ve ekonomiye bağlamak aslında Kürt meselesini de sadece eğitime ve ekonomiye bağlamak gibi hatalıdır. Bu çok derin, sosyolojik ve belki antropolojik bir mesele. Bu bölgedeki kadın meselesi sadece Kürt hareketi üzerinden çözülebilmiştir bu zamana kadar. Bölgedeki kadınların kabaca yarısı AKP’ye yarısı da BDP’ye oy veriyor. Bölgede CHP veya MHP’nin hiçbir fonksiyonu yok. Demek ki bu yarılmanın kendisi de bölgedeki kadın meselesine ya da başka her meseleye sirayet edecektir. Ben aslında bu araştırmaların daha derinleştirilmesi, bu araştırılmaların yapılabilmesi için para da akıtılması gerektiğine inananlardanım.

Bölgedeki çocuk gelin meselelerinin ya da kadın meselelerinin nasıl ne şekilde çözülebilmesi için daha keskin verilere ihtiyacımız var. Kürt hareketinin başarılı olduğu yerlerden yakalanması gerektiğine ve onun da yetersiz kaldığı yerleri görmemize şiddetle ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Kürt hareketinde kadınların aktif olarak rol aldıklarını, seçimlerde en çok BDP’nin kadın adaylarının kazandığını biliyoruz. Bu Kürt coğrafyasındaki kadına şiddet, töre cinayetleri, çocuk gelinleri düşündüğümüzde bir soru işareti ortaya çıkarmıyor mu sizce de? Hayır oluşmuyor. Bölge çok büyük bir bölge, çok fazla dinamiği olan ve herhangi bir hareketin tek başına baş edemeyeceği bir bölge. Feodal yapıları barındırıyor, aşiret bağları var hala, seküler bir Kürt hareketi, İslamcı bir Kürt hareketi var, devletçi ve İslamcı bir AKP var. O nedenle bir neslin yapabileceği bir şey değil bu. Burada büyük bir kavga var, büyük bir çatışma ve çekişme var. Oradaki seküler yapının kendi politik programını ortaya koyması ve uygulaması bu kadar kolay olmayacaktır. Zamana ihtiyaç var.

Alevilikte kadınlara yaklaşım nasıldır?

Genel olarak o hareketin sadece kamusal alanda değil, aile yaşantısında da şiddete uzak olması kadının yerini belki daha iyiymiş gibi gösteriyor; ama yakından baktığımız zaman akşam misafir gelecekse yemeği düşünmek zorunda olanın, yemeği yapanın, akşam servisi yapanın ve yemeği toplayanın da yine kadın olduğunu görüyoruz. Öğretide daha eşitlikçi ama pratikte değil.

Mezhepler ve kültürler arası “Kız verilmez, kız alınır” yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu birinci olarak kadının alınıp verilme meselesi haline getirilmesi. İkincisi ister alınsın, ister verilsin, kadının gittiği yeni ortamda var olan kurallara uyması gerektiğinin bilinci var burada. Bu meselenin kendisi bile tartışılmaması gerektiğini gösteriyor.

Ali Murat İrat, Ankara Üniversitesi Eczacılık fakültesinde lisans, yüksek lisans, doktora eğitimi görmüş; ODTÜ’de siyaset bilimi ve kamu yönetimi bölümünde ikinci yüksek lisansını yapmıştır. Mülkiye’de ikinci doktorasını yapmış ve bir zamanlar Sartre, Althusser, Foucault, Deleuze gibi kuramcıların ders verdiği Paris’teki Ecole Normale Superieure’da felsefe eğitimi almıştır. Şu an BirGün gazetesi yazarıdır, her salı Radyo Özgür’de Zamane Seyyahları adında bir program düzenlemektedir. Ankara’da yaşamaktadır. 4 kitabı vardır:  - Aleviliğin ABC’si - Yitik - Modernizmin Erittikleri Sünniler, Şiiler ve Aleviler - Devletin Bektaşi Hırkas

Söyleşi Buse Kaynarkaya

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış