Korona Hareketi, asıl ismiyle Keynesçi Koronist Gerillalar, kısaca KKG olarak adlandıran bu grup, eylemlerine Çin’in Wuhan kentinde 2019 Aralık ayının sonlarında başladı. Aslında ilk eylemlerinde bile ne denli zekice kurgulanmış, tüm dünyayı epey şaşkınlığa uğratacak yepyeni bir stratejilerinin olduğuna dair ipuçlarını veriyorlardı. İnsan nüfusunun en kalabalık olduğu yerlere yaptıkları ilk çıkartmaya bir yarasanın kanadından başlamışlardı. Bu eylemleri sonrasında manifestolarını da hiç gecikmeden ilan ettiler. Eğer talepleri derhal yerine getirilmezse hiç kimsenin gözünün yaşına bakmadan eylemlerini günbegün şiddetlendirerek arttıracaklarını, viral yollarla pandemik bir biçimde yaygınlaştıracaklarını beyan ediyorlardı.
Siyasete, siyasi bir partiye, örgütlü bir mücadeleye dayanan klasik hümanist devrim stratejilerini reddediyorlar, şiddete karşı şiddetin mubah olduğunu, omlet yapmak için birkaç yumurta kırmanın zorunlu olduğunu söylüyorlardı. Kısaca "gidenler gider, kalan sağlar güzel yaşar en azından, zayiatsız, kansız devrim olmaz" diyorlardı. Ultra-fantastik, distopik, zaten cılkı çıkmış, yalnızca var olmanın yaşamaktan sayıldığı bir dünyada ancak virolojik bir stratejiye pandemik bir devrim yapılabileceği yönündeki tercihlerinin doğruluğunu kendilerince ve ısrarla temellendiriyorlardı. Bu militanların sloganları "bu dünya benim vatanım, hatta senin bedenin de benim vatanım"dı ve bu sloganı duyan insanlar ilk başta buna hiç bir anlam verememişlerdi. Oysa gün geçtikçe daha da açıkça anlaşılıyor ki bu sloganla KKG, dünyayı, kendi bedenini kendi malı gibi görenlere karşı mülkiyetin topyekûn ilgasına doğru olmasa bile ortaklaşa kullanımına geçişi savunuyordu. KKG, yalnızca zenginlerin mülkünü toplumun geneline dağıtmayı değil, isterse istediği bedene her an el koyma hakkını da kendinde görüyordu. Onlara göre devrime giden yolda her şeye her an el konulabilirdi. Buna hazırlıklı olmamızı bekliyor, bu süreçte "masumlar asgari düzeyde zarar görsünler" şiarıyla bizi en baştan, manifestolarıyla da uyarıyorlardı. KKG'nin devrimci iradesine karşı gelmemizi affetmeyeceklerini de defalarca beyan ettiler. Belki çok sevdiğimiz, güzel insanların da devrime giden yolda öleceğini kabullenmemiz gerektiğini, ama başka bir biçimde hedefledikleri devrimin gerçekleşmesinin de onlara göre mümkün olamayacağını da ısrarla söylediler.
Kısaca KKG, kendilerini "doğanın doğal, doğal olarak militanları," "doğa ananın devrimci, hırçın çocukları," "kapitalizmin doğada ve insan tabiatında, hayatında yarattığı tahribatın öcünü almak üzere Keynesçi bir devrim olana kadar isyana başlamış bir hareket" olarak tanımlıyorlardı. Çin'i ise dur durak bilmeden köle gibi çalışmakla, tüketemeyecek kadar üretmekle, hiç tatil yapmamakla, kendilerine hiç vakit ayırmamakla, tembellik yapmamakla, sürekli acele etmekle, doğayı acımasızca sürekli tahrip ve tahrik etmekle eleştiriyorlardı. KKG'nin manifestosundaki şu sözler, onların öfkeli, oldukça sert karşı çıkışlarının açık bir ifadesi, yalnızca bir örneğidir: "Ey Çin! Yönetiminden çalışanına sana sesleniyorum. Her gün her an sistematik olarak anama, yani doğaya tecavüz ediyorsun. Derhal durmazsan seni anandan doğduğuna pişman edeceğiz! Seni geldiğin yere gerisin geri göndereceğiz! Üstelik seni pişman etmekle de yetinmeyeceğiz, seni sürüm sürüm süründüreceğiz: Ya sen kendi rızanla derhal durursun, ya da biz seni inim inim inleterek derhal bitireceğiz!"
KKG'nin manifestosu, belki de siyaset tarihindeki en sert manifestodur; oldukça ciddi tehditler, kınından çekilmiş kılıç gibi sözcükler, fevkalade şiddetli cümlelerle doludur. Onlara göre manifestolarında ilan edilen isyanlarının gerekçeleri yalnızca Çin'le de sınırlı değildi. Çin onlar için yalnızca bir başlangıçtı. Bu Koronist, Keynesçi, kendilerini devrimci olarak nitelendiren militanlara göre tüm dünyanın çalışanları, doğa ananın birbirinden güzel, arısından papatyasına, balığından kuşuna, çakalından insanına envai tür çocukları, kapitalizmin, tüketim çılgınlığının, sürekli koşuşturmanın, dur durak bilmeden çalışmanın çarklarında can çekişiyor, adaletsizliğin hüküm sürdüğü bu gezegende her gün, her an zaten can veriyorlardı. Bu Koronist militanlara göre işte asıl katliam buydu ve bu durulmazsa kendilerinin talepleri gerçekleştirinceye kadar katletmekten imtina etmeyeceklerini, şiddete karşı şiddete başvurma haklarını sonuna kadar kullanacaklarını açıkça beyan ediyorlar, talepleri yerine getirilmezse de tüm dünyayı kasıp kavurmaya başlayacaklarını söylüyorlardı.
KKG, elbette başlangıçta hiç mi hiç ciddiye alınmadı. Çin yönetimi tarafından görmezden gelindiler, zaten görünmüyorlardı da gerekçesiyle üstelik. Gözden ırak yaşadıkları için "hiçbir şey yapamazlar bunlar, zaten görünmüyorlar bile" diye aşağılandılar, küçümsendiler, yok ya da marjinal bir grup sayıldılar. Kaldı ki Korona gerillalarının talepleri de sistem açısından karşılanabilecek türden değildi işin açıkçası. Üretimin derhal durdurulmasını, karbon emisyonun azaltılmasını, kapitalizmin doğada ve insan ruhunda, davranışlarında yarattığı tahribata derhal son verilmesi gerektiğini, herkesin tembellik hakkı olduğunu ve ücretli olarak izinli sayılmasını, herkesin kendi iç sesini dinlemeye başlamasını, herkesin sıradan gündelik mevzularla değil, daha derin varoluşsal, ahlaki, felsefi, sanatsal ve politik konularda kendini geliştirmesi gerektiğini savunuyorlardı. Onlar için "işe git gel, TV seyret, sonra yat uyu" döngüsü kırılmalı, tüketim topyekûn asgariye çekilmeli, insanlar ancak tüketilebileceği kadar üretmeli, ortaya çıkan toplam birikim varsa da bu adil bir biçimde bölüşebilmeliydi.
Tam da bu nedenle zaten KKG, önce tüketimin mabedi olarak gördükleri AVM'lere saldırtılmakla arkası kesilmeyecek eylemlerine başladılar. Önce AVM'leri işgal edip kapattırdılar, stratejileri doğrultusunda tüketimi azalttırdılar. Sonra ise, ilginçtir, devrimci olduğunu iddia eden bir hareketten beklenmeyecek bir şekilde okullara yönelik saldırıları başladı. Bunun nedeni ise, başta sözü edilen manifestoları dikkatle okununca anlaşıldı. Onlara göre göre okullarda doğru şeyler öğretilmiyor, yanlış fikirler aşılanarak öğrencilerin beyni sistem tarafından yıkanıyordu. Nihayetinde okullara saldırıları da sonuç vermişti, okulları da ne zaman açılacağı belirsiz bir şekilde tatil ettirdiler. Bununla da yetinmediler. Örneğin Çin'de, İtalya'da, Fransa'da tüm sokakları işgal ettiler. Artık sivil halk, toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olanlar dışında, evlerine çekilmek zorunda kaldı. Hatta bazı ülkelerde evlerinden çıkmaları bile yasaklandı; zira KKG orduyla, polisle, o da yetmezmiş gibi KKG'ye karşı özenle kurulmuş özel hijyen kuvvetleriyle sokaklarda amansız bir şekilde çatışıyordu. Bu savaşta halklar, devletler için cephe diye bir şey kalmamıştı. Tüm sokaklarda, adımınızı, elinizi attığınız her yerde onlar muzafferane bir biçimde bayraklarını dalgalandırıyordu.
Gün geçtikçe, bu amansız savaş sürdükçe, bu koronist gerillaların izledikleri stratejinin özellikle yaşlılara saldırmak olduğu da anlaşıldı. Böylece özellikle çoğunluğu yaşlı olan yöneticilere, burjuvaziye gözdağı vermeye çalışıyorlardı. Bunu başardılar da. Dikkat ederseniz artık devlet başkanları, üst düzey yöneticiler, büyük servet sahipleri eskiden olduğu gibi elini kolunu sallayıp, ona buna selam çakarak, önüne gelenin elini sıkarak dolanamıyorlar. Telefonla, ses kaydıyla, telekonferansla ülkelerini ya da işlerini sevk ve idare etmeye başladılar. Konutlarından, villalarından, yalı ya da saraylarından dışarı bile çıkamıyorlar. Kendilerini koruyan polis, ordu, özel kolluk kuvvetleri yetmezmiş gibi özel bir hijyen timini de kendilerine kalem gibi kullandıkları sekreterlerinden daha yakın tutmaya başladılar. Hatırlayalım, bu tür tedbirleri, Çin'in başına gelen hadiseleri kaale almamakta direten İngiltere başbakanı Boris Johnson'ın başına neler geldiğini. Zamanında kendisi KKG ile gevrek gevrek, o çok bilmiş pozlarıyla şu şekilde dalga geçerken kameralara mutlu mesut bir poz veriyordu: "Önleme ne gerek var canım. Bildiğiniz bir avuç çapulcu bunlar, elimizin kiri sayılır. İki sabun bombası sallayın bunlara, çil yavrusu gibi dağılırlar. Devlet teröristle pazarlık yapmaz, üretime de tüketime de devam ediyoruz, üstelik tam gaz. Çin'den gelmiş bu teröristler, ama burası Birleşik Krallık. RNA'sını bozarız biz onların, akıllarını alırız. Bu tür korku salmaya çalışan acemi şaklabanlarla vaktimizi boşuna harcamayalım, işimize bakalım." Peki, ne yaptı bu korona militanları bu aşağılanmaya, yok sayılmaya karşı? Daha önce ilan ettikleri gibi Johnson'ı rehin aldılar; ülke yönetimine mecburen bilmem kaç yaşındaki Kraliçe Elizabeth el atmak zorunda kaldı. Hani teröristle pazarlık yapılmazdı? İngiltere başbakanını bu gerillalara rehin verdikten sonra mecburen ve kibarca geri bastı. Allahtan İngiltere'nin fazladan bir de kraliçesi vardı, ya o olmasaydı? Bazı ülkelerde yalnızca bir başkan var. Ya o başkana bir şey olursa o ülke ne yapacak?
İtalya'nın içler acısı durumunu ise cümleten biliyorsunuz sanırım. Aynı gezegende yaşayan, bir şekilde internete bağlı olan bir insansınızdır ya da bir şekilde duymuşsunuzdur nasıl olsa varsayımıyla ayrıntılara hiç girmiyorum. KKG'nin onca uyarısına rağmen yöneticisinden vatandaşına İtalya onu hiç mi hiç ciddiye almadı: "Onlar teröristse biz de İtalyanız, yeriz makarnamızı, pizzamızı, içeriz şarabımızı" yaptılar. Sonra ne oldu ama, onu da biliyorsunuz sanırım. İtalya'yı tüm dünyayı onlar için ağlatacak duruma getirdi bu gerillalar. Şakaları, en ufak afları yok bunların, yineleyerek söylüyorum bunları anlamayan kalmasın diye: Sözlerine karşı gelenlerin, emirlerini dinlemeyenlerin gözyaşlarına asla bakmıyorlar. Dolayısıyla durumun vahametini, feci deredeki ciddiyetini derhal idrak etmemiz lazım. Karşımızda bir ordu olaydı, dünyaca silahlarımızı kuşanıp karşılarına çıkardık. Ama vaziyet inanın buna izin veremeyecek kadar berbat, tuhaf ve anlaşılamaz. Kesin olan bir şey varsa o da şu: Maalesef KKG dediğini yapacak, dünya tarihi böylesi bir örgütün, böylesi bir stratejiyle her yana nüfuz etmesini, her noktayı zapt etmesini henüz tecrübe etmiş değil. KKG ile savaşmak yerine onların emrine girmeyi bile tercih edebiliriz doğrusu. Neden mi dersiniz?
O zaman isterseniz turuncu kafa diye bilinen, havuç beyinli olarak da adlandırılabilecek meşhur Trump yönetimindeki ABD'ye uzaktan ve kısaca göz atalım bir de. Trump da zamanında, İngiliz mevkidaşını aratmayacak bir biçimde KKG'yi aşağılamaktan, yok saymaktan büyük bir keyif alıyordu. Öyle ki oldukça ciddi bu vaziyeti, gülerek şu sözlerle değerlendiriyordu: "Paskalya'ya kadar tereyağından kıl çeker gibi bitiririz biz bu teröristlerin işini. Bunlar daha süt bebesi, terörist bile olamazlar. Biz süper hijyen bir gücüz, bunlar ise mikrobun önde gideni. En gelişmiş sabun bombaları bizde, en donanımlı hijyen ordusu da bizde. Bunların ise daha gözle görülebilecek boyları bile yok, bir de ABD'ye dayılanıyorlar. Saddam'dan, Kaddafi'den, Usama bin Ladin'den beter edeceğiz bunları. Merak etmeyin, rahat olun."
Eee, kendinden bu denli emin Trump'a ne oldu daha sonra? Elbette gerisin geri çark etti. En son duyduğumda "200.000 şehitle bu savaştan çıkarsak başarılıyız" diyordu ve savaş ne zaman biter bir tarih bile veremiyordu! Üstelik bir de "KKG ile Çin işbirliği yapıp bize saldırıyor" ve hatta sonrasında "KKG Çin'in bize saldırttığı özel kuvvetleridir" gibi laflar edip iyice çirkefleşmeye başladı. Neden mi? KKG giderek arttırdığı saldırılarıyla Trump'ın koltuğunu da sallıyor da ondan. Zamanında o da KKG'yi ciddiye almamıştı, şimdi bedelini hem kendi ödüyor hem de halkına ödetiyor.
Sanırım yeterince anlaşıldı, yine de hala anlamayan vardır diye yineliyorum, zira Johnson anlamamış, Trump anlamamışsa, belki okur da anlamamış olabilir diye yineliyorum: Bu Korona gerillalarının hiç şakası yok, dediklerini yapıyorlar. Bunların taleplerini derhal yerine getirmezsek de tüm dünyayı inim inim inletmeye devam edecekler, hala anlaşılmadı mı be yahu? Ayrıca çok "kötü" diyebileceğimiz bir talepleri de yok ki bunların: Pis olmayın temiz olun diyorlar. Çok üretmeyin, çok tüketmeyin, doğaya tecavüz etmeyin, saygılı olun diyorlar. Sürekli çalışmayın, arada tatil yapın, biraz kendinizi, iç sesinizi dinleyin, kazandıklarınızı hakça paylaşın diyorlar. Kısaca Keynesçi bir devrim istiyorlar. Yapalım gitsin be yahu, bunların hiç acıması yok, görmüyor musunuz ve ayrıca belki çok sert konuşuyorlar, şiddet yanlısılar ama nihayetinde söyledikleri çok mu kötü?
Hatırlarsınız, bu korona militanları zamanında Merkel'i de rehin almışlardı. Sonra Merkel'den "tamam, derhal Keynesçi politikalara geçiyorum" sözünü alınca onu serbest bırakmışlardı. Yani KKG sözünü tutuyor, güvenilebilir. Peki, hem Merkel'in hem Johnson'ın hallerini gören İspanya başbakanı Pedro Sanchez ne yaptı? Akıllılık edip, belki de can havliyle demek daha doğru, gerillalarca rehin alınmamak için 100 milyar euroluk bir yardım paketiyle başlayıp evrensel temel gelir uygulamasına kalıcı olarak geçeceğini ilan ederek Keynesçi bir devrime başladı. Bildiğiniz hizaya geldi, böylece KKG Keynesçi pandemik devrim yolunda çok önemli bir mevzi daha kazandı. Bunun yerine biz ülkemizdeki TKM'yi, yani Türkiye Kolonya Milislerini sabun bombalarıyla, tam teçhizatlı maskeleriyle bu profesyonel gerillaların üstüne salmakla bunları yok edeceğimizi sanarsak şehit üstüne şehit veririz. "Teröristle pazarlık yapılmaz" diye diretirsek Trump gibi, Merkel gibi Johnson gibi oluruz. Öyleyse yapalım bir Keynesçi devrim, bu savaşı bitirelim.
Diren Korona!
Yorumlar (0)