Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Mak(b)ul bir hastanın covidle imtihanı

Mak(b)ul bir hastanın covidle imtihanı

Evet covid oldum-geçirdim, bildiklerimi ve yaşadıklarımı bir faydası olsun diyerek paylaşmak istiyorum ama sonrasındaki tek tek geçmiş olsun telefonlarından alenen korkuyorum, asgari düzeyde tutabilirsek sahiden çok sevinirim. Tek ricam bu. Ben iyiyim. Annem iyi.

Geçtiğimiz temmuz ayında babamı kaybettik ve ben o günden sonra annemle her gün biraz yürüyor, hasbihal ediyor, onun hayatının normalleşebilmesi için bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Onun dışında pek insan yüzü görmüyor, evimle kütüphanemin olduğu çalışma ofisim arasında yaşayıp gidiyorum.

İlk belirtiler: 80 yaşındaki annem, 3 Eylül'de hastalandı, temaslı olduğum için bana da bulaştırdı bulaştırmasına ama en azından başlangıçta covidle ilgili olmadığını düşündüm. Ateşi yoktu, öksürmüyor ve nefes darlığı çekmiyordu. Grip ilaçlarından birini verdik. Bana bulaşmasının ilk belirtileri beklenildiği gibi dört gün sonra gerçekleşti... 7 Eylül akşamı birden soğuk soğuk terledim, bir haftadır kum döküyordum, onunla ilgili olduğunu düşündüm. Üç gün evde kaldım, halsizlikle karışık bir grip geçiriyor gibiydim. 11'inde toparladım. Tabii ki her ihtimali düşünerek evde daha ilk günden bir önlem alarak kendimi tecrit ettim. İyi ki yapmışız, Funda'ya ve Tuna'ya bulaştırmamış oldum.

Annem, o arada iyileşir gibi oldu, covid belirtileri göstermeyince grip geçirdiğini düşünmeye devam ettik. Meğerse hastalık biçim değiştirmiş, annem çok geçmeden kusmaya başladı. O andan itibaren sağa sola ümitsizce telefon açmaya, bir hal yolu aramaya başladım. Ankara'da hastanelerin durumu bir felaket olduğundan haliyle yer bulamadık. 11'i akşamı annemin eve test yapacak bir ekip çağırdım, bu fasıl sahiden çok zor, tam anlamıyla kaos halinde gelişiyor...Bir yandan halsizim, bir yandan annem evinde bir başına...

Hastane: Ayın 13'ünde annemin testi pozitif çıktı, Annem, kalp hastası, yüksek tansiyonu ve şekeri var... İlaçların farklı ölçülerde doktor kontrolünde verilmesi gerekiyordu, zorluk da oradaydı. Konuştuğum sağlıkçı arkadaş, bana hak vermekle birlikte "Hastaneler dolu, yer bulamazsınız, ambulans bile gelmez" diyerek sert bir manzara resmi çizdi. Başıma o an giren ağrıyı anlatamam. Neyse ki, bir iki saat sonra mucizevi bir fırsat bularak annemi Şehir hastanesine yatırdık. Zaten bir tek oraya yatırabiliyorsunuz, paranızla dahi bir yer bulmanız zor... Ki özel hastaneler bu denli kapsamlı mücadeleye hazır değiller. Yatırırken özel bir firmadan ambulans tuttum, normal yollardan birileri "gelmiyordu". Hatta, Şehir hastanesi hasta kabul etmiyordu, yatacağı oda belli olmasa ambulans bile onu almayacaktı. Arabanın eve gelmesi bile üç saat sürdü.Dış dünyayla bağı olmayacak biçimde hastaneye yatırıldı ve arada bir doktor arkadaşımız olmasa galiba ondan haber de alamayacaktık.

Test ve tecrit: Annemle birlikte ben de test yaptırmıştım, sonuçlarım henüz çıkmamıştı. Tam kan sayımında değerlerim normaldi ve doktor arkadaşlar pozitif çıkmayacağını düşünüyorlardı, bekledikleri gibi olmadı. Gerçi, negatif de çıksa fark etmeyecekti. Annemle temaslı olduğum için iki hafta tecrit edilecektim, böyle durumlarda evden dışarı çıkmanız yasaklanıyor. Pozitif çıkınca bu defa evdekiler temaslı oldular ve onların da ev hapsi başladı.

Bu evreyi anlatmam gerek... Pozitif çıktığınız an, cep telefonunuza bir mesaj geliyor ve o dakikadan sonra pek çok insan tarafından aranmaya başlıyorsunuz. Filyasyon ekibi gelip size ilaç veriyor, sonra da yerel sağlık birimleri, gönüllüler telefonla hemen her gün sizi arıyorlar. Önce annemle sonra kendimle ilgili çok insanla konuşmak zorunda kaldım. Çok sıkıcıydı. İki hafta boyunca günde üç ile altı kişi arasında insanla bıy bıy ettim... Mahalle muhtarı, bir polis, bir okul müdürü, bir hemşire, Bişey hanım ve Bişey Hanım daha beni her gün aradılar. Aynı ev içinde bir beni bir Funda'yı aradıkları da oldu. İşlerini yaptılar ama yardım isteseydim, ne olurdu bilmiyorum.

"... annemin testi pozitif çıktı, Annem, kalp hastası, yüksek tansiyonu ve şekeri var... İlaçların farklı ölçülerde doktor kontrolünde verilmesi gerekiyordu, zorluk da oradaydı. Konuştuğum sağlıkçı arkadaş, bana hak vermekle birlikte "Hastaneler dolu, yer bulamazsınız, ambulans bile gelmez" diyerek sert bir manzara resmi çizdi"

Çevre: Annemin hastalandığı süreçte kimseyle temasım olmamıştı ama apartmana, komşulara durumu bildirdik... Biraz da Kafkaesk biçimde kimlerle görüştüm diye oturup düşünüyorsunuz, nereye gittim gitmedim falan filan... Funda işe gidiyordu, Tuna antrenmana filan ama çok şükür ikisinde de bir şey yoktu. Tabii ki ikisinin de çevresi bir parça gerildiler. Psikosomatik durumları hepiniz yaşıyorsunuz, tahmin edersiniz.

Efsane: Bir şehir efsanesi var, bu hastalığı hiç fark etmeden geçirenler varmış filan... Bence böyle bir ihtimal yok, nasıl geçirirseniz geçirin, bu hastalık kendini gösteriyor. Ki ben hafif geçirenlerden biriyim.

İlaçlar: Verilen ilaçlardan biri antiviral, grip ilacı... ilk gün sabah akşam olmak üzere ondan 16 tane içiyorsunuz, sonra 6'ya düşüyor. Beş günde 40 hap bitiyor. Diğer ilaç daha sorunlu ve yan etkileri olan bir "sıtma" ilacı, ondan da 10 tane, etti mi 50...Pıyy... Biliyorsunuz, bu hastalığın bir ilacı yok. Şu anda "bu ilaçları için, evden dışarı çıkmayın, 14 gün sonra normal hayatınıza dönün" deniyor.

Bu ilaçların fena bir yük olduğunu ve değil bana, büyük çoğunluğa iyi gelmediğini düşünüyorum. Yıpratıcı bir süreç o ilaçları içmek... Pek ilaç içen biri değilim veya ilaçlar sahiden beni çok etkiler, rahatsız etti bu kadar çok içmek... Kader dedik ama fazla işte...Ya da bir şey ters... Mutlaka değişecek bu ilaçlar, ayan beyan o görülüyor. Antibiyotik içseniz, üçüncü hapta toparlarsınız, grip ilacı içseniz beşinci altıncı hapta yine normale evrilirsiniz. Bu ilaçlar öyle değil, bende hiçbir olumlu etkisi olmadı örneğin. Ateş, öksürük, bulantı, nefes darlığı, ishal ve benzeri bir derdim yoktu. Bir şey değişmedi bende. Gece uykularını iyi geçirmedim, ateş değil ama yanma oldu o kadar...

Ateş miti: Hastalığın vardığı yer bakımından bir not düşeyim, gündelik hayatta bir yere girerken ateş ölçülüyor ya artık bir anlamı var diyemeyiz, çünkü annem hastanede yattı ama ateşi en çok 36,8 oldu, siz hesap edin... Ateş olmadan seyredebiliyor demek istiyorum.

Deliryum: Annemle ilgili garip de bir şey oldu, tuz ve su kaybıyla beraber sodyum ve potasyum değerleri düştü, bu da hafızasını bulandırdı, örneğin dramatik bir biçimde bana telefon açıp babamın yaşayıp yaşamadığını sordu, hatırlamıyordu... Deliryum etkisi oluyor, bu değerler normale döndükçe hafızası da geri geliyormuş ama itiraf edeyim, annem bana geçmişiyle ilgili sorular sordukça epey gözyaşı döktüm. Şimdi evine döndü, yavaş yavaş da olsa toparlıyor. Psikiyatrist bir arkadaşım sağolsun, beni teskin edecek epey şey anlattı, rahatladım. Oluyormuş, covidle de artık çok oluyormuş.

Testin güvenirliliği: Test meselesine geri döneceğim. Kan testinde lenfosit ve crp değerlerine bakılıyor daha çok... Örneğin annemin lenfositi düşüktü... Crp normaldi ama yükseğe yakındı... Benim ikisi de normaldi. Bir de ayrıca burundan ve boğazdan sürüntü testi (PCR) yapılıyor. O güne kadar bu konularda bir bilgim yoktu. Etrafla konuşmaya ve anlamaya çalıştım, bakındım, okudum. Nasıl desem, yüzde 40 hata payı olan bir testmiş meğer, anladım ki, esasen kimse doğruluğuna inanmıyormuş.

"Bu ilaçların fena bir yük olduğunu ve değil bana, büyük çoğunluğa iyi gelmediğini düşünüyorum"

Karantinanın sonu: Test faslı epeyce saçma... Annem taburcu edildi, ben zaten genel olarak iyiydim, okuyup seyrederek, bir odada vaktimi geçiriyordum... Dediler ki "tamam bitti"... oradaki mantık da şu, testin yapıldığı günün üzerine iki hafta sayılıyor... Sonra geçti deniyor. Beyan esassa hastalığın başlangıç günü de bir veri ama... Eldeki kesin tarih olan test günü milad alınıyor.

Haydaa: E geçtiyse test yaptırayım, kesinleştireyim dedim. Farklı doktorların bana söylediği şey şu oldu... Kanımda aşağı yukarı bir buçuk ay (45 gün) pozitif gözükecekmişim, bulaştırmayacak ve o süre içinde tekrar hasta da olmayacakmışım. Yani negatif çıksa bile yüzde 40 hata payı olan bir testi hatırlatarak söylüyorlar bunu... Çok doğru olmayacakmış. Haydaa diyorsunuz...
Asıl mesele ise şu... tekrar test yaptırırsanız, Sağlık Bakanlığının sistemine bir isim olarak tekrar dahil oluyorsunuz ve bu, pozitif çıkarsanız, siz ve temaslı olduğunuz insanlar tekrar on beş gün tecrit edileceksiniz anlamına geliyor. Beni hasta olmaktan çok, birilerine hastalık bulaştırmak ve benim yüzümden çevreme cefa çektirmek kasıyor...

Kaos: Teste güvenilmemesi, "off the record" önemsenmemesi ve doktorlardan duyduğum şeyler çok kafa karıştırıcı... "Negatif çıktı ama yine de bulaştırdı" denirse size... Yok artık demek zorunda kalıyorsunuz, çünkü bu sürecin bir sonu olmalı. Veya elde güven duyacağımız ve hareket noktası olarak ilerleyeceğimiz bir şey olmalı... O da ne dersek diyelim, testtir... Şu yazdıklarımı okuyarak insanlar kendilerini psikosomatik bir hallenmeyle hasta hissedebilirler ama kanımız ne varsa onu gösterir. Eğer testten negatif çıkar ve o hasta yine bulaştırırsa... o test hatalı yapılmış demektir. Basit şeyler söylüyorum ama çok fazla insanla bunu tartışmak zorunda kaldım. Kafalar inanın çok karışık... Sakin ve sabırlı davranmak her zaman kolay olmuyor. Herkes çok yorgun...

Donör: E donör olayım dedim, yok dediler, sen hafif geçirdin, olamazsın... Bu dosyayı kapatmış değilim, halen araştırıyorum.

Kararım: Kendimce şöyle bir karar aldım, hastalığın başlangıcından kırk beş gün sonrasına kadar tekrar test yaptırmayacağım, izole hayatımı sürdüreceğim. İyisin ve bulaştırmazsın denmesine karşın bunu bir önlem olarak uygulayacağım.

Vaziyet: Şu an nasılım? Hastalık için geçti dense bile bir kas yorgunluğunun iki ay kadar sürebildiği, kolay yorgunluk yaşandığı söylendi bana...Kabaca söylersek, beyin "iyiyim" sinyalini hemen veremiyor ve enerjik olamıyormuşsun... Günde en az beş kilometre yürüyen biriydim. Karantina bittikten sonra çıkıp bir üç kilometre yürüdüm, eve gelip yarım saat kadar sızma ölçüsünde uyumuşum... Bir halsizlik ve çabuk yorulma oluyor, ikinci gün ofise on beş kilo kadar kitap taşıdım, ev taşımış kadar yoruluverdim... tabii ki durmayacağım, her gün beş kilometre yürümeye tekrar başladım, bu halsizlik evresinin kısa süre içinde geçmesi için çaba gösteriyorum. Hastalığın nekahat evresinin dahi meşakkatli olduğunu gösteren şeyler bunlar. Size bunları hastalığı hafif geçiren biri yazıyor...

Takviye: Bu maddeyi sonradan yazıyorum, verilen ilaçlarla beraber mutlaka clexane ya da oksapar türü iğne kullanmakta, d ve b vitamini takviyeleri yapılmasında fayda var. Kaotik bir harala gürele olduğu için kolayca atlanıyor. İğne, insülin gibi pratik bir şey, kolayca yapılıyor, sizi korkutmasın, kan sulandırıcı, görebildiğim kadarıyla pek çok ülkede öneriliyor. Tabii ki hekimlere danışmanız gerekiyor, ben bunu hatırlatın demek istiyorum.

Psikedelik: Son söz, takıntılarımla ilgili olsun... Hastalık sırasında biliyorsunuz insan zekası oyunlar oynuyor... Marcella dizisinin ilk bölümünü seyretmiştim, kadınla birlikte olayları çözmeye başladım rüyalarımda... Gece arkadaşlarımdan bir diğeri Aziz Azmet'ti, Hiç İstemem'i söyleyip durdu: Rüzgarlar dost bize / yağmurlar arkadaş / güneş bizim için doğacak / mevsimler hep bahar... Her ikisi de üzerimde psikedelik etkiler yarattı.

Uzun bir yazı oldu, aklıma geldikçe uzatabilirim de... Bu hastalıkla ilgili ne kadar önlem alırsanız alın, bulaşma meselesi sadece sizinle ilgili değil... Spor, bol su, vitamin takviyesi ve azami dikkatten başka yapacak bir şey yok. Hastalık, fiziksel tahribatın dışında insanın en çok sabrını düşürüyor. Sabırla sakin kalmak, geriye dönüp baktığımda hastalığı yenmenin bir yolu gibi geliyor artık bana.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış