Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Mülteciler Üzerinden Yayılan Yalan Haberler

Mülteciler Üzerinden Yayılan Yalan Haberler

Hrant Dink Vakfı ara ara Medyada Nefret Söylemi Raporu yayınlar. Bu raporlardan 2019’a ait Ocak-Nisan ve Mayıs-Ağustos arasında tüm basın kuruluşlarının tarandığı geniş kapsamlı ve basılı raporlar yanında, bir-iki haftalık sürelerle internet üzerinden yayınlanan Haftalık Z Raporu adı altında kısa süreli raporlar da var ve bu raporlarda ayrımcılık yapılan yazılar örnekleniyor. Bu raporlarda genelde Yeni Akit açık ara asılsız ve ayrımcı haber kaynağı olarak başı çeker; hemen arkasından Diriliş Postası, Milli Gazete, Yeniçağ, Milat, Türkiye1 gibi gazeteler göze çarpar. Araştırmalarda gözlendiği kadarıyla en fazla yalan haber, yabancılaştırılarak, düşmanlaştırılarak yapılır.

Uydurma ve ayrımcı haberin mağdurlarının başta Suriyeliler olmak üzere tüm sığınmacılar-mülteciler ve ardından Yahudiler, Ermeniler, Rumlar ve Kürtler olduğu görülür... Özellikle küçük kentlerde yabancı olmak, metropollerden daha da zordur. Büyük-kent'te görünmez olmak biraz daha kolaydır. Küçük-kent, kasaba öyle mi? Küçük-kentte azıcık farklılık, yabancılık hemen göze batar. Suriyeliler, Kürtler, mevsimlik işçiler, hatta turistler, tatilcilere varıncaya kadar tüm yabancılar, farklı olanlar, nefret söylemi içeren yalan haberlerin odağındadır, kurtulamazsınız... Belki bir avuç insan bu nefret söylemine karşı bir şeyler yapmaya çalışır bazen ama onlar da yabancı düşmanı söylemlerinden paylarını alırlar... Sokaklarda parmakla gösterilenler, parmak sallananlar kervanına katılırlar.

Bak şu mültecilere/sığınmacılara, neler neler yapıyorlar...

Yabancılar küçük-kentlerde de görünmez olmaya çalışıyorlar, en temel insani haklarından vazgeçme pahasına hem de... Ama yalan haber ve ayrımcı/ yabancı düşmanı söylemlerin hedefi olmaktan yine de kurtulamıyorlar, özellikle Suriyeliler, Afganlar, Özbekler, Siyah Derililer... ve Kürtler, Ermeniler, Yahudiler... Mesela birçok kıyı şehrinde, bu yaz da tıpkı önceki yaz gibi birçok Afgan, Iraklı, Afrikalı ve Suriyeli göçmen, adalara geçmek için hayatlarını tehlikeye sokarak yolculuklara çıkarken, botlara doluşmuş halde "kaçak" göçmen ve sığınmacı iddiasıyla "yakalandı". Sınırların olduğu, sınırları geçmenin de yasak ve vizeye tabi olduğu bir dünyada, göç edenlerin "kaçak" olmamasının daha çok haber değeri olması gerekir herhalde. Ama öyle değil. Medyadaki dil, göçmenleri/sığınmacıları daha ilk anında suçlu göstermek üzere üretilmiş durumda. Sosyal ya da basılı, görsel medyada dolaşan rivayetlere göre onlar (bazılarına göre), "yasak" iş yapıyorlar. Sınırı "kaçak" geçiyorlar ve her "suçlu" gibi "yakalanıyorlar". "Dileniyorlar". "Pisler". Onlar " ülkelerini savunmaktan aciz hainler". "Tavşan gibi ürüyorlar". Kadınları "fuhuş" yapıyor. Hepsi "hırsızlık" yapıyor, işimizi-aşımızı çalıyorlar. Onlar yüzünden "kiralar yükseldi", hayat pahalığının nedeni bile yabancılar/mülteciler. Devletin "kaynaklarını israf" ediyorlar, 40-50 milyar ABD doları parayı iç etmişler (bu 40-50 milyar doları kim/nasıl hesaplamış bilen yok ama), hepsi devletten "aylık 1600 TL maaş" alıp beleşe geçiniyorlar. "Üniversitelere sınavsız" giriyorlar. "Hastanelerde onlara öncelik" veriliyor... Gazetetelevizyon ve sosyal medyada yayılan bu bilgilerin hemen hepsi yalan, yanlış, amaç sisteme yönelen öfkeyi yabancıların üzerine boca etmek!

“Geçici” Suriyeliler pis mülteci mi?

Göç İdaresinin kayıtlarına göre Türkiye'de 4 milyondan fazla, (çoğu geçici koruma altında) mülteci/sığınmacı ve göçmen var. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ya da devletin Göç İdaresine kayıt yaptırmamış sığınmacıların da olduğu biliniyor. Ülke nüfusu 80 milyon ise bu nüfusun neredeyse %5'ini sığınmacılar oluşturuyor. Bunların 3,5 milyonu da geçici koruma altındaki Suriyeliler.

Suriyeliler, uluslararası sözleşmeler nezdinde aslında mülteci ama Türkiye, Avrupa ve Amerika dışından başvuranlara "mültecilik hakkı" vermiyor, bizim ülkemizde (buna da coğrafi kısıtlama diyorlar). Ülkemize kitlesel olarak sığınan bu Suriyeliler, "Geçici Koruma Hakkı" alıyor. Yani bir süre sonra gidecekleri varsayılarak, "geçici" olduğu söylenen bir koruma hakkı veriliyor. Ama Suriyelilerin misafirliği 8 yılı geçti. Bundan sonra geri dönmeleri öyle pek mümkün görünmüyor! Dönerler mi sizce!?

Okkanın altında kalanlar hep sürüden farklı olanlar!

Sosyal medya ortamlarında, kimi zaman yerel ve ulusal basında paylaşılan yalanların aksine, Mülteciler (ya da sığınmacılar) ne devletten maaş alıyorlar, ne çocukları üniversiteye sınavsız alınıyor, ne hastanelerde öncelikleri var, ne işimizi çalıyorlar, ne Türklerden fazla hırsızlık ya da fuhuş yapıyorlar, ne de hainler... Doğrudan para yardımı almıyorlar. Çok zor durumda olan çocuklu mülteci ailelere, yılda bir kez 120 TL tutarında PTT-Kart ile yardım yapılıyor. Devletin suç istatistiklerinde, HırsızlıkFuhuş gibi suçlar isnat edilen Suriyelilerin suça karışma oranı Türklerin yarısı bile değil. Kiraların artmasında sığınmacı ve göçmenlerden ziyade, bu sığınmacıların zor durumda olmalarından istifade eden ev sahiplerinin fiyatları artırması etken. Yani sığınmacılar/mülteciler, kira artışlarının nedeni değil, mağduru aslında. İşsizliğin artmasında sığınmacıların hemen hiçbir etkisi yok. Mülteci ya da sığınmacıların çalışabildikleri alanların neredeyse tamamı, tarımsal iş kolunda mevsimlik işçilik, meyve-sebze hasadı vb.. Bu alanlarda, tarım işkolunda emeğini satan Türk işçi arzı hemen hemen hiç yok. Bunun için fındık ya da pamuk ya da patates vs. vs. hasadını ya Kürtler ya da Suriyeli/ Afgan/Özbek/Afrikalı işçiler yapıyor. Bu işçiler olmazsa, Konya'da, Polatlı'da, Antalya'da, Muğla'da vs. büyük ölçekte tarımsal hasat yapılamıyor. Toprak sahipleri zarar ediyor. Son olarak, gelen mülteci ailelerin hemen hepsinde, savaş nedeniyle kayıp insan hikayeleri var. Hemen hiçbiri zevk için ya da söylendiği gibi ülkesine hainlik etmek için gelmemiş. Göç edenlerin hemen hepsi ya eşini, ya çocuğunu ya kardeşini kaybetmiş, savaşta. Hain falan değiller, her türlü yoksunluğu, yoksulluğu, acıyı, ölümü tatmışlar. Yeniden soylarının devamını istemeleri en doğal hakları, oysa!

Nefret söyleminin olumsuzlanan öznesi, hep yabancılar: Suriyeliler, Kürtler, mevsimlik işçiler, Urfalılar, Adıyamanlılar, kıyı kentlerinde bazen tatilciler, hatta İstanbullular. Orta Anadolu kentlerinde müzik yapan uzun saçlı, küpeli çocuklar, lgbti'ler... Hatta bazen şehirleşmeye/ betonlaşmaya karşı çıkan "entel-dantel çevreciler"... Bir zamanlar gizli saklı sürdürülen şimdiyse gemi azıya alan nefret söylemi, faşizme döşenen taşlardan belki de en bariz olanı!

1 Hrant Dink Vakfının 2019 Mayıs-Haziran-Temmuz-Ağustos aylarını kapsayan çalışmasında Yeni Akit'teki nefret söylemi haberleri 100, Diriliş Postasında 47 ve takip eden Yeni Çağ ve Milli Gazete'de yine 45 ve 43 adet olarak görülüyor. Daha sonra giderek azalan biçimde diğer gazeteler takip ediyor. Son basılı rapora şu adresten ulaşmak mümkündür: https://hrantdink.org/attachments/article/2375/MNSİrapor-mayıs-agustos-2019.pdf

Yazar Aydın Bodur

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış