Toplumsal yaşamda gözetim, çok eski olmakla beraber modern zamanlarda niteliksel bir dönüşüm yaşayarak kitlelerin uyum ve denetimlerinin sağlanmasında temel araçlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Sadece yapılanların kayıt altına alınması değil aynı zamanda sosyal düzene uyumluluğun böylece sosyalleşmenin bir aktörü olmaktadır. Öteki hakkında bilgi sahibi olmak onunla kurulacak ilişkide diğerine avantaj sağlar.
Gözetim çok eskilere dayanmasına rağmen Foucault’ya kadar sosyal kuramcılar tarafından pek ciddiye alınmış değildir. Daha çok kapitalizmin, fabrikada işçilerin izlenmesi şeklinde işlenmiştir. Gözetim başlı başına bir iktidar kaynağıdır. Örneğin Marx, gözetimi, emek ve sermaye arasındaki bir mücadelenin öğesi olarak görür. Sermaye işçilerin gözetim altında tutularak denetlenmesini sağlar. Weber ise bürokrasinin verimlilik arayışının bir parçası olarak gözetimi ele alır. Foucault’da ise gözetim, farklılık gösterir ve şu temeller üzerine kurulur: “Modern toplumlar, toplumu düzene sokmanın kamu önünde kanlı cezalar vermek gibi geleneksel yöntemleri, etkili biçimde gereksiz kılacak rasyonel bir aracını geliştirmişlerdir. Dış denetim ve kısıtlamalara güvenmektense, modern sosyal kurumlar, hayatın düzenlenmiş ve belirlenmiş, bir yolda sürmesini garanti eden bir dizi disipline edici uygulamalar kullanır; askeri talimlerden okul formalarına, sosyal yardım dosyalarından fabrika işçisinin yakından izlenen işine kadar, modern sosyal disiplinin süreçleri gayet göze batacak şekilde betimlenir”. Gözetim doğal olarak bir iktidar ilişkisini zorunlu kılar.
Foucault Hapishanenin Doğuşunda görsel ve mekansal metaforları incelemeye tabi tutar. Walzer’e göre disiplinin bütün mikro-biçimleri daha geniş bir sistem için işlevseldir. Foucault bu sisteme kapitalizm adını verir, ancak ona bir dizi daha dramatik isimler de verir: Disiplin toplumu, hapishane şehri, panoptik rejim ve hepsinin en ürkütücüsü (ve yanlış yönlendirici) hapishane takımadası. Bu geniş sistem ne olursa olsun, siyasal sistem, rejim veya anayasa değildir. Bu sistem bir kanun koyucu veya temel görenek tarafından şekillenmiş, hukuki bir süreç vasıtasıyla kontrol edilen Hobbesçu hükümdar tarafından belirlenmez.
Yeni cezalandırma felsefesi hümanist tarafından değil kontrol gereksinimi tarafından ilham alınmış gibidir veya daha çok insancıllığın kendisi büyüyen yeni kontrol biçiminin bir tür manevrası olarak anlaşılabilir. Yeni bilgi biçimi bu sonuca hizmet eder. İnsanlar ölçülür, sınıflandırılır, bir çok biçimde incelenir ve böylece normalleşme eğilimi gösteren bir kontrole daha iyi maruz kalır hale gelirler. Özelde, Foucault tıbbi incelemeden söz eder ve çok çeşitli teşhis türleri bunda anahtar bir araçtır. İncelemenin ‘iktidar kullanımı ve doğrunun yerleştirilmesi’ olduğunu söyler. Kontrol teknolojisinin yükselişini insanın modern kimliğinin birey olarak açıklanması bağlamından çok uzakta, Foucault modern bireysellik nosyonunu onun bir ürünü olarak açıklamak ister. Bu yeni teknoloji modern bireyi, kontrolün bir amacı olarak ortaya çıkarmıştır. İncelenen, ölçülen, sınıflandırılan, normalleşme politikalarının hedefi yapılan varlık bizim modern birey olarak tanımlamaya çalıştığımız şey olur.
Foucault’nun siyasal kuramının can alıcı noktası disiplinin kanun ve hak dünyasından kurulduğudur. Böylece legal ilkelerin yerine fiziksel, psikolojik ve ahlaki normallik ilkeleri geçerek bu dünyayı ‘kolonileştirir’. Modern toplumun evrensel hukukçuluğu iktidar uygulamasına sabit sınırlar koyuyor görünmektedir, evrensel olarak yaygın panoptisizmi, kanunun gerilerinde, onun yoğun ve anlık bir makine olarak işlemesini sağlar. Makinenin aracılığıyla işlediği kod hukuksal değil, bilimsel bir koddur. Foucault, disiplini insanları düzene sokmaya yarayan teknikler olarak tanımlar. Disiplinin işlevi, kendi standartlarını keşfeden, haklar dilinde, ‘kendi kanunlarını koyan’ özgür özneler değil; standartlara uyan, deli veya hasta veya uysal yeterli olduğu belgelenebilen yararlı özneler yaratmaktır. Profesyonel veya bilimsel normların legal haklar ve yerel disiplinin anayasal hukuk üzerindeki zaferi çağdaş toplumsal eleştirinin neredeyse ortak temasıdır. O zihinsel hastalar, mahkumlar, hastane hastaları, çocukların (okullarda ve evlerde) haklarının savunulması için bir dizi kampanyaya yol açmıştır. Foucault’nun kendisi hapishane reformuyla derinden ilgilenmiştir. Foucault bu tür şeylerle ilgili çok az şey söyler ve etkililikleri hakkında açıkça şüphecidir. Yerel çatışmalar üzerindeki vurgusuna karşın yerel zaferlerle neredeyse ilgilenmemiştir.
İktidarın nesnesi yaygın ve anonim iktidarın sadist gözetlemesi tarafından her yere sokulur. Panoptikon simetrisizlik, dengesizlik ve farklılığı sağlayan bir makinedir. Sonuçta kimin gücü uyguladığı önemli değildir. Rastgele alınacak herhangi bir birey makineyi çalıştırabilir.
Foucault’nun iddiası hapishaneyle sınırlı değildir. Tam tersine hepimizin disipliner sistemler içinde kuşatılmış olduğumuzu iddia eder. Ona göre bu sistemler burjuva toplumunun her yanında vardır ve biz farkında olmadan davranışlarımızı kontrol ederler. Modern toplumda her türlü disiplin uygulaması Foucault’ya göre “bakışın oyunu sayesinde mecbur eden bir mekanizma”yı ön gerektirir. Bu disipliner iktidar görünmezliği sayesinde uygulanır; ama aynı zamanda uygulandığı kişilere bir mecburi görünürlük ilkesi de dayatır. İktidar rejimleri zorunlu olarak denetlemek istedikleri nesnelere ilişkin bilgi yapılarının kurulmasına neden olmaktadır. Gerçi bu “bilgi” kimileyin kendi nesnelliğiyle kendisine yol açan egemencilik dizgesinin dışına çıkılarak, kendisine kaynaklık eden iktidar rejimlerinin aleyhine işleyebilmektedir. Foucault bu çözümlemelerinin ışığı altında, özel bir duruma, modern toplumsal bilimsel bilgi alanları ile modern dünyada insan bedenlerin denetlemek amacıyla sıklıkla başvurulan disiplin altına almaya yönelik pratikler arasındaki ilişi üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu noktada yaptığı örnek olay çalışması, hapishane pratikleri ile başta suçbilim olmak üzere suç ve cezayla ilgilenen öteki toplumsal bilimsel dallar arasındaki ilişki üzerinedir. Ancak Foucault burada hapishane tasarımını, okullarda, fabrikalarda, askeriyede uygulanan disiplin altına almaya dönük modern pratikleri de işin içine katarak çok genel bir bağlama taşımaktadır. Sunduğu çözümlemelerle hapishanenin bütün disiplin altına almaya yönelik pratiklere nasıl sızdığını; nasıl ve hangi biçimlerle hem bir model hem de söz konusu pratiklerin ana yayılım kaynağı olduğunu açıklıkla göstermektedir.
18.yüzyılda toplum, insanları dışlayan değil, herkesin yerinin belirlendiği, gece gündüz göz(et)lendiği bir sistemi içinde barındıran bir iktidar kalıbı kurmuştur. Bu yeni disiplinci iktidar üç denetim kipinden oluşur: Gözetleme, normalleştirme ve sınama. Foucault bunu Panoptikon’un mimari tasarımı olan ‘panoptikon’ üzerinden açıklar. Bentham için panoptikon, “bu elbette mimari bir biçimdir, fakat özellikle bir yönetim biçimidir; zihin için zihin üzerinde iktidar uygulama biçimidir”. Bentham’ın ‘panoptik’ bir hapishane projesi biçimi altında görselliğin kendisi sorguya çekilir. Herkes panoptikonun gözüne takılıdır ama bunun farkında değildir. Onu güçlü kılan ise “tutukluda iktidarın otomatik işleyişini sağlayan bilinçli ve sürekli bir görülebilirlik halini yaratmaktır”. Amaç “şeyleri gözetlemenin fiili olarak süreksiz olsa bile yarattığı etki bakımından daimi olmasını sağlayacak biçimde; iktidarın kusursuzlaştırılmasını, iktidarın fiilen uygulanmasını gereksizleştirecek biçimde; bu mimari aygıtın onu uygulayan kişiden bağımsız bir iktidar ilişkisi yaratacak ve bu ilişkiyi sürdürecek bir makine olmasını sağlayacak bir biçimde; kısacası, burada kalanların bizzat taşıyıcı oldukları bir iktidar durumu içinde zapt edilmelerini sağlayacak biçimde düzenlemek”ti. Hapishane hücrelerinin, merkezi bir gözetleme kulesinin çevresinde düzenlendiği bir ceza kurumu tasarımı olarak Jeremy Bentham’ın ‘Panoptikon’u, böylece güveni sağlamak için disiplin altına almanın bu gizil biçimlerinin bir metaforu olup çıkar. Gardiyanın herhangi bir andaki gizli ve sabit bir bakışının öznesi olup olmadığını hiçbir zaman bilmeyen mahkumlar kendi davranışlarını düzenlemiş olurlar. Panoptikonun uygulanmasıyla birey iktidarın disipline edici gücünü içinde hissederek iktidarın kendisine doğrudan müdahale etmeden kendi kendini disipline etmiş olur.
Bernauer, Bentham’ın panoptikonunun, toplumun siyasi teknolojisi ile hapishane kurumunun kesişiminin muhteşem bir imgesini sunduğunu ve bu teknolojinin hedeflerini ortaya koyduğunu iddia eder.
Bernauer, Foucault’dan hareketle bu teknolojinin üç özelliğini: Bireylerin yerleştirildiği mekanlarda (askeri kamp, okul, işçi konutları vs.) mutlaka hiyerarşik bir gözetim bulunduğunu, ikinci olarak bu mekanların normlara uyulması için sürekli yasalarla kontrol edildiğini, üçüncüsü yapılan yoklamalarla ilk iki tekniği somutlaştırıp birleştirilmesiyle bireyin başarısının ölçülmesi” sonucunu doğurmaktadır. Foucault panoptikonun mimarisini, hem içeriye hem dışarıya bakan hücelerle bölünmüş halka biçimindeki bir bina olarak adlandırır. Binanın ortasında bir avlu ve hakim bir kule bulunur. Gözetilen hücrelerde “kurumun hedefine uygun olarak yazı yazmayı öğrenen çocuk, çalışan bir işçi, ıslah edilen bir mahkum, deliliğini yaşayan bir deli vardır. Merkezi kulede bir gözetmen bulunur. Her hücre hem içeriye hem dışarıya baktığından gözetmenin bakışı bir uçtan diğerine tüm hücreyi kat edebilir, gözetmen için hiçbir karanlık nokta yoktur. Sonuç olarak her şey gözetmenin bakışına açıktır”. Bu gözetmen her şeyi apaçık görebilirken, buna karşılık hiç kimsenin kendisini göremeyeceği şekilde kendisini panjurlar. Foucault, bir kişinin kimseye görünmeden herkesi gözetleyebildiği panoptikon makinesinin Bentham’ın düşü olmaktan çok burjuvazinin bir düşü olduğunu söyler.
Yorumlar (0)