İhtiyar bir kadının gözlerinin içine yerleşmiş umutsuzluk “Biz ne yapalım şimdi” diyerek sadece hayatta kalmak için yaşıyor olması büyük haksızlık değil de ne peki? Apartman dairesine taşındığı için mutlu olmasını beklediğim insanlarla görüşmeye gittiğimde, aslında bu daire meselesinin insanların hayatında sadece yaşam alanlarının iyileşmesi dışında farklı yaralar yaratmış olduğunu gördüğümde zorlaştı her şey. O daire mutluluğunun içinde dünyalara sığmayacak kadar üzüntülere sahip olduğunu görmek herkeste hayata dair sorgulamayı yaratacağına inanıyorum. Ankara’nın bütün kasvetinin üzerine çöktüğü bir mahalleydi sanırım. Fakirliğin var olduğunu bilerek, yıllarca bir nebzede olsun bu mücadelenin içinde yer alan bizlerin bu durumdan ne kadar haberdar olduğunu bildiğimizden şüpheliyim. Okulumuzda, kafede, evimizde sürekli siyaset konuşurken, sınıf mücadelesinin haklılığı konusunda kendini teorik olarak parçalamış insanların orada yaşanan yoksulluğu kitaplarda okumaktan, haberlerde dinlemekten başka farkında olduğundan şüpheliyim. Kışın ortasında ısınmak için evine alamadığı kömür, o kadının hayatta ki en büyük problemi aslında. Evet ne gelir elimizden “örgütlenelim” demekten başka. Ancak bunun başka bir anlamı olmalı...
Bu kadar zorlandığımı çok kez hatırlıyorum, ancak içimizde bir şeylerin her seferinde parçalanması her seferinde bir umutsuzluğun peydahlanması bizim görmezlikten gelmememiz için büyük bir neden.
“İsmini soramadığım teyzem altmış beş yaşında ve 1956 yılından beri gecekonduda yaşıyordu. Erzurum’da muhafazakâr bir yaşamın içerisinden Ankara’ya taşınan bu kadın burada da muhafazakâr hayatına devam etmiş. Ancak alışılmışın dışında ailecek CHP’li
olan kadında bir memleket sevgisi var. İktidarın çalıp çırptığından, nasıl kurtulmamız gerektiğinden dem vuruyor. Bunun dışında kentsel dönüşüm ile birlikte gecekondusundan taşınmış, şu anda bir apartman dairesinde yaşıyor. Ancak ayakkabılarımızı dışarıda çıkarıp evin içerisine girdiğimizde değişenin sadece bir apartman dairesi olduğunu yere serilmiş 1980’lerin kahverengi ufak çiçekli halılarından tutun, gün içerisinde kömür sobasını yakmak için havanın biraz daha soğumasını beklediği bir halde olmasından anlaşılıyor. Kentsel dönüşüm ile evlerin güzelleşmesi, maddi hayatımızın içinde olan eşyaların güzelleşmesi değişmesi gelir insanın aklına. Sanırım bende bunu bekliyordum... Ancak karşımıza çıkan “gerçekler” böyle değil. Apartman dairesine taşındıktan sonra ortaya çıkan masraflar, yaşam şeklinin değişmesi insanlar üzerinde maddi yük olmasının yanı sıra sosyal olarak da bir sürü sorunun ortaya çıktığını gösteriyor. Mesela bir apartmanda yaşayan insanların birbirini tanımaması, kapıyı birkaç kere içeriden kilitlemesi...
Bu durumun gecekondu hayatında yaşanmadığı söyleyen teyzem insanların daha sıcak, daha mutlu ve içten olduğunu anlatırken bir zamanlar o hayatı yaşamış olduğu için mutlu hissetmesi ses tonundan, yüz mimiklerinden belli oluyordu.
Bunların hepsinin yanında, en başında bahsettiğim gibi yaşamanın zor olduğu bir hayat onların ki. Biz kendimizi entelektüel olarak nasıl geliştiririz, aman şu tiyatro nasıldır, bu sinema nasıldır diye tercihler yaparken hele ki... İnsanlar aldıkları bir kilo çayın hesabını yaparken bizim bu eşitsizliğin içerisinde yaşayıp bunları bilerek hayatımızı devam ettirmemiz büyük bir çelişki. Belki bu gerçekler ile karşılaşmasak, varlığını bilerek yokmuş gibi yaşayabilirdik... Ancak sadece 15 dk uzaklıkta bir mahallede yaşanan bu hayatlara, zihnimizden tutun da yaşam alanlarımıza kadar her yerde bu kadar uzak durmak ve onların yaşamları üzerine konuşmak bizim hakkımız mı, değil mi bilmiyorum!
Yorumlar (0)