Gericiliğe duyulan haklı öfke zamanla bir “laiklik nostaljisi”ne, ardından da “eski Türkiye özlemi”ne dönüştü. Oysa “eski Türkiye” dediğimiz şey yoksulların, işçilerin, köylülerin, Kürtlerin ve bütün ezilenlerin dışlandığı bir cumhuriyet projesiydi. Bugünün birçok sosyalisti iktidarın yobazlığını teşhir ederken farkına varmadan kendi dilini, kendi tarihini unuttu. “Cumhuriyetin kazanımlarını koruma” söylemi sınıf mücadelesinin yerini aldı; ezilenlerin devrimci enerjisi “kurtarılacak bir ülkenin” estetiğine sıkıştırıldı. Devrimci siyaset bir tür “medeniyet bekçiliği”ne indirgenirken, eleştirinin yerini kurucu statükonun melankolik savunusu aldı. Oysa sosyalizmin yönü her zaman ileriye doğrudur; geçmişe dönük her özlem bir ideolojik tutukluk belirtisidir. Sosyalizm bir restorasyon değil, bir kopuştur!
AKP’nin otoriterliğini lanetlerken, Cumhuriyet’in kurucu burjuvazisini meşrulaştırdılar. Bir dönem “devletlü” olanların tanklarıyla, yargısıyla, sermayesiyle ezdiği emekçi sınıfların çocukları bugün o “cumhuriyet mirası”na sığınmayı bir savunma hattı sanıyorlar. Oysa bu savunma hattı en başından beri bizim değil burjuvazinin mevzisiydi. Cumhuriyet’in kurucu iradesi bir kurtuluşu değil, sınıfsal tahakkümün başka bir biçimini temsil ediyordu. Aynı ellerle hem hilafet kaldırıldı, hem işçi grevleri yasaklandı. Aynı zihinle hem saltanat son buldu, hem komünist önderlerimiz katledildi.
Cumhuriyet’in yüz yıllık tarihi emekçi sınıflar açısından bir “kuruluş” değil, “dışlanış” tarihidir. Hep aynı sermaye sınıfı devletin “laik” ya da “dinci” biçimi altında kendi çıkarlarını korudu. Kıyafet değişti, ideolojik renk tonları farklılaştı ama mülkiyetin düzeni hiç değişmedi. İşçinin ürettiği değer her dönem aynı ellerde birikti. Bugün Sabancıların, Koçların, TÜSİAD’çıların cumhuriyetine ideolojik gerekçeler bulan sosyalistlerin içinde bulunduğu durum yalnızca bir politik yanlış değil, tarihsel bir trajedidir. Çünkü o sofrada sınıf ihanetinin kadehleri kalkmaktadır.
Bugün burjuva Cumhuriyeti’nin 102. yıldönümünü kutlayan sosyalistler aslında kendi çaresizliklerini kutluyorlar. Çünkü Cumhuriyet’in simgesel gölgesine sığınmak, bugünkü iktidarın tarihsel meşruiyet zeminini de kabul etmek anlamına gelir. AKP bu rejimin bir sapması değil, onun devamıdır. Aynı merkezileşmiş devlet aklının, aynı sermaye birikim modelinin, aynı halksız modernleşme çizgisinin başka bir evresidir. AKP’yi “Cumhuriyet’ten sapma” olarak değil onun sürekliliği olarak okumayı reddedenler, eninde sonunda o sürekliliğin ideolojik mirasçıları haline gelir. Devletin laik ya da dinci olması, onun sınıfsal karakterini değiştirmez; ikisi de burjuvazinin çıkarlarını koruyan biçimlerdir. Birinde dinle, diğerinde “medeniyet”le meşrulaştırılan sömürü, aynı zincirin iki halkasıdır.
Ben o sofrada olmayacağım. Çünkü ben burjuva cumhuriyetinin kurucu mitlerini değil, halkın susturulmuş sesini kutluyorum. Benim bayramım işçinin üretim bandında sömürüye karşı yumruğunu sıktığı andır; köylünün toprağını savunduğu gündür; öğrencinin amfide “bu düzeni istemiyoruz” diye bağırdığı, kadının meydanda “artık yeter” dediği andır. O bayram devletin kurduğu değil, halkın kazandığı bir gün olacaktır.
Bu yüzden onların “cumhuriyetine” değil, kendi devrimime inanıyorum. Çünkü devrim, sadece bir iktidar değişimi değil; umudun yeniden icadıdır. Bana umut etmeyi unutturdularsa ilk görevim yeniden umut etmektir.
Ve o umut bu topraklarda bir kez daha -al bayrağın değil- kızıl bir sancağın altında filizlenecektir. O gün geldiğinde, tarihin o eski sofralarına değil; yoksulların, kadınların, işçilerin ve gençlerin kurduğu yepyeni bir sofraya oturacağız. Ve orada ilk kadeh, “yeni bir dünyaya inanmaktan hiç vazgeçmeyenler” için kalkacak.
Not; Kasım ayı arifesinde, kendi “eski Türkiye”yeme: Ankara’nın Kasım’ı başka olurdu. 6 Kasım biter, devlet “güzellemesi”nin vücudumuzda bıraktığı izlerle 7 Kasım’a koşardık. Her ayın 7’sinde kredi/burslar yatardı. Kasım 7’de İlhan Erdost’un anısına Sol Yayınları’nda %50 indirim olurdu. Ekim Devrimi’nin yıl dönümüydü bir de. Karanfil II’ye koşar, kitap alır, kitap armağan ederdik:“Yitik bir ülkeyi korumaya değil, yeniden kurulacak bir ülkeyi aşkla” kurmak için…
***
KAPAK RESMİ: El Lissitzky – Kızılı Beyazların Üzerine Sür! (1919)
Yorumlar (0)