Mehmet Kemal ve Muhalif Bir Mekan Olarak Kalem Meyhanesi

Mehmet Kemal ve Muhalif Bir Mekan Olarak Kalem Meyhanesi

Abdülhamit'in ünlü paşalarından biri yanına dalkavuklarını da alarak, saltanat kayıklarından birine biner ve deniz sefasına çıkar. Hava rüzgarlıdır. Kürekçiler ve dümenci kayığı idare etmeye çalışırken, paşa bilir bilmez emirler yağdırmaya başlar; ‘küreği şu yöne çekin’, ‘siya yap’, ‘alargada kalma’... Kayıkçılar ne yapacağını şaşırır ve çaresiz emirleri uygulamaya başlar. Kayığın gidişatı kötü olmakla birlikte, emir büyük yerdendir. Bir süre sonra bir gürültü kopar ve kayık karaya oturur. Paşa kayıkçıları azarlamayı sürdürür; ‘gördünüz mü, ben demedim mi, karaya oturduk işte!’ Dalkavuklar bu aşamada devreye girmekte gecikmez.

‘Güle güle oturun paşam!’
‘Size ne güzel de yakıştı.’
‘Allah oturduğunuz yerden kalkmak nasip etmesin…’  

Bu fıkra, 12 Eylül darbecilerinin ‘astığı astık, kestiği kestik’ olduğu 1982 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlandı. Fıkranın yayınlandığı ‘Politika ve Ötesi’ adlı köşenin yazarı, bir dönem Kalem Meyhanesi’nin sahibi olan Mehmet Kemal’di (1921-1998). Daha önce de yazıları nedeniyle birkaç kez hapse girip çıkmışlığı vardı. Yazdığı fıkra darbeci paşaları kızdırmıştı. 61 yaşındaki Mehmet Kemal’e tekrar hapishane yolu göründü. Üç ay kadar Selimiye Cezaevi’nde tutulduktan sonra mahkemeye çıkartılmaya gerek görülmeden serbest bırakıldı. Atilla İlhan, Mehmet Kemal’in de dahil olduğu 1940’lı yılların kuşağına “fedailer mangası” demişti. Mehmet Kemal ise kendi kuşağını “Acılı Kuşak” adını verdiği anı kitabında anlattı.

Mehmet Kemal (Kurşunoğlu), profesyonel olarak gazeteciliğe başladığı 1945 yılından itibaren gerek gazeteci, gerekse şair kimliği ile çeşitli gazete ve dergilerde yazarak yaşamını sürdürdü. Sık sık işsiz ve parasız kaldı. Posta Caddesi meyhaneleri onun ikinci evi gibiydi. Kürdün Yeri (Yeni Hayat Lokantası), Şükran Lokantası ve Palabıyığın Yeri’nde sürdürülen edebi ve siyasi sohbetlerin bilinen simalarındandı. Palabıyığın lokantasının asıl adı ‘Yeni Dünya Lokantası’ydı. Ancak herkes Arnavut asıllı sahibinin bıyıklarından ötürü buraya ‘Palabıyığın yeri’ derdi. Palabıyığın bir de aynı sokak üzerinde sadece şarap içilen bir meyhanesi vardı. Burada leblebi ve ucuz şaraptan başka bir şey bulunmazdı. Mehmet Kemal’in özellikle parasız kaldığında, sık sık gitmek zorunda kaldığı meyhane burasıydı.

None

Yüksel Palas’ın casusları

1965 yılı sonbaharında işsiz olduğu günlerden bir gün, kendini Sıhhiye’den Kızılay’a doğru yürürken buldu. Sıhhiye Vekaleti’nin önünden geçti. Bu bölgenin bataklık olduğu dönemleri hatırlıyordu. Biraz ilerde Eskişehir milletvekillerinden Emin Sazak’ın yaptırdığı binanın önüne geldi. Emin Sazak öleli 5 yıl olmuştu. Mecliste toprak reformu karşıtı görüşleri ile biliniyordu. Bu nedenle CHP içinde barınamamış, Demokrat Parti’ye geçmişti. Cumhuriyet Balolarına katılmazdı. Katılmak zorunda kaldığında ise eşini getirmezdi. Yaptırdığı bina, ‘Yüksel Palas’ adıyla otel olarak kullanılıyordu. 1952 yılı yapımı ‘Five Fingers’ filminin bazı bölümleri Yüksel Palas’ta çekilmişti. Filmde casusların mekânı olan otelin, bugün Demokrat Parti’nin toplanma yeri olduğunu düşününce, gülümsedi (Yüksel Palas, sonraki yıllarda Astsubay Orduevi oldu. Günümüzde de Orduevi olarak kullanılıyor).

Meydan Dergisi’nden Meydan Sahnesi’ne Ankara’nın aykırı halleri

Bulvarı takiben biraz yürüdükten sonra Meydan Sahnesi’nin (günümüzde Terzioğlu Apartmanı) önünde durdu. Tiyatronun ismi, 1948 yılında arkadaşı Fethi Giray ile birlikte çıkardıkları Meydan Dergisi’ni çağrıştırdı. Değişik şairlerin şiirlerini yayınlamayı planladıkları Meydan Dergisi’ni bir sayı çıkartabilmişlerdi. Savcılığa verdikleri dilekçede, dergiyi bastıracaklarını beyan ettikleri basımevi ile derginin basıldığı matbaa birbirini tutmuyordu. Bunun üzerine dergi ilk sayısından sonra valilik kararı ile kapatıldı (Meydan Dergisi’nin 1949 yılında Orhan Veli tarafından çıkartılmaya başlayan Yaprak Dergisi’ne ilham kaynağı olduğu söylenir).

Meydan Sahnesi de aynı Meydan Dergisi gibi aykırı bir çıkış değil miydi? Dört yıl kadar önce, Devlet Tiyatroları’nın kuralcı ve baskıcı tavrından sıkılan tiyatrocular tarafından kurulmuştu. Mahir Canova’nın başını çektiği grup, daha çok avantgarde oyunlar sahneliyordu. Bu tiyatroda neredeyse dönemin tüm oyuncuları rol aldı. Kartal Tibet, Adalet Ağaoğlu, hatta Haldun Dormen'in yönettiği ‘Zafer Madalyası’ adlı bir oyunda Sevgi Soysal bile sahneye çıktı.

Meyhanenin yeri Bayındır II Sokak, No: 39 adresinde bulunan apartmanın alt katındaydı. Beş katlı olan bu apartman bugün yerinde değildir. Beş yıl kadar önce yıktırıldı. Yeri şimdilik otopark olarak kullanılıyor. Bu ‘yık-yap’ furyası Ankara’nın hafıza mekanlarını tüketene kadar devam edecek anlaşılan.

Sergi Kitabevi’ne uğramadan olmaz

Büyük Sinema’nın önünden geçerken Erdal Öz’ün yeni açtığı Sergi Kitabevi’ne uğradı. Sinema binası içinde üst katta bulunan kitabevi büyük olmamasına karşın iyi düzenlenmişti. Kitabın yanı sıra dergi ve plak satışı da yapıyordu. Daha önce başka kitapçılarda rastlamadığı hoş bir farklılık dikkatini çekti. İçerde kesintisiz müzik yayını vardı. Yön Dergisi’nin yeni çıkan sayısını aldı. Kapakta seçim sonuçları ile ilgili olarak, “Kır At İktidarda” başlığı ile koltuğa oturup bacak bacak üstüne atmış, puro tüttüren bir at karikatürü dikkati çekiyordu. Sergi Kitabevi’nin adı öylesine duyulmuştu ki, Ankara dışından gelenler buraya mutlaka uğrardı. Celal Üstel, Sergi Kitabevi’ni şöyle anlatıyor:

“O günlerde Ankara’ya gidip de Erdal Öz’ün Sergi Kitabevine uğramamak mümkün değildi. Mekke’ye gidip de Kabe’yi görmemek gibi bir şey. O dönem aydınlar orada buluşurdu. Bana kalırsa bir kuşak okumayı orada öğrenmiştir. Bir ülkenin, bir kentin kültür yaşamında efsane olmuş kaç kitabevi vardır ki?” (Ayşe Sarısayın, Erdal Öz, Unutulmaz Bir Atlı, 8. Bölüm, 2009)

Sakarya Caddesi’nden Bayındır Sokak’a

Bulvarı takiben Sakarya Caddesi ayrımına kadar yürüdü. Öğle rakısı içmek niyetinde değildi. Zaten parası da yoktu. Yine de Sakarya Caddesi’nden sola döndü. Caddenin bulvarla olan bağlantısı kapatıldığından beri, araba trafiği azalmıştı. Şimdi de arabalar, caddeyi sağlı sollu park yeri olarak kullanıyordu. Sakarya Caddesi’nde Fethi Giray ile birlikte gittikleri küçük bir işçi lokantası vardı. İki katlı bir binanın alt katında faaliyet gösteriyordu (Günümüzde yerinde Ertuğ Çarşısı bulunuyor). Meyhane değildi ancak şarabını yanında getiren burada içebilirdi. Cahit Sıtkı’yı burada tanımıştı. 

İşçi Lokantası’nın önünden sağ kolda karşıda bulunan Missuri Meyhanesi’nin önüne kadar ilerledi. Yenişehir semtinde hiç meyhane yokken ilk Missuri açılmıştı. Şarap şişeleri raflarda tozlu olarak dururdu. Özellikle silinmezdi. Meyhanenin sahibi Besim Tarakçı’nın sergileme anlayışı böyleydi. Missuri’de soba başında ayakta yaptıkları sohbetleri hatırladı. Ayakta servis alanlara daha ucuz fiyat uygulandığından, paraları olmadığında soba başı zorunlu tercihti. Bayındır Sokak ayrımından sağa dönerek yukarı doğru çıkmaya başladı. Washington Restoran’ın önünden geçti. Mühendis Eşref Özand evinin (1972 yılında Körfez Lokantası’nın açıldığı bina) üzerine 2 kat çıkılmadan önceki halinin daha güzel olduğunu düşünerek yoluna devam etti.

Bayındır II Sokak’ta sakin bir kahve

Kazım Özalp Caddesi’ni (Ziya Gökalp Bulvarı) geçtikten sonra, Bayındır Sokak’ın üst bölümünde, Mimar Kemal İlkokulu’na yakın bir yerde bulunan, ara sıra gittiği kahveye kadar yürüdü. Kahve sakindi. Bir köşeye oturup çay söyledi. Günlük gazeteleri karıştırmaya koyuldu. Seçimlerin üzerinden (10 Ekim 1965) bir hafta kadar geçmişti. Gazetelerde seçim yorumları devam ediyordu. Behice Boran, Mehmet Ali Aybar, Sadun Aren, Tarık Ziya Ekinci ve Çetin Altan gibi isimler TİP milletvekili olarak meclisteydi. Gazeteler, Türkiye İşçi Partisi’nin meclise 15 milletvekili ile girmiş olmasını, ‘Milli Bakiye Sistemi’ne bağlayarak küçümseme eğilimindeydi.

Kahvenin sahibi, kendiliğinden yeni bir çay daha getirip masaya bıraktı ve beklemeksizin söze girdi. Belli ki bunalmıştı. İşsizlikten dem vurdu. Geçim sıkıntısından, borçlarını ödeyemediğinden bahsetti. Kahvesini devredecek birini arıyordu. Bu kişinin kahvenin borçlarını da devralması gerekiyordu. Bu nedenle müşteri bulamamanın çaresizliği içindeydi.

Meyhanenin yeri

Mehmet Kemal, sonradan bir çocukluk arkadaşıyla ortak oldu ve ceplerinden hiç para koymadan borç harç bu kahveyi devraldılar. ‘Pulsuz Tavla’ adlı romanında kahveyi devralma aşamasında arkadaşının nasıl dolduruşuna gelip borçlandığını uzun uzun anlatır. Kalem Meyhanesi işte bu kahvenin yerinde, 1965 yılı sonlarında açıldı. 1965 ve 1970 yılları arasında faaliyet gösterdi. Kısa süre sonra ortağı ayrıldı. Mehmet Kemal, bir süre daha idare ettikten sonra ucuz-pahalı demeden meyhaneyi sattı. Arkasından da İstanbul’a giderek gazetecilik mesleğine geri döndü. Kalem Meyhanesi uzun soluklu olmadı. Ancak bıraktığı izlerle, anılarımızdaki yerini uzun süre koruyacak gibi görünüyor. 

Meyhanenin yeri Bayındır II Sokak, No: 39 adresinde bulunan apartmanın alt katındaydı. Beş katlı olan bu apartman bugün yerinde değildir. Beş yıl kadar önce yıktırıldı. Yeri şimdilik otopark olarak kullanılıyor. Bu ‘yık-yap’ furyası Ankara’nın hafıza mekanlarını tüketene kadar devam edecek anlaşılan. Aslında bu apartman da, Yenişehir’de 1925-1928 yılları arasında belediye tarafından yaptırılan bahçe içindeki tek katlı konutlardan birinin, 1950’li yıllarda yıktırılması sonrası inşa edilmişti.

Kalem Meyhanesi'nin yeri Kalem Meyhanesi'nin yeri

Kalem Meyhanesi

Yıllarca geçimini kalemi ile sağlamış bir basın emekçisi, açtığı meyhaneye ‘Kalem’ ismini koyarken neler düşündü acaba? Meyhanenin giriş kapısının üst tarafına yerleştirilmiş olan tabelası, büyükçe bir kalem biçimindeydi. Giriş kapısının üzeri içki etiketleri ile döşenmişti. Girişte yer alan panoyu gazete başlıkları süslüyordu. Yuvarlak masalarını Karpiç’e benzetenler oluyordu. Aslında genel tarzı, duvar resimleri ve duvarına yazılan notlarla, tam anlamıyla Üç Nal’a daha çok benziyordu. Mehmet Kemal, resimler için tanıdıklardan ricacı olmuştu.

Duvarların birinde büyük boyutlu olarak, boya ile çizilmiş bir kadın (ana) resmi vardı. Ana, elini şakağına dayamış düşünür şekilde resmedilmişti. Sanki meyhanede içenlere şaşırmış gibi bakıyordu. Bu resmi, sanat camiasından tanıdığı, aynı zamanda askerlik arkadaşı olan ressam Balaban (İbrahim Balaban) çizmişti. Meyhanenin bir duvarında, güneşin yaktığı kırmızı kocaman bir gökyüzünün altında, kadınlı erkekli, çoluk çocuk çalışan insanlar görülüyordu. Bu resmi de, Çukurova’nın terini tuvallerine taşıyan arkadaşı Duran Karaca çizmişti. Orhan Peker ise başka bir duvara iki sevimli itfaiyeci çizerek arkadaşı Mehmet Kemal’e destek oldu. Sonradan başka ressamlar başka resimler eklediler. Tanınmış şairler şiirler yazdılar, küçük notlar tutturanlar oldu ve kısa sürede meyhanenin duvarlarında boş yer kalmadı. Posta Caddesi meyhanelerinden tanıdığı şair arkadaşı Celal Vardar’ın ‘Kalem’ adlı şiiri ise, duvarların ön bölümündeki mermer kısma yazılmıştı.

KALEM

Ben bir kurşun kalemim
İçim, dışım kadar katı değil,
Değnek gibi yontuyorsunuz beni.
Ben bir kurşun kalemim,
Elinize uymuyor köşelerim,
Bozuk düzen yazıyorum,
Ben bir kırık kalemim,
Kırıla kırıla tükeniyorum.


 

Meyhanenin müdavimleri

Kalem Meyhanesi, Sultan Otel’in iki bina yukarısına açılmıştı (Bayındır II Sokak No: 35’te bulunan Sultan Otel’in yerinde, günümüzde ‘Hotel Marinem’ var). Sultan Otel’in barı, özellikle TRT’nin prodüktör, yapımcı ve yönetmen gibi çalışanlarının iş çıkışı geldikleri bir yerdi. Aynı grubun Kalem Meyhanesi’ne de devam ettiğini Selim Esen’den öğreniyoruz: “Sultan Otel barının müşterileri ayakta içki içen, konuşan, tartışan kimselerdi. Her iki mekânın konukları arasında genç TRT çalışanları da vardı. Kalem Lokantası’nın garsonu Naci, TRT’cilerin ortak dostuydu.” (Selim Esen, Dinçer’le Bir Zamanlar, Ağustos 1979)

Necati Tonga, çeşitli anı kitapları ve makalelerden derlediği bilgilere dayanarak Kalem Meyhanesi’ne devam eden isimleri şöyle sıralıyor: “Kalem Meyhanesi daha çok sol dünya görüşüne mensup şair, yazar, sanatçı ve gazetecilerin devam ettikleri bir edebiyat mahfili olmuştur. Ahmet Oktay, Fethi Giray, Niyazi Akıncıoğlu, Muzaffer Buyrukçu, Vüs’at O. Bener, Salim Şengül, Nezihe Meriç, Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Turgut Özakman, Ruhi Su, Cemil Eren, Cevat Çapan, Veysel Öngören, Nizam Payzın, Altan Öymen, Haluk Tuncalı, Ataol Behramoğlu, Celal Vardar, Ahmet Telli, Ali Püsküllüoğlu ve Emre Kongar Kalem Meyhanesi’ne devam eden belli başlı isimlerdir.” (Bir Edebi Muhit Olarak Ankara 1923-1980, s.263, 2019)

Asu Maro’nun gazeteci Tuğrul Eryılmaz ile söyleşi yaptığı kitabında, Kalem Meyhanesi’ne gidenler arasında farklı isimlere de rastlıyoruz. “Kısmen ama tamamen değil. Yakın çevrem hep solun tonlarından oldu. Benim en iyi içki arkadaşlarım Hüseyin Cevahir ile Yavuz Sabuncu’ydu. Kalem’e giderdik, Mehmet Kemal’in yerine. Tiyatro oyuncuları, entelektüeller çok gelirdi. Galatasaraylı Cengiz Tekin, Aksel Ülker, Kolejli Ferda Kınacı, şair Arkadaş Zekai Özger de takılırdı bazen. Tuncer Kurtiz, Vasıf Öngören, Erkan Yücel’i orada tanıdık.” (68’li ve Gazeteci, s.63, 2018)

Tuğrul Eryılmaz, “en iyi içki arkadaşım” diye tanımladığı Hüseyin Cevahir ile Mülkiye’de sınıf arkadaşıydı. Mahir Çayan da aynı sınıfta okuyordu. Tuğrul Eryılmaz Londra’da bulunduğu sırada iki yakın arkadaşının vurulduğu haberini (1 Haziran 1971) gazeteden okudu. “Mahir Çayan yaralı, Hüseyin Cevahir ise ölü ele geçirilmişti.” Yanında bulunan iki Mülkiyeli ile birlikte hüngür hüngür ağladıklarını anlatıyor.

Cemil Eren, Vüs’at Orhan Bener’i anlattığı bir yazısında Kalem Meyhanesi’nden bahseder. “Vüs’atın kız kardeşi Bilge, eşi Atilla Bölükbaşı, Ayşe ve Vüs’at sık sık yazar Mehmet Kemal’in işlettiği Kalem Meyhanesinde önceden ayırttıkları iyi bir masaya yerleşir beni ararlardı. Kalem’deyiz, gel. Alaturka şarkıları ve kantoları hepsi iyi bilirlerdi. Kanto söylemek Ayşe ile başlamıştı sanırım. Çok genç yaşta yitirdiğimiz, hepimizin çok sevdiği Atilla Bölükbaşı sesiyle yüksek oktavlara çıkarak herkesi bastırırdı. Bizim şamatamız meyhanedeki diğer masaları da neşelendirir, onlardan da katılan olurdu.” (Bir Duyarlı Adam, Vüs’at O. Bener, 2008)

Çeşitli kaynaklarda Ruhi Su’nun Kalem Meyhanesi’ndeki sohbetlere sazı ve sözü ile katıldığı belirtiliyor. Funda Şenol Cantek, bu konuda şöyle yazıyor: “Mehmet Kemal en sıkıntılı dönemlerinde Ruhi Su’ya kol kanat germiş. Kalem’de çalıp söylemesini sağlamıştı. Böylelikle Su, hem dostlarıyla hasbihal ediyor, hem de para kazanıyordu. Onun varlığı meyhanenin cazibesini de artırıyordu.” (Rakı Ansiklopedisi, Kalem Maddesi, s.289, 2010)

None

“Eski zaman konsolu”

“Mehmed Kemal'i bizler 1968'de Ankara'da Kalem Meyhanesi'nde tanıdık... Yeni yetme devrimciler, yazarlar, şairler, radyocular, televizyoncular... Mehmed Kemal'in iki kadim dostuyla birlikte açtığı Kalem Meyhanesi'nde buluşurdu akşamları. O masa masa dolaşır, dostlarıyla şakalaşır, şen kahkahalarla süslerdi sohbeti. Meyhane birkaç yılda top attı. Mehmed Kemal'le sonraki yıllarda Günaydın'da buluştuk. Hemen her akşam içmesine rağmen sabahları işe 7:30’da gelir, üç taşra gazetesine yazı yazar, Necati Doğru ile biz 9:00 sularında işe geldiğimizde Mehmed Ağabey yazılarını bitirmiş günlük gazeteleri okumaya koyulmuş olurdu. Günaydın'dan aldığı maaş geçimine yetmezdi herhalde. Ama dert etmezdi. En çok rakı ve tavlayı severdi. Hangi konu açılsa söyleyecek sözü, anlatacak öyküsü vardı. Çetin Altan'ın deyimiyle ‘eski zaman konsolu’ gibiydi... Her çekmecesinde ayrı bir hikâye, her köşesinde ayrı bir hatıra...” (Melih Aşık, Milliyet Gazetesi, 17 Eylül 1998)

21 Mayısçıların Kalem’de buluşması

Mehmet Kemal’in meyhanesi, farklı kaynaklardan gelse bile sistemle bir nedenle uyuşamamış insanların buluşma yeri gibiydi. Belki de bu nedenle 1963 yılında darbeye teşebbüs etmekten idamla yargılanan ‘21 Mayısçılar’, affedilmeleri durumunda Kalem Meyhanesi’ne gidip içmeyi aralarında kararlaştırmışlardı. Hepsi idamla yargılanan bu subaylar Kalem’in sadece adını duymuşlardı. İçlerinden Talat Aydemir ve Fethi Gürcan idam edildi, diğerleri ise müebbet hapis cezası aldı. Bir süre hapis yattılar; ancak Demokratların affından sonra (1967) affedildiler. Bu subaylar, “27 Mayıs 1960 harekatının amacına ulaşmadığını, Atatürk devrimlerin tehlikede olduğunu” düşünüyorlardı. Hapisteyken aralarında kararlaştırdıkları gibi çıktıktan sonra bir gece toplanıp Kalem’e geldiler. Mehmet Kemal o geceyi şöyle anlatıyor:

“Bir gece grup halinde gelip, en dipteki masaya oturdular. Asker oldukları davranışlarından belliydi. Masalarına davet ettiler, gitmemek olmazdı, gittim. Askerce kalkıp birer birer elimi sıktılar ve adlarını söylediler. Gazeteler adlarını bolca yazdığı için hepsini biliyordum. Bunlara ’21 Mayısçılar’ deniyordu.” (Kalenin Eteğinde/Pulsuz Tavla, s.221, 1984). Mehmet Kemal, bu subay grubu ile zamanla samimiyeti ilerletti. 21 Mayısçılar da artık Kalem’in devamlı müdavimleri arasına katılmışlardı. Mutfağa girip yardım ettikleri bile oluyordu. Hatta bu subaylardan meyhaneyi devralmayı düşünenler de çıktı.

“Meyhaneden değil ama romanından para kazandım”

Mehmet Kemal, meyhane kapandıktan sonraki yıllarda kendisi ile yapılan bir söyleşide, lokantacılıktan para kazanmadığını, fakat Kalem Meyhanesi ile ilgili izlenimlerini anlattığı ‘Pulsuz Tavla’ adlı romanının tefrikasından para kazandığını belirtiyor. Selim Esen ise esprili biçimde Kalem’in serüvenini özetleyerek son noktayı koyuyor.

“Günün her saatinde havasız mekândaki kimi genç şairler ise, duvarlara şiir mısraları karalarlardı. ‘Kalem’ in sahibi zamanın ünlü gazetecilerinden, şair Mehmet Kemal’di. Genç aydınlarımıza yıllar yılı kalemiyle bir şeyler vermek istemiş, ama algılama konusunda midelerin kafalardan daha yetenekli olduğunu fark edince, bu lokantayı açmıştı. Şiirden romana, siyasetten edebiyata değin her şeyi yazan kalemi, müşterilerin borç hesaplarını tutmakta oldukça acemiydi. Olağanüstü özellikler taşıyan ‘Kalem’ kısa sürede batacak, Mehmet Kemal şiir yazmaya devam edecek, ortağı ise meyhanedeki boş şişeleri satarak zengin olacaktı.” (Selim Esen, Dinçer’le bir zamanlar, Ağustos 1979)

Yazar Yavuz İşçen

POPÜLER İÇERİK