Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Yurttaşın Kent "Mücadelesi"

Bu yazıya bir uzman olarak değil, kentli bir yurttaş olarak kaleme aldığımı söyleyerek başlamak istiyorum. Amacım sadece bazı tartışmaları başlatabilmek. Bu nedenle de belki bir bildiri sunmaktan daha çok soru soracağım bu yazıda.

Yurttaşın Kent "Mücadelesi"

Kentsel Mücadele (?)

31 Mart seçimleri, ülkenin üzerinde çökmüş “hiçbir şey değişmez” algısını değiştirmek açısından önemliydi. Ama bir seçimle her şeyin değişmeyeceğinin, günlük yaşamımıza etkilerinin beklediğimiz kadar olmayacağının da farkındayız. Oyumuzu kullandık ama bundan sonra yapacağımız ne? Bir kentsel mücadele yürütmek mi?

Önce mücadele kelimesinin çağrışımları üzerinde kafamda uçuşanları paylaşayım.

TDK, “mücadele” kelimesinin anlamını iki şekilde vermiş:

1. Birbirlerine isteklerini kabul ettirmek için iki taraf arasında yapılan zorlu çaba; savaş, kavga.

2. Herhangi bir amaca erişmek, bir kuvvete karşı koyabilmek için bir kişi veya topluluğun güçlü, sürekli çabası; savaşım

Her ikisinde de bir kavga, bir savaş söz konusu; çünkü çatışma var.

“Kentsel mücadele” denince de yurttaşın başta yerel yönetimle olmak üzere farklı düzeylerde çatışması ve savaşımı akla geliyor. Neden?

- Çünkü yerel yönetimler, yurttaş için, yurttaşla birlikte, yurttaş haklarına saygılı, yurttaş yararına çalışmıyorlar. Oysa, tamamen bunu hedeflediklerini iddia ederek yurttaş tarafından göreve getiriliyorlar.

- Çünkü ülkemizde halen genel yönetimler ile yerel yönetimler bazı yerlerde çatışma halinde ve bu yurttaş yararına değil.

- Çünkü yurttaşlar, -özellikle Ankara’dakentte bir arada yaşama, birbirinin yaşam alanına ve yaşam biçimine saygı duyma, kentteki yaşamın belirleyici öznesi olma, hak talep etme, kent yönetimine katılma, müşterekleri yönetme gibi konuları içselleştiremeyecek kadar kentte yeniler. Ya da -başta ekonomik durumları olmak üzeregünlük yaşamsal kaygıları ön planda; kentin onlara sunabileceklerinin ya da kentsel faktörlerin ne kadarının hayatlarına ne kadar nasıl değdiğinin tam olarak farkında değiller.

Bu “çatışma” ve “savaş” kavramları ve hali benim için çok yorucu. Belki bir çoklarımız için de… O nedenle “mücadele” kelimesindense, kente dair “hayallerimizi”, “beklentilerimizi”, “nasıl bir kentte yaşamak istediğimizi” ve bu hayalimizdeki kenti birlikte oluşturabilmemiz için “kimin ne yapması gerektiğini”, yani haklarımız yanında görev ve sorumluklarımızı da konuşmayı tercih ediyorum.

Kentsel hayaller

Yukarıda sıraladığım çatışma alanlarından ilk ikisine dair pek çok şey yazıldı, söylendi, uzmanların hala bu konularda yazıp çizecekleri pek çok şey olacaktır. Yerel medyanın gerek gazete, gerek TV olarak bu görüş, analiz, değerlendirme ve yorumları duyurma konusunda önemli rolü oldu ve hala da var. Ama bu noktada bir soru akla geliyor: Kaç kişiye erişebiliyor?

Bu bağlamda ben daha çok üçüncü alandaki konulara dair yine zihnimden geçenleri paylaşmak istiyorum. Örneğin Solfasol Gazetesi ve Televizyonu, Ankara’ya ve kentleşmenin pek çok boyutuna ilişkin çok iyi ve değerli işler yaptı. Kente dair pek çok konuyu farklı boyutlarıyla ele aldı; gözlemledi, inceledi, irdeledi. Ama ne kadar etkili olabildi? Kendi mahallesinin dışına sesini ne kadar duyurabildi? Kutuplaştırılmış ülkemizde farklı mahallelerin birbirinin sesini duymasında ne kadar aracı olabildi? Bunun için çok çaba gösterdiğine şahidim; ama etkisini ölçebilecek bir çalışma var mı bilmiyorum.

Keşke imkanları elverseydi ve farklı konulardaki halk forumlarını canlı olarak yayınlayabilseydi. (Bir zamanlar Mehmet Ali Birand’ın yaptığı forumlar geliyor aklıma) Bu forumlarda halkın, nasıl bir kentte yaşamak istediği, bunun ne kadar ortaklaşabildiği, yerel yönetimlerden beklentileri, haklarını talep edebilmek için neler yapabilecekleri, hayatı kolaylaştırmak için hangi alanlarda, nasıl ortaklaşa çalışabilecekleri, kentin değerlerini birlikte nasıl koruyabilecekleri vb konular tartışılabilir. Böylece kentin farklı kesimlerinden gelen sıradan yurttaşlar, yurttaş temsilcileri yüz yüze konuşma, birbirini tanıma, anlama, bir çok konuda ortaklaşma ve belki bazı bağlar oluşturma fırsatı bulabilirler. Solfasol TV gibi yerel bir TV belki daha çok izleyiciyi ekranlara çekebilir. Tabii bunu yapabilmek için büyük bir stüdyo, büyük bir teknik ekip ve donanım, halkın gelmesini sağlayacak ekonomik teşvikler vs. nin ne kadar maliyetli olabileceğinin farkındayım. Ama hayal etmesi bedava…

Bir hayalimi daha paylaşayım: Solfasol Gazetesi keşke aylık olarak, farklı kriterler çeçevesinde, belirli örneklem sayısına göre seçilen kişiler üzerinden bir değerlendirme, bir kent karnesi yayınlasa… Biraz somutlaştırmak adına şöyle bir benzetme yapayım: Devlet İstatistik Enstitüsü Hanehalkı Bütçe istatistiklerini yayımlıyor. Bunu örneklemleme ile belirlenmiş sayıda aile üzerinden her ay gelirlerini nerelere harcadıklarına bakarak tespit ediyor. Böylece örneğin gıda, temizlik, eğitim, sağlık, eğlence vb kategorilerde ne miktarda ve oranda harcama yaptıklarını saptıyor. Sonra bunlardan elde ettiği verileri aylık ve yıllık hanehalkı bütçe istatistiği olarak yayınlıyor. Aynı şekilde belki Solfasol Gazetesi de, temiz içme suyuna erişim, atık yönetimi, yeşil alanlar, otoparklar, semt pazarları, vb farklı kategoriler açısından bir kent hizmetlerinden memnunluk verisi toplayabilir ve bir kent karnesini aylık olarak yayınlayabilir.

Avrupa’da “bir kentte, bir yurttaşın gereksineceği sağlık, eğitim, gıda, ulaşım gibi hizmetler, oturduğu yerden 500 m. çapında bir çember içinde erişilebilir olmalı” ve “bir kent, eğer bir çocuk için güvenliyse, herkes için güvenlidir” kriterlerinin sağlanması için çaba gösterilirken; ve de kent meydanları ve kent ormanları ile kent sakinleri nefes alabilir ve birbirleriyle etkileşebilirken; bizim servis araçlarına, AVM’lere, olur olmaz yerlerde yükselen gökdelenlere sıkışmış; deprem ve sel felaketlerini kanıksamış yaşamımız öğrenilmiş çaresizlik mi? Başka bir kent ve başka bir yaşamın mümkün olduğunu göstermek de medyanın işi bence.

Hayal etmenin sonu yok. En iyisi burada keseyim.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış