Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Artık Post-Kimlik Siyaseti ve Politik İttifaklar Dönemi: Feminist Siyaseti Yeniden Düşünmek Zamanı

Bir feminist olarak tüm kimliklerim gibi feminist kimliğimle de huzurlu bir ilişkim olmadı. Hep sorguladım. Olanakları kadar kısıtlarını da görmeye çalıştım güncel geçerliliği olan ve hatta benim de değer verdiğim feminist kuramların ve hareketlerin. Bu açıdan yeni siyasal gelişmeleri de zihnen ele almak hep dönüştürücü geldi bana. Gündelik yaşamımda da her şeyi çözümlemiş biri gibi davranmayı hiç sevmediğim gibi, siyasal ve akademik hayatımda da kendi düşüncelerime dahi şüpheyle yaklaştım. Ama anlayabilme kapasitem konusunda iddialıyımdır.

Artık Post-Kimlik Siyaseti ve Politik İttifaklar Dönemi: Feminist Siyaseti Yeniden Düşünmek Zamanı

Bugün bana göre Türkiye’deki feminist düşünce kimlik politikasının sınırlarıyla boğuşuyor. Sadece feminizm değil bunu yaşayan. Aslında tüm kimlik hareketleri benzer bir sıkıntı içinde. Yeni bir sentez arayışı düşünce dünyamıza olduğu kadar siyasetimize de etki ediyor. Çünkü hayat hep bizden bir adım önde. Deneyimlerimizi eski kalıplarımıza göre anlamlandırmaya çalışırken, yeni etkileşimler ortaya çıkıp bizi şaşırtıyor. Yeniden düşünmek zorunda kalıyoruz. Özellikle kimlik hareketlerinin arasındaki etkileşimin yarattığı dinamizmi ve melezlikleri henüz tam idrak edebildiğimizi ve onları yönlendirecek kadar etkin politik aktörlere dönüşebildiğimizi sanmıyorum. AKP gibi bir partininse en çok başardığı şey sanırım buydu. Belirli bir üst kimliği temel alırken, diğerlerini ihmal etmedi başlangıç itibariyle. Pek çok neoliberal rejim daha da öteye giderek çok kültürlülüğü temel alan bir yönetim zihniyeti geliştirdi. Türkiye’deki muhalefetin özellikle sosyal demokratların henüz bu dili kurabildiğini veya anlayabildiğini söyleyemem. Örneğin şunları görmekte hala zorlanıyoruz. Aramızda AKP’yi de eleştiren inançlı solcu arkadaşlarımız var.

Ya da “hocama dokunma” diyen başı kapalı genç öğrencilerimiz... Elbette sayıları çok değil ama varlar ve var olacaklar. Uygun bir etkileşimle belki de çoğalacaklar. Ama hala “yetmez ama evet dediniz böyle oldu”şeklinde eleştirilerle, bu siyasal gelişmeleri sol liberaller üzerinden açıklamaya çalışan bir kitle var. Sol liberalizmin işaret ettiği bu yeni var oluş biçimlerini ise herkes es geçiyor. Elbette sol liberalizmin çok fazla temkinsiz davrandığı ve eleştirel zihniyetinde sıkıntılar olduğu kesin. Ama onları günah keçisine çevirmeden önce, liberal görüşün kazandırdıklarını da unutmamak lazım. Hidayet Şefkatli Tuksal, Hüda Kaya, Mehmet Bekaroğlu gibi isimler siyasetin bugün güncel aktörleri. Feministler ve solcular olarak hala bunları tam olarak kavradığımızı düşünmüyorum. Birbirimizi eleştirmekten ve mevki savaşlarına girmekten, potansiyeller ve gelecek üzerine samimi ve derin tartışmalar üretemiyoruz. Kader ortaklığına dair bilincimiz ve dayanışma arzumuz ne yazık ki yeterince yüksek değil.

Bir de aslında kendisi de kimlik hareketinden doğmuş olan İslami hareketin neoliberal politikalarına karşı etkili bir ortak dil oluşturabildiğimizi düşünmüyorum. Bana kalırsa bu noktada feminist kuram yetmiyor siyasal analizlerimizi güçlendirmeye. Ben kendi adıma pek çok teoriden ve politik duruştan aynı anda beslenmeyi tercih ediyorum. Bunun politikaya tercümesi şu olabilir: Neoliberalizme ve bugün gördüğümüz onu da aşan ama ondan beslenerek gelişen otoriter rejimlere sadece faşizm veya
İslamcı gericilik kavramlarıyla bakmak yerine, onun (geçmişteki) hegemonik gücünü anlamak ve karşısında benzer bir toplumsal hegemonya oluşturmak için ortak bir dil geliştirmenin yöntemleri üzerine kafa yormayı tercih ediyorum. Yani nasıl AKP’nin mitinglerine giden kadınlarla, Gezi direnişi sırasında mahallelerinde sokaklara çıkan veya en azından penceresinde tencere çalan kadın arasında bir ortak dil kurulabiliriz. Ya da ikisine de seslenmek nasıl mümkün? Kürtaj hakkımız konusunda dahi bir toplumsal hareketlilik yaratılmadı. Elbette yapılan tüm faaliyetler ve eylemler çok önemliydi. Ancak neden feminizm pek çok kesimle bir etkileşim oluşturamıyor sorusu önemli ve ne yazık ki hala havada asılı bir soru.

Daima pozitif ve yapıcı bir siyasetten yana oldum. Türkiye’deki koşullar o kadar ağır ki, bu çizgide istikrar göstermek çok zor. Sadece AKP’ye faşist demek o anlamda yetmiyor bana. Biz ne vaat ediyoruz? Bunu söylemeden tarihten en ağır ve en yüklü kavramları bulup AKP’ye fırlatmak ancak solcuları tatmin ediyor gibi geliyor bana. Örneğin ister feminist siyaset, ister başka tür siyaset yapalım, siyaset yapan kadınlar olarak biz ne vaat ediyoruz sorusuna yanıt verebilmeliyiz. “Ayaklanalım kadınlar” demenin ötesinde ne diyoruz? “Bu beden benim, istediğimi yaparım”, “Karar benim”, “Tercih benim” gibi bireysel bir hak dili ve tavrıyla toplumsal ve siyasal bir ortaklık kurmak mümkün mü? Siyaset birilerini birlikte değişime çağırma
fiilidir. Birilerine seslenir. Bireyci bir dil ise liberalizmin feminizme bulaştırdığı ve yaptığı diğer olumlu katıları ters yüz edebilecek sıkıntılı bir olgu. Neoliberalizme karşı mücadelemizde kadınların birey olma çabasından vazgeçmemeleri gerekse de, siyaset yaparken
siyasetin kolektif boyutunu, siyasa düşünürken de yaşamın sosyal boyutunu atlamamamız gerekir diye düşünüyorum. Seslendiğimiz her kadına bir değişim önermesi sunarken ona ne vaat ettiğimizi, birlikte olursak neler yapabileceğimizi daha somut göstermek zorundayız. Kadınlara “boşan, kürtaj olmak hakkın, şunu yap, bunu yap” dememek istiyoruz haklı olarak, ama bu defa da kullandığımız bireyci dil yeni bir sorun üretiyor: Bütün toplumcu içeriğinden soyutlanmış
bu dil bu defada kader ortaklığından ve kolektif mücadele çağrısından tamamen azade marjinal bir feminist duruşa itiyor bizi.“Ben kürtaj olabilmek istiyorum, ben istediğimle sevişmek istiyorum”, vs. vs.Bu ortaklaşmaktan imtina eden ben dili sonucunda marjinalleşen feminizm bugün toplumsal direniş ve değişimin ana siyasal aktörlerinden biri olacakken kaybediyor.

Bu konu üzerinde daha çok kafa yormak zorundayız ve yoruyoruz da belki aslında ama henüz etkileri açığa çıkmış değil.Ortak yaşamın dilini kuramıyor böylesi bir politik söylem. Kimseye yaşam vaat edemiyor, hayal ve arzularını motive etmiyor.Bunun için en temelde örneğin çok kimliklilik ve radikal demokrasi gibi kavramlar temelinde bir siyasi projenin feministlerin veya toplumsal cinsiyet duyarlı aktivistlerin katkısıyla geliştirilmesini arzu ederim. Ortaya atılan projelerin, örneğin HDP’nin 7 Haziranda sunduğuna benzer bir projenin üzerine siyasal olarak çalışmak bence ortak geleceğimize ışık tutacaktır. Böylesi hareketler veya politik özneler arası bir siyasal demokrasi alanı önce biz kendi içimizde oluşturmalıyız. Ben HDP’nin çok yeni bir deneyim olarak buna hizmet edeceğine inanmıştım, ama aynı potansiyeli gören gerici güçler, onu tam da bu potansiyeli nedeniyle yok etmeye soyundular ve bence şimdilik başarmış görünüyorlar.

Bugünün neoliberal otoriter rejimleri ile Alman faşizmi veya İttihat ve Terakki’den bu yana gelen devlet geleneği arasında müthiş benzerlikler var.
Ama çok önemli idrak edilmesi gereken ayrılıklar da var. Bize liberal düşüncenin miras bıraktığı bir diğer tehlikeli şey bu ayrılıkları önemsememek ve sadece devlet geleneği, derin devlet geleneği gibi kavramlar üzerinden devamlılığa işaret etmek. Şerif Mardin’den özellikle miras edindiğimiz bu düşünme sistematiğini sadece feministler olarak değil, muhalifler olarak da artık ciddi biçimde sorgulamamız lazım.

AKP rejiminin hegemonyasını devlet gücüyle tek başına açıklayamayacağımız ortada. Tersinin de yapılamaz olduğu aşikar. Yani sadece mikro güç teknikleri ve ademi merkezi mekanizmalara da bağlanabilir görünmüyor uzun süren başarısı.

Ya da basitçe durumu, taşranın merkeze oturması ve eski elitleri marjinalize etmesi meselesi olarak da özetlemek mümkün değil bana kalırsa. Bu tür yaklaşımlarla bugün Amerika’da yaşananlara bir açıklama getirebileceğimizi sanmıyorum. Oldukça oryantalist bir perspektifle yazılmış merkez-çevre teorisine bu zaman aşırı bağlılığı, Mardin’in tüm eserlerini çok sevmeme rağmen, doğru bulmuyorum. Bugünün devlet stratejisiyle ve devlet toplum ilişkisiyle o dönemde etkin olan farklı olduğu gibi, bugün küresel bir düzen içinde yaşadığımızı unutmayalım. Küreselliğin devletin eski biçimlenişindeki çözücü etkileri anlamak, bugünün özgünlüklerini çözümlemek ve “taşra ayaklanıyor” ya da “taşra intikamını aldı” gibi hala çok moda ama bir o kadar da sığ liberal yaklaşımın ötesine geçmek için şart. Bu noktada da liberalizmi eleştiriyorum. Bu analiz feministlerin de dilini bağlayan bir analiz. Bu nedenle feminist çalışmalar uzun bir süre sadece geçmiş tarihi kadınların gözünden okumakla yetindiler. Hepsi çok önemliydi ve tarihi yeniden algılamamıza yardımcı olurken, bugüne de yeni bir perspektifle bakmamıza yardımcı oldular. Ancak bu bir süre sonra tekrara girdi. Bir Kemalizm ve ulus devlet eleştirisi geliştirdiler ve bu temelde tıpkı yeni toplumsal hareketler kuramının buyurduğu gibi, tüm makrosiyasal mekanizmalara ve siyasal projelere mesafeli durdular. Parti gibi kavramları ve devlete yönelik stratejik bir yaklaşım geliştirmeyi reddettiler. 1940'lar sonrasının tarihi bu nedenle ciddi bir boşluk içerir ve sosyal demokrasi gibi kavramlar veya programlar üzerine tartışmalar derinleştirilmeden bırakılmıştır. Artık bu liberal siyasal tarih okumalarının ötesinde, daha derinlikli bir küresel kapitalizm eleştirisinden beslenmek ve küreselleşmenin yarattığı olanakları dikkate alan bir yerden, devletin toplum ilişkisinin nasıl dönüştürülebileceğini de hesaba

katan bir yerden ve kimi toplumsal projeler temelinde feminist politikayı yeniden düşünmek gerektiği fikrindeyim.

Benzer bir biçimde benim için son günlerde üzerine okumaya ve düşünmeye başladığım yeni savaş biçimleri açısından da konuya baktığımızda, eski savaş tertipleriyle yeniler arasında elbette bir takım ortaklıklar ve devamlılıklar olduğunu görüyoruz. Ama temel mantık değişmişse, bu olgusal benzerliklerden hareketle yapılacak argümanların zayıf kalacağını da bilmek lazım. Örneğin savaş artık iki ulus devletin askeri güçleri arasında cereyan eden klasik savaş teorilerinin kavramlarıyla açıklanamayacak biçimler aldı. Ulus devletlerin çözülme süreci ve ulus devletleri çözülmeye maruz bırakan sadece sermaye akışı değil elbette, bunun dışında kimlik hareketleri, bölgesel güç dengelerinin değişimi ve göçler belirleyici dinamikler. Yeni savaşların bir ekonomisi olduğu kadar siyasal boyutu da var. Bu bakımdan sivilleri eskisine göre çok daha fazla hedef alan yeni savaşlar tekçi ulus devletlerin kuruluş döneminde yaşanan deneyimleri yeni bir bağlamda tekrar gündemimize getiriyor: soykırımlar, zorunlu göçler, vb. nüfus politikaları.
Sivil nüfus içinde ilk başta erkekler, ama en az onlar kadar kadınlar ve çocuklar da ölüyor, öldürülüyorlar. Öldürülenler arasında ilk gelen grup erkekler ise, göçe zorlananlar da kadınlar oluyor. Tecavüz bu yeni savaş dinamikleri açısından sık rastlanan bir savaş tekniği gibi işliyor artık. Dolayısıyla kadınlar çok daha doğrudan ve farklı biçimde etkileniyorlar bu yeni savaşlardan. Feminist hareketin barış hareketinin bir parçası olması da bu açıdan önemli. Bu da yeni bir ittifak siyaseti zemini...

Günümüzde artık ittifak siyaseti bana göre asıl belirleyici olan. Nitekim fiilen Türkiye’de de bu görülmeye başladı. HDP gibi bir siyasal aktör tam da bu nedenle, bir ittifak siyaseti temelinde yani, bir toplumsal hareketlilik yaratmayı başardı. Kısaca bu dönem artık post-kimlik hareketleri dönemi ve ütopyalarımız bu temelde motive oluyor ve olacak diye düşünüyorum.Bu ise ne yazık ki sol geleneğimizin en zayıflattığı yanımız ve sol feminizme de bir düzeyde hizipçilik tavrını bulaştırdı gibi geliyor. Yeni dayanışma deneyimlerimiz ve yükselen otoriteryanizme karşı kurduğumuz ittifak girişimlerimiz bize umarım yardımcı olacak.

Haber Betül Yarar

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış