Hepimiz engelliyiz. Görme engelli, işitme engelli, dokunma engelli. Üstelik bir özrümüz de yok. Kent hayatı diye bir orman karanlığına dalıyor ve görmeden, duymadan, teğet geçmenin sağlayacağı kısacık temas anı irkilmesini yaşamadan geçiyoruz şehrin içinden. Birinin gözünün içine bakmak konusunda engelliyiz. “Farklı” olanların dünyasından yansıyacak ışıkların gözerimizi almaması için başımıza geçirdiğimiz karton kutuların içinde yaşıyoruz. Algımızı tümüyle kendi rutinimize ve alışkanlıklarımıza yönelik bir cin olarak besliyoruz. Algımız ışığını hayattan değil, hayata dair genel geçer beğenilerin, karşı çıkmaların, vasatı yakalamış tercihlerin ve ikinci sınıf ahlâkî kabullere dair kör bir kılavuzun rehberliğinden alıyor. Hepimiz engelliyiz. Başka türlü olanların fırınında pişen ekmeğin tadı hakkında hiçbir fikrimiz yok. Çünkü iyi hissetmenin nasıl bir duygu olduğuna ilişkin olarak, kanaat sepetimize doldurulmuş ağırlıklardan kurtularak hafiflemenin ve şehir hayatından haz almanın başka yollarını aramak konusunda engelliyiz.
Kızılay’da Down Cafe her yerde içebileceğiniz kadar taze, her yerde yiyebileceğiniz kadar gevrek simitler sunuyor. Başka bir yerde olabileceğinden ne daha ucuz ne daha pahalı. Tek farkı çalışanlarının Down’lu oluşu. Down: Aşağı, düşük… Hiç çekici ve itibar kazandıran bir çağrışımı yok. Oysa başımıza geçirdiğimiz o karton kutunun içinde bize eşlik eden mutluluk cini, hep yüksek, yüce ve yukarıda olan parıltılı şeylerle beslenmeye alışmış. Yemek seçen şımarık bir velet gibi yani. Ancak yukarıdaki dallardan bir meyve koparabilirse yüzü gülüyor. “Up” olursa mutlu, “down” olursa surat sallıyor. Hal böyle iken, etrafta, mutluluk cinimizi gıdıklayacak bolca “up” seçenek varken, “down” bir tercihi kent insanına benimsetmeye çalışmak baştan yenilgiye razı olmayı gerektiriyor. Olsun. Deneyelim. Bir daha yenilmeye razı olalım. Kazanmanın, iyi hissettiğimiz tek an olduğuna dair efsaneyi de gözden geçiririz belki. Toplam beş, altı garson dolanıyor ortalıkta. Bazen Alman Pastası ısmarlıyorum, önüme ayçöreği geliyor. Ses etmiyorum. Onu yesek ne olur. Ne olur bir kez de “parasını verdiğimiz” (ne can alıcı bir ayrıntıdır) sürecin efendisi olmayıversek. Sadece bir bardak çay içmek istediğinizde bile önünüze servis açılması çok hoş bir şey değil mi?
Garson üniforması içinde size servis yapması gereken elemanların, dışarıdaki masalarda sokak esnafıyla sohbete dalıp sigarasını bitirmesini beklesek ne olur? Zamanımız bu kadar mı kıymetli? Kıymetli ise verelim işte birine zamanımızı. Hep mi kar zarar hesabı yapacağız? Yorulmadık mı bu yıldıran, utanç verici aritmetikten? Yine de teslim etmek gerekir ki, Down Cafe’de servis hiç aksamıyor. Sadece bazen bir an, ‘bir şey oluyor’. O ana tanıklık ederken yüzünüze bir gülümseme gelip oturuyor. Down’lu birinin hayata tutunma çabasının, iş yapmanın, hizmet vermenin ezberinin çocuksu bir dikkat dağınıklığıyla çözüldüğünü, sonra hemen hızla toparlandığını izliyorsunuz. Kaldı ki, bu durum, emsal yerlerdeki garsonların umursamaz ve işinden bıkkın haline göre çok daha az sinir bozucu bir seyir sağlıyor size.
Oturduğunda ağır zihinsel engelli bir durumla karşılaşmayı bekleyenler hayal kırıklığına uğrarlar. Öyle bir durum yok. Farklı olan durumu göz göze gelme anlarında yaşıyorsunuz. Göz göze geldiğinizde, size “Acaba ne istersin?” ya da “Mutlu musun?” diye soran bakışlarla karşılaşıyorsunuz. Garsonlar, genel olarak gülüyorlar. Kızılay’da yüzünü indirmemiş bir garsonun elinden kahve içmenin, ne kadar nadir yaşanan bir durum olduğunu bilen bilir. Buradaki garsonlar ise hep gülümsüyor. Hoş değil mi? Hoş değil mi, engellerinden sıyrılmak. Birine sebepsiz gülümseyebilmek. Bir çay bir simit üç lira tutarken, beş lira verip üstünü almadığınızda garsonun gözlerinin büyüdüğünü görmek. Yazık ki çoğumuz bunu yapamıyoruz. Çünkü engelliyiz. Bakma engelli, gülme engelli, tevazu engelli. Kaldırımlarda, kafamıza geçirdiğimiz kutunun içindeki mutluluk ciniyle kısır bir sohbeti sürdürerek, başkasını ve başka iyi hissetme ihtimallerini görmeden yürüyüp geçiyoruz. Kutuyu çıkarsak belki şunu göreceğiz: Aşağıda ve düşük olanın hizasında da iyi bir şeyler var. Sebepsiz gülebiliyorlar örneğin. Hoş değil mi? Çok da bir şey beklemeden Down Cafe’de bir çay için.
Yorumlar (0)