Olmadı, kafasına silah dayadılar. Bunların hiçbirisi yıldıramayınca yayın yönetmenlerine davalar açıldı.
Bu davalar durdurabildi mi, peki? Öyle bir geçmişi
var ki Kürt basınının, 90’lı yıllarda ne çok gazeteci yok edilmişti. “O zamanlar”, kafasına sıkılan tek kurşunla ölen ya da beyaz Toros marka otomobillere bindirilip bir daha kendisinden ne ölü ne diri haber alınamayan gazetecilerle anılır. “Oralar”, aynı zulmü, ölümleri, işkenceleri yeniden yeniden yaşıyor, yaşamak zorunda bırakılıyor!
Şimdi 90’lı yıllarda değiliz. Bu iktidar, devlet, hükümet, daha pervasız, daha kana doymaz. Kin ve nefretle, tank ve topla saldırılıyor. Hani hukuk, uluslararası anlaşmalar? Önce Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara temsilcisi Erdem Gül yaptıkları haberler nedeniyle tutuklandı. Yasal herhangi uyarı ya da bildirimde bulunmadan, İMC TV kapatıldı.
Bu savaşın sürdürüldüğü bölgedeki gazeteci ve muhabirlere yönelik baskılar devam ediyor. Bu arada Özgür Gündem gazetesi yayın yönetmenine dava açıldı. Bunun üzerine Haber Nöbetindeki gazeteciler de nöbetçi yayın yönetmenliği gibi bir dayanışmayla karşılık verdiler. Nöbetçi yayın yönetmeninin
illa gazeteci ve basından olması gerekmiyordu. Demokrasiden yana olan, gönüllü olan herkes yayın yönetmeni olmaya aday oldu. Bu yayın yönetmenleri hakkında da hiç vakit geçirmeden suç duyuruları yapılmaya, davalar açılmaya başlandı. Hatta üç kişi ifade vermeye gittiğinde tutuklandı. Türkiye İnsan
Hakları Vakfından adli tabip Şebnem Korur Fincancı, Ahmet Nesin ve Sınır Tanımayan GazetecilerTürkiye sorumlusu Erol Önderoğlu tutuklandı. Bir hafta sonraki duruşmalarında da bırakıldılar.
Nöbetçi yayın yönetmenliğine 2 Temmuz Cumartesi günü de ben talip oldum. Bir gün önceden tam olmasa da Özgür Gündem gazetesinin bulunduğu sokağı gidip gördüm. Bana kalsa Birgün Gazetesi Ankara bürosunda olduğu gibi saat 09.00 da kapıda olurdum, ama Saat 10.00’a kadar tolerans tanıdılar. Yer İstanbul olunca ulaşım, gecikme vs., biraz da misafirlik sanırım. Söylenen saatte oradaydım. Zaten kapıdan girişte içinizi ısıtan bir karşılama. Yukarı çıktık ve çaylar, sohbetler, tanışma, ısınma turları. Beni şaşırtan iki çeşit çay seçeneği oldu. Kaçak ya da Çaykur, hangisi? Uzun zamandır ben işi kaçağa bağladım galiba. Çayda da tercihim, kaçaktan yana (Hiç değişmez sandığım Çaykur çayı özelleştirmelerden sonra eski demini vermez oldu ya).
Ardından çayımı alıp iki kat aşağıda masada toplandık. Ağırlıkla kadın gazeteci arkadaşların olduğu güzel
bir masa. Beni baş tarafa yayın yönetmeni koltuğuna aldılar. Biraz çekinip sıkıldım ama oturdum (Hani bazen hariçten gazel okuyan olarak görürsün ya kendini, biraz öyle; biraz da koltuğa oturma alışkanlığına uzak olmaktan ötürü sanırım; yabancıladım).
Önce gazetenin bir gün önceki sayısında yapılan hatalara göz attık. Ardından başlıklara baktık. Daha sonra da sıra geldi; Kültür, Çevre, Kadın gibi sayfalara. Bu arada LGBTİ+ arkadaşlarımın çıkardığı “Eşcinsel Mülteci Olmak” adlı kitabın tanıtımındaki eksikler dillendirildi. Yani hem eleştiri, hem özeleştiri paralel gidiyor burada, ne güzel! Tam bu arada, Ahmet Nesin kapıyı açtı ve girdi. Ben daha “hoş geldin, geçmiş olsun” demeden, “Koltuğu sana vermem” diyerek yaptığım şaka ile arkadaşlar gülmekten helak oldu. Gündem olarak, ağırlıklı olarak 2 Temmuz Sivas Madımak Otelinde yakılan Canlara ayırmak gerektiği üzerinde
hemen uzlaşıldı. Bölgedeki çatışmalar, en son jandarma tarafından gözaltına alındığını kendisinin attığı 'twit’le öğrendiğimiz Hurşit Külter’in nerede olduğu? Bölgede yakılan ekili alanlar ve ormanlar konusu ile haber turu tamamlandı. Yayın yönetmenliğinin masa başı ayağını tek başlayıp Ahmet Nesin’le bitirmiş olduk. Gazetelere, televizyonlara, muhabirlere, basına yapılan saldırılar
ve baskılara dair kısaca görüşümü ifade ettikten sonra tekrar yukarı çıkıp çay sigara sohbete devam ettik.
Tam çıkacağım sırada arkadaşlar “bugünün yazısını unutma” deyince birden afalladım, bunu beklemiyordum. Biran bir akıl tutulması yaşadım. Sonra da bir bilgisayarın başına oturup o günün başyazısını yazdım ve masa üstüne kaydettim. Gazetedeki arkadaşlarla vedalaşıp sırt çantamı yüklenip otobüse yetişmek için ayrıldım.
Evet bir günlük yayın yönetmenliği kesmedi, ama ne yapalım, sanırım sırada bekleyen pek çok arkadaşım var. Eh onlara da yer açmak ve bekletmemek gerek değil mi? Ben herşeye rağmen burada ve göreve her zaman hazır olacağım. Bu devlet anlayışı, bu iktidar hırsı, bu kin, nefret, düşmanlık, zulüm ve iktidarın baskıları olduğu sürece, bu ülkede ne dayanışma biter, ne nöbetler, ne de mücadele...
Not: Bu yazı 15 Temmuz darbe girişiminin öncesinde yazılmıştır.
SOLFASOL'DAN ÖZGÜR GÜNDEM'E
DESTEK OHAL'DE DE SÜRDÜ!
Gülistan'ın ardından Solfasol editörlerinden Aydın Bodur da Özgür Gündem için sorumlu yayın yönetmenliği nöbetini devraldı.
1 Ağustos Pazartesi sabah, destek için bu sefer Özgür Gündem ve DİHA'nın Ankara'daki ortak ofisindeydik. / Solfasol
Yorumlar (0)