Doğal sit alanları, korunan alanların en büyüklerinden ve çoğu zaman yurttaşın, çoğunlukla köylülerin, orman köylülerinin sahip olduğu gayrimenkulleri kapsıyor. Bu durum birçok yerde koruma statüsünün düşürülmesi için gerekçe olarak karşımıza çıkıyor. Söylenen şey, "Köylü ihtiyacı olan yapıyı yapamasın mı?" Bu aynı zamanda, birçok yerde, bu topraklardan geçinenlerle 'çevreciler'i karşı karşıya getiren bir durum. Ama amacın bu olmadığını, kimsenin karşı çıkmayacağı köylünün barınmak için ihtiyacı olan yapıyı yapmasını, kararları alanların hemen her zaman talan için kılıf olarak kullandığını biliyoruz.
Doğal SİT Alanları Aldatmacası
Bu bir aldatmaca, devletin köylüyü yoksullaştırma politikasıyla paralel giden bir korumama politikasının yürütülmesi anlamına geliyor. Toplumsal bir sorun bizzat devlet eliyle yaratılıyor. Aşağıdaki tablo 1998'den 2019'a tarımın GSYH içindeki payının yarı yarıya düştüğünü ortaya koyuyor. Başka sektörlerin paylarında da düşüş olmakla birlikte, TÜİK istatistikleri en yüksek düşüşün gerçekleştiği tarımdaki yoksullaşmayı açıkça gösteriyor. Tablodaki rakamlar/oranların aynı zamanda, tarımdan geçinenlerin almak zorunda oldukları elektrik, eğitim gibi vazgeçilmez ürünlerin fiyatlarının göreli olarak artışını gösterdiğini de söylemek mümkün. Bir de tarım sektöründen geçinen, üretim yapanların sayısının milyonları bulduğu, diğer sektörlerdeki üreticilerin sayılarının çok daha az olduğu göz önüne alındığında, çok geniş bir halk kesiminin bir azınlığın zenginleşmesi uğruna yoksullaştığı açık. Bunun, uygulanan ekonomi politikalarıyla ilgili olmadığını kimse düşünemez, söyleyemez herhalde. Bugünkü hükumetin iktidara geldiği yıl olan 2002 de 10,2 olan oranın 2019'da 6,4'e düşmesi, 'benim köylüm'ün ne demek olduğunu gösteriyor. Bu sürecin istatistikin başlangıcından daha eski tarihlerde, 1980'lerde başladığını düşünürsek, kaybın çok daha fazla olduğu görülecektir. Köylülüğün yoksullaşması genel olarak bilinen, köylülerin de gündelik yaşamda iliklerinde hissettikleri bir durum. Gıda krizinin her gün daha fazla dillendirildiği günümüzde, bunun "gelişme" sayılması da ayrı bir vahim duruma işaret ediyor tabii.
Gelelim devletin yapmadığı şeye: Doğal sit alanlarında yapılaşma yasağı eskiden beri olan ve olması gereken bir kural. Bu kural Anıtlar Yüksek Kurulu döneminden bugüne gelen, değişiklikler olsa da hep varolan bir kural. Türkiye'nin yeniden yapılanmasının erken zamanlarında, 1983 yılında yürürlüğe giren Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'ndaki düzenleme ne? Kanun'un "Kamulaştırma başlıklı 15. maddesindeki hükümler şöyle:
"c) Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanları, imar planında yola, otoparka, yeşil sahaya rastlıyorsa bunların belediyelerce; sair kamu kurum ve kuruluşlarının bakım ve onarım ile görevli oldukları veya kullandıkları bu gibi kültür varlıklarının korunma olanlarının ise, bu kurum ve kuruluşlarca, kamulaştırılması esastır.
f) (Ek: 17/6/1987 - 3386/5 md.; Değişik: 25/6/2009-5917/24 md.) Sit alanı ilan edilen ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu parseller, (...)(1) başka Hazine arsa veya arazileri ile müstakil veya hisseli olarak değiştirilebilir. Sit alanı ilan edildiği tapu kütüğüne şerh edilen taşınmazları, miras ve ölüme bağlı tasarruflar dışında, sonradan edinenlerin talepleri değerlendirilmez. Ancak, Bakanlık izniyle gerçekleştirilen kazıların yapıldığı alanlarda bulunan parsellerde, maliklerin başvurusu ve kabulüne ilişkin koşul parsele yönelik uygulanır ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planı şartı aranmaz. Bu parsellerin üzerinde bina veya tesis varsa malikinin başvurusu üzerine rayiç bedeli, 2942 sayılı Kanunun 11 inci maddesi hükümlerine göre belirlenerek ödenir. Bu bentle ilgili usul ve esaslar Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir."
yasa metninde
Yasa metnindeki cümlede, "... ve 1/1.000 ölçekli imar planında kesin inşaat yasağı getirilen..." deniyor. Oysa, hangi sit statüsünde kesin inşaat yasağı olduğu Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu kararıyla belirlenen koruma-kullanma ilke kararlarında belli. Öyle olunca, imar planlarının dikkate almak zorunda olduğu sit statüsü ve bu çerçevede kesin inşaat yasağı olup olmadığı sit alanı ilan kararları ve ilke kararlarıyla belirlenmiş oluyor. Durum böyleyken, mevzuatta Hazine arazileriyle takasın uygulama imar planının yapılması şartına bağlanması hem devletin bu takasa kaynak ayırmak istemediğinin hem de yerel halkla koruma isteyenlerin karşı karşıya getirilmek istendiğinin göstergesi. Kanundaki uygulama imar planıyla belirlenme kuralı aslında fiili duruma uymuyor ve köylüyü mağdur eden zamana yayma mantığını ortaya koyuyor. Bir alanın sit alanı ilan edilmesi o alandaki imar planı çalışmalarını durdurur; geçici yapılaşma koşulları belirlenir; koruma amaçlı imar planı yapılması zorunluluğu ortaya çıkar. Yapılacak plana uygun alt planların yapılması gerektiği belli. Mevzuat plan düzenlemesinin en geç 3 yıl içinde yapılmasını öngörüyor ama planın yapılmasının bu süreyi kat kat aşan bir zamana yayıldığı fiili durumu herkes biliyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın internet sitesindeki ilgili sayfada takasa ilişkin tek bir verinin olmaması da durumu açıkça ortaya koyuyor. Benzer durumda olan kültür varlıkları için durum benzer olsa da aynı değil. Kültür varlıkları ve koruma alanındaki gayrimenkullerin kamulaştırılması Kanun'unda düzenlenmiş. Belediye sorumluluğundaki kamusal alanlarda bulunan kültür varlıkları ve koruma alanlarında kamulaştırma yükünün belediyelere yıkıldığını, devletin burada da sorumluluk üstlenmediğini belirtmekle yetinelim.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yetkisindeki arkeolojik, tarihi, kentsel sit alanları için de devletin parası, ayıracak kaynağı yok tabii ki; kaynakların dağıtılmasında öncelikli olanlar var. Otoyollar, köprüler, şehir hastaneleri, enerji sektörü... v.d. Doğal sit alanları ve hangi bakanlık yetkisinde olursa olsun diğer sit alanlarında yapılaşma yasağı olan ve yurttaşı mağdur eden, yeri geldiğinde girilmesi izne bağlanmış alanları kamulaştıracak, doğayı koruyacak kaynağı yok devletin! Korunması gereken o alanlar gelmeyecek sırasını çokça beklesin. Korunan alan ilan edilmiş alanlardaki köylüler, yoksullar kullanamamaktan şikayetçi oldukları arazilerin korunması için çevrecilerle kavga ededursun. "İti ite kırdırma" düşüncesinde olduğu anlaşılan devletin bakışıyla böyle korunuyor doğal alanlar.
Tabii ki, devlet 'korumak gerek' diyen Batı'nın kurumlarına benzer kurumları 'Türkiye'nin koşulları'na uygun biçimde yasalaştırıyor kuşkusuz; 'mış gibi yapma' becerimiz yüksek. Ekoloji çevresinden kimsenin onaylamadığı, buradan sağlanacak parasal kaynağın nasıl kullanılacağını hesap eden, ÇED sürecini neredeyse tümüyle ortadan kaldırır biçimde hazırlanıp, Meclis'te komisyonlarda 'yüreğimize su serper' biçimde değiştirilip eski halinde kalmasını sağlayan, Çevre Ajansı kuran kanun, denilenler duyulmadan, gözümüzün içine baka baka yasalaştırıldı. Bu memlekette yasal olanın meşru sayılması gibi bir gelenek var nasıl olsa. Yasal olanın da bir şey ifade etmediği bir zamanda yaşıyoruz hep birlikte; meşruiyet de neymiş!
Yorumlar (0)