Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Halkevleri: Sokaktaki Muhalefetin Sesi, İsimsiz Kahramanlar

1 Mayıs yaklaşırken, çoğunlukla 1 Mayıs kortejlerinin en kalabalık grubu, sokaklardaki hak mücadeleleri ile ilgi çeken Halkevleri ile görüşmeye gidiyoruz.

Halkevleri: Sokaktaki Muhalefetin Sesi, İsimsiz Kahramanlar

Çaylar geliyor. İlk sorumuz, Halkevleri’nin 81 yıllık geçmişi üzerine; kendilerini tanıtmalarını istiyoruz. Aslında Halkevlerinin 79. Yılı dolayısıyla hazırladıkları broşürde, Halkevleri’nin ne olup olmadığını çok da güzel anlatmışlar (http://www.halkevleri.org. tr/sites/default/files/indir/20-04-2010-he-brosur.pdf).

Eğitim, sağlık, barınma, doğal yaşam, çalışma hakları için… çocuk haklarını ya da kadınların görünmeyen emeğini savunmaktan, engellilerin insanca yaşama hakları savunmaya kadar; eşit, özgür, aydınlık insanların ülkesini yaşatmak için uğraşanların evi: Halkevleri; yani gerçekten halkın evi… Genel Başkan Yardımcısı Samut Karabulut, Halkevleri’nin bir sivil toplum örgütü olmadığını, demokratik bir kitle örgütü olduğunu belirtiyor ve sınıfsal kökenli, emek eksenli bir demokratik kitle örgütü olduğunu eklemeyi de ihmal etmiyor.

81 yıllık geçmişlerine eğrisi ve doğrusu ile sahip çıkıyor, Karabulut. Halkevleri’nin kuruluştaki aydınlanmacı yanını anlatıyor ve daha kuruluştaki bağımsızlıkçı özünün 1960’lardaki antiemperyalist çıkışla daha da pekiştiğini, 70’lerde ise faşist saldırılara karşı antifaşist bir kimlik kazandığını anlatıyor. Konuşmasında 1980 faşist darbesinde Halkevlerinin başkanlığını yapan Ahmet Yıldız’ı, barışçıl ve antifaşist kimliğine vurgu yaparak, anmadan geçmiyor. Kuruluş günlerini kutlamanın, kuru kuruya bir doğum günü kutlaması değil, bir nevi her halkevi şubesinin ya da merkezin, bir yıllık çalışmalarının sergilendiği, değerlendirildiği bir etkinlikler dizisi olduğunu söylüyor. “Böylece” diyor, “kendimizi de gözden geçirmiş oluyoruz”. “1980 sonrasında Halkevleri yine bir değişim geçirdi.” diyor. 1980’lerdeki küresel kapitalizmin neoliberal saldırılarıyla daha da yoksullaşan, haklarını kaybeden toplumsal kesimlerin sesi olmayı başardıklarını anlatıyor. Artık halkın hakları dediğimiz, eğitimin piyasalaştırılması ve gericileştirilmesine karşı, yine piyasalaştırılan sağlık hakkı için, ulaşım, barınma, doğa-çevre hakları gibi, engelli, çocuk ya da kadın hakları ya da çalışma hakları gibi çok farklı alanlarda, hatta toplamında siyasal haklar alanında, üye olsun olmasın bulundukları yerellerde halkla birlikte (herkese açık olarak) çaba harcadıklarını anlatıyor. Halkevlerinin tüm yurda yayılan demokratik bir örgüt olduğunu tekrarlıyor ve yerellerde yürütülen hak mücadelelerinin daha güçlü olması için, sadece o yerelde, o anda çaba harcanmadığını, hak mücadelesinin daha uzun soluklu ve başka yerellerle koordinasyon içinde yapılması için uğraş verdiklerini anlatıyor.

 Biraz da demokrasinin sınıfsal özünden konuşuyoruz. “Seçimden seçime oy vermekle demokrasi olmaz.” diyor; dertlerinin emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin, itilmişlerin siyasete katılım kanallarını açmak olduğunu tekrar dillendiriyor, Karabulut. Karabulut konuşmasında, verilen demokrasi mücadelesinin, Halkevleri’nin daha demokratik yöntemlerle örgütlenmesine de katkı yaptığını sağladığını söylemeden geçemiyor… Halk meclislerinin, büroların Halkevleri üyesi olsun olmasın tüm hak sahipleri ile birlikte aşağıdan yukarı örgütlendiğinden, neredeyse doğrudan katılım mekanizmalarının işlerliğinden söz ediyor. Verdikleri mücadeleleri, iktidarın tüm gücüne rağmen halkla birlikte ısrarlı ve kararlı bir biçimde verdiklerini, bu sayede halk tarafından kabul gördüklerini, hatta muhalefet ettikleri odaklar tarafından (sevilmemelerine rağmen) bile meşruiyetlerinin tanındığını ifade ediyor. Yaptıkları çalışmaları örneklendirmek üzere deprem nedeniyle yardıma gittikleri, Kocaeli’nde, Bolu’da, Van’da yaptıklarını konuşuyoruz.

Yardım için gittikleri Kocaeli, Sakarya ve Bolu’da, benim de tanık olduğum, halkın unutulan en temel ihtiyaçlarını karşılamak ya da toplanan yardım malzemelerinin yardıma ihtiyacı olan doğru ellere gitmesi için harcadıkları çabalardan söz ediyoruz. Van’daki son depremden açılıyor söz. Deprem bölgesinde çocuklara dair yaptıklarının çok değerli olduğunu söylüyorum. Depremi duyar duymaz, yola çıktıklarını, ellerinde kazma kürekle kamplarda tuvalet çukurları açarak yardıma başladıklarını anlatıyor. İhtiyaçların belirlenmesi sırasında, erkeklerin bir şekilde yaşamlarını idame ettirebildiklerini ama kadınların daha çaresiz kaldıklarını görmüşler. Önce kadınlar için bir şeyler yapılması gerektiğine hükmetmişler.

 Ancak kadınların hem çocukları hem kendilerini koruyup kollamaya çalışmalarını izledikçe, çocuklar için yapılacak çalışmanın kadınları da rahatlatacağını görmüşler ve tüm güçleriyle, çocukların deprem sonrası yaşamını kolaylaştırmak ve o çadırları birer okula, sosyal bir alana çevirerek Van Çocuk Evi çalışmasını yürütmüşler. Bu çalışmalarda, gençler de Halkevcilere hayli yardımcı olmuşlar, ellerinden gelen çabayı göstermişler, daha miniklerin ihtiyaçlarını el birliği ile görmüşler. Birlikte film çekmişler, tiyatro yapmışlar, gazete çıkarmışlar, koro kurup müzik yapmışlar… daha neler neler… Tıpkı Van’da kadınlardan yola çıkıp çocukların ihtiyaçlarını fark ettikleri gibi… Engelli hakları mücadelesinde de talep, görme engellilerden gelmiş. Engelli hakları için hızla atölyeler kurmuşlar, yapılabilecekleri birlikte tartışmışlar, birlikte belediyelere, meclise gitmişler, birlikte şenlikler yapmışlar, sokaklara çıkmışlar. Laf arasında belediyelerin görme engelliler için yaptıkları düzenlemelerden söz ediyoruz. Bir dolu aksaklığa, komikliğe rağmen elbette olumlanması geren bir iş olarak görüyorlar, bu çalışmaları. Artık 1 Mayıs kortejlerinde en önde yürüyenlerin arasında engelliler de var, kortejlerini düzenlerlerken, kendileri de engelliler için düzenleme yapıyorlarmış… Engelli haklarında olduğu gibi, başka birçok taleplerin de sokakta yürütülen bir başka etkinlik sırasında katılanların sorunlarını dile getirmesiyle hak mücadelesi haline dönüştüğünü, eğlenceli anekdotlarla anlatıyor, Samut Hoca’m. Mesela Enerjisa’nın elektrik tedarikinde yaptıklarından mağdur olan bir polisin şikâyetini anlatıyor, şakayla karışık. Gülüşüyoruz. Tekrar çocuklar için yapılanlara geliyor söz.

Eğitim sisteminin geldiği nokta itibari ile hiçbir çekiciliğinin kalmadığını; çocuklara bir sıkıntı, hatta bir korku kaynağı gibi göründüğünü anlatıyor. “Tektipleştirici, kafa karıştırıcı bu eğitim sistemi yüzünden özellikle yoksul çocukların ilgilerinin azaldığını, mutsuz olduklarını ve adeta kaçtıklarını” söylüyor. Bunu fark eden arkadaşlarımız, aslında onlara gülerken, eğlenirken, öte yandan düşünmeyi, birlikte tasarlamayı ve yaratmayı öğretmekten başka bir şey yapmıyorlar diye anlatıyor. Açılan atölye ve yaz okullarında çocuklarla çalışan gönüllüler, ilgi alanlarına göre (mimarsa mimari üzerine, edebiyatçıysa bir öykü üzerine) çocuklarla çalışıyorlar. Hafta içinde okula gitmek istemeyen o çocukların, hafta sonlarındaki çocuk atölyelerine gitmek için günleri iple çektiğini, gönüllülerin topladığı bağışlarla alınan sütleri içerek, gönüllü annelerin yaptığı kekleri yiyerek başladıklarını, büyük bir mutlulukla anlatıyor, Karabulut.

Çocuklar, o atölyelerde yaptıkları eserleri, Ankara’da Konur Sokak’ta haziran ayı boyunca sergiliyor ve eserleriyle ilgilenenlere satmıyor, bağışlıyorlarmış. Bir de atölyeleri bitiren çocuklar, aileleri ile birlikte Sorgun’da bir hafta sonu kampı yapıyorlarmış; böylece yoksul ailelere, çocukları ile küçük bir tatil yapma olanağı da sağlanmış oluyor, tabii. Biraz da Ankara üzerine söyleşiyoruz. İlk konu Dikmen’deki barınma hakkı ile ilgili gelişmeler oluyor elbette. Belediye ve görevlendirdiği şirketlerin tüm saldırılarına rağmen 3-4-5. Etaplarda hak sahipleri için umutlarını koruyorlar. Kazandıkları davalardan, BM kanalıyla yapılmaya çalışılan yeni projelerden söz ediyor.

Söz Çankaya ve Yenimahalle belediyelerine de geliyor. Çankaya Belediyesi’nin desteklerini olumluyor. Ama Yenimahalle Belediyesi ile Mehmet Akif Mahallesi’ndeki dönüşüm ile ilgili biraz çatışmışlar. “Allahtan belediye, hak sahiplerini mağdur edecek dönüşümden vazgeçmiş” de çatışma durmuş. “Keşke” diyor, “aylarca sürmeseydi çatışmamız”. Daha birçok konudan söz ediyoruz. Örneğin iki yıl öncesinden başlattıkları, ulaşım hakkı için Ege Mahallesinden yaptıkları yürüyüşler, toplantılar. Eğitim hakkı ile ilgili, 4+4+4’e hayır diyerek yollara çıkışları… sağlık hakkı için, taşeronlaştırma için hak talepleri… Her günleri, yeni bir mücadele…

Son olarak 1 Mayıs’ta nerede olacaklarını soruyoruz. İstediğimiz cevabı alıyoruz. “Biz Ankara’nın en kalabalık korteji olacağız 1 Mayıs’ta.” diyor, Samut Hoca’m. Selamlayarak ayrılıyoruz.

Söyleşi Aydın Bodur

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış