Karantina, Sağlık Kodu ve Sosyal İtibar Puanı

Karantina, Sağlık Kodu ve Sosyal İtibar Puanı

§1. 17. yy.a kadar Avrupa'daki rejimlere en büyük sosyal tehdit kırsaldan geliyor; vergilerin ezdiği köylüler bazen kentlere hücum ediyorlardı. Fransa'da 17. yy. bir köylü isyanları dönemi sayılırken, 18. yy.ın sonunda bu kez kentiçi ihtilaf ve çatışmalar sıklaşır. Kırsaldaki hayat standartları yükselirken, yoksullaşan kent nüfusu ve yaşadıkları şartlar başlı başına bir sorun haline gelir.

İtalya’da da benzer bir gelişme yaşanır: Gönüllü kuruluşların desteklediği bakım evlerinin işleyiş ve işlevi, 18. yy.ın ikinci yarısında dönüşür: Hükümet, kamu düzenini tehdit ettiği düşünülen işsiz, fakir, başıboş gruplarla daha yakından ilgilenmeye başlar. Hedef, şehirlerde yıkıcı etkileri görülen işçileşmenin ve işsizliğin etkilerinin telafisi olarak açıklanır; kaygı, şehirlere dolan kitlelerin yaratabileceği asayiş sorunlarıdır. Daha önce yaşlı, çocuk, malûl ve dullara yardım edilirken, sonrasında genç ve sağlam yetişkinlerin “ıslah”ı ön plana çıkar. Bakım evlerindeki üretken faaliyetler, fabrika düzenine dönüştürülür ve hükümetin iktisat politikasının uzantısı haline gelir. “Özgürleşmiş” emeğin ortaya çıkışı bir yönetim meselesine dönüşünce, hayır kurumlarının yapısı bir başka modele, işgücü disiplinine göre biçimlenir.

Bu odak kaymasından ortaya iki önemli dönüşüm çıkar. İlk olarak tehlike artık surların dışında değil içindedir, ikincisi nüfus ve içinde yaşadığı koşullar karma bir endişeye ve bağlantılı önlemlerin alınmasına yol açar. Şehrin idamesi, kalabalıkların ve asayişin yönetimi olduğu kadar, yaşam koşullarının denetlenmesi ve koşullara bağlı sağlık risklerinin belirlenmesi yoluyla kamu sağlığının yönetimidir. Kentlerdeki tıkanıklıklar (sadece insanların değil hava ve suyun dolaşım sorunu, yapı sıklığı, lağımlar, çöp vs.) ve düzensizlikler (pazar yeri, çeşme, mezbaha ve mezarlıkların konum ve işleyişi) birer tehlike kaynağı olarak ele alınır. Kentli fakir sınıfların yönetimi ile halk sağlığı uygulamaları arasındaki ilişkide hangisinin neden, hangisinin sonuç olduğu konusu tartışmalıdır; farklı yerleşimler için farklı savlar vardır. Kesin olan 15. yy. dan sonra, toplu yaşamla ilgili ideallerin değiştiğidir. 16 ve 17. yy. ütopyalarının yalıtık adalar üzerindeki ortogonal planlı ve güneşli şehirlerde yaşayan itaatkâr ve mutlu insanlarla kurgulanması, bu karma endişenin erken belirtisi olsa gerek.

Karantina ortaçağın sonundan beri kullanılan bir tekniktir. İlk karantina hastahanesi olarak bilinen lazerettolar 15. yy.da Venedik'te kurulur. Tıpkı ütopya kentleri gibi adalar üzerine kurulu, ama aynı zamanda burçlarla korunan Venedik lazerottaları, içindeki gıda ve su depoları, kilisesi, birbirinden kopuk “apart” hasta barınakları ve tecrit edilmiş yönetici/çalışan müştemilatıyla hem dışarıdan hem de içerden askerî kampları andırır. Karantina, kentlerin kalabalıklaştığı 18. yy.’ın sonunda her iki tehlikeye karşı bir önlem paketi olarak imdada koşar. Eşzamanlı asayiş ve sağlık badirelerine karşı, kentteki nüfusun gözlem altında tutulması, fiziksel ve sosyal mesafelerin bir acil eylem planı doğrultusunda gözden geçirilmesi ve ayarlanması, şehrin müfettişler yönetimindeki bölgelere ayrılarak, herkesin bulunduğu yerde gözetmenlerce (Almanya'da “sağlık polisi”) denetlenmesi, gözetmen raporlarının merkezî bir veritabanında toplanması, sağlam, hasta ve ölüm sayılarının kayda alınması gerekli görülür.

Foucault iki farklı karantina modelinden söz eder. İlki cüzzamda uygulanan dışlamadır, hastaların tahliyesi yoluyla kentin risklerden arındırılması fikrine dayanır. İkincisi ise vebada uygulanan kısıtlama modelidir. Bu durumda uygulanan tıbbî müdahale, vakaları belirlemek, birbirinden tecrit etmek, hepsini tek tek izleyerek sağlık durumlarını müşahede altında tutmak ve bu yolla “toplumu ayrıştırılmış, gözetim ve kayıt altında tutulan bir mekânda yaşatmaktır”. Tıpkı köylü isyanları ve kentli kalabalıklar için alınan önlemler gibi, karantinaya da biri dışarıda tutulması, diğeri ise içeride zapt edilmesi gerekenler için başvurulur. İlk model sürgün, ikincisi ise hapis cezası ile bağlantılıdır.1

§2. Bu iki modelin kesişme noktasında karantinahane (veya tahaffuzhane) bulunur. Kara, deniz ve demiryolları üzerindeki istasyonlar dışarıdan gelecek ziyaretçileri, şehir içindekilerse hastalanan kent sakinlerini gözetim altında tutar. Dışardakileri içine alır, içerdekileri dışlar. Venedik lazarettoları, şehir sakinlerinden bulaşma şüphesi taşıyanların tecriti için kullanılır. Osmanlı karantina uygulamaları her iki modeli de kapsar. 1831-1832'de İstanbul’da veba görülen evlere giriş-çıkışlara izin verilmez; eşyalar boşaltılır, eve getirilenler su banyosuna konulur. Ölüm halinde hasta evi ve bitişiktekiler boşaltılır, dezenfekte edilir. Bu yerel tecrit örneklerine rağmen, yine de örneğin Osmanlı kıyı karantinahaneleri lazerottaların aksine deniz yoluyla gelenlere dönüktür.1897 tarihli el yazması bir raporda, karantina, “bir memleket dışında ortaya çıkan bulaşıcı hastalıktan korunma usulu” olarak tanımlanır. Dış mahreç algısı karantinanın hedef kitlesini ve uygulanma biçimini belirler.

19. yüzyıl sonlarında Avrupa'da cüzzam modeli ya da genel karantina sistemi, ticareti zorlaştırdığı için yerine veba modeli, yani yerel karantina (hastalık görülen yerlerin tecrit ve dezenfektesi) ikame edilmek istenir. Konu 1890'larda Uluslararası Hijyen ve Demografi Kongrelerinde tartışılır. Para-mal-sermaye döngüsünün sürekliliğini gerektiren ve bir “akışlar” rejimi olarak tanımlanan kapitalizmin karantina gibi kesinti ve tıkanıklara tahammülü azalmaya başlamıştır. Buna karşın Osmanlı Hükümeti, genel karantinayı sürdürmekten yanadır.

Tecrit uygulaması, kentler gibi ülkelerin de kesimlere ayrılmasını gerektirir. 1865'de İstanbul'daki kolera salgını sonrasında, ulaşım karantinası kuralları belirlenir. 19. yy. kara ve demiryollarının çağıdır. İç bölgelerin birbirleri ve limanlarla bağlantısı, kara ve demiryolları üzerine kurulan istasyonlarla denetlenir. Örneğin 1894'te Çankırı'da kolera görülünce Ankara'yı korumak için karayolu üzerindeki Köprüköy'de, Ankara ve Kütahya'ya doğru ilerlemesi ihtimaline karşı İstanbul için İnönü ve Tuzla istasyonlarında tecrit noktaları kurulur. Uygulama ülke-içi üretim ve ticareti sekteye uğratır; hazine gelirleri azalır.2

None

§3. Karantinahaneler, 18. yy. sonundan başlayarak 20. yy.ın sonlarına kadar “kapatma” veya “kuşatma” toplumunun bir uzantısı olur, aileden okula, oradan askerî hizmete, fabrika, maden veya hapishaneye sürüklenen, arada bir de hastahaneye düşen bireyin uğrak noktalarından biri. Her kurumda sıfırdan başlama, burada bir imza ve sicil numarası edinme, süresini tamamlayınca mezun/terhis/ taburcu/tahliye/emekli olma ve bir sonraki aşamayı bekleme. Üretici güçlerin, meta ve hayvanların bir zaman-mekân koordinatı çerçevesinde, bir süreliğine kapalı bir mekânda temerküz edilip üretim ve savaşa yönlendirilirken, eğitim, ıslah ve tedavi istasyonlarında mola vermesi. Tıpkı karantinada olduğu gibi, bu kurumlar da gözetim, teşhis, derecelendirme ve kayıt yoluyla içeri alma ya da bir sonraki aşamaya geçişe ruhsat verme, “henüz değil” ile “artık değil”e hükmetme yetkisini taşır. Karantinahane bu anlamda erken modern dönemin iktidar mimarisi ve mantığıyla uyumludur. 

20. yy., bu kurumların aşınmaya veya dönüşmeye başladığı, okulun yerini “sürekli eğitim”in, tam zamanlı çalışmanın yerini “proje bazlı” esnek istihdamın, tecrübenin yerini yeni teknolojilere uyum kabiliyetinin, ordunun yerini özel güvenlik şirketlerinin, hapishanelerin yerini “evde gözetim”in aldığı, üretimin 3. Dünya'ya (bu kavram artık kullanılmıyor) nakledilerek tasarım, araştırma-geliştirme aşamaları ile fabrika kontrol/yazılım teknolojileri faaliyetlerinin elde tutulduğu dönemdir.3 Kurumların ıslahı ve ıslah edilemeyenlerin tasfiyesi neredeyse tüm siyasî programların ortak paydasıdır. Artık kimse ne mezun ne kıdemli ne kadrolu ne de emekli sayılacaktır.

İmza ve sicil numarasının yerini bu dönüşümle beraber vatandaşlık numarası ve bağlantılı kodlar alır: Alışveriş, sağlık hizmetleri, bankalar ve internette kullanılan IBAN numarası, parmak izi görüntüleri, kare kodlar ve şifreler. Bu kodlara Çin'de son zamanlarda (salgın sırasında?) bir de sağlık kodunun eklendiği söyleniyor. Kimlik kartıyla bağlantılı olarak, kişisel bilgilere göre oluşturulan ve cep telefonlarından okunabilen bu kod, yüz tanıma teknolojisi, sabit ve dron kamerası görüntüleri, GPS, kredi kartı ve diğer verilerle birleştirilerek, sahibinin kat ettiği güzergâh ve görüştüğü insanlara göre, belirli yerlere girişçıkışını, seyahat bileti almasını vs. mümkün kılıyor ya da yasaklıyor. Böylece genel veya yerel düzeyde hiçbir iç-dış ayrımı yapmadan, mekân ve zamanla ilgili genelgeçer kısıtlamalara tabi tutmadan, kod sahibi için kişiye özel ve mobil karantina sınırları çizilebiliyor. Karantina kapatma mekanlarına değil, harekete uygulanıyor. Salgınlarla mücadelede insan ve meta akışlarının asgari seviyede kesintiye uğratılması yönündeki tarihsel talebin yerine getirilmesi de kendisine “komünist” sıfatını yakıştıran bir yönetime nasip oluyor.4

Basına göre, Batılı kuruluşlardan biri (Electronic Frontier Foundation), GPS verilerinin toplanması ve değerlendirilmesinin, salgınla mücadelede henüz ispatlanmış bir yöntem olmadığı yönünde uyarıda bulunuyor. En azından teknik gerekçelerle: GPS verileri, henüz bulaşın yayılım dairesi kadar kısa mesafeleri kestirecek hassasiyette değil. İma daha doğrusu şüphe edilen, 18. yy.da kentli fakir sınıfların yönetimi ile halk sağlığı uygulamaları arasındaki müphem neden-sonuç ilişkisinin, başka bir zaman ve bağlamda, bir salgın vesilesiyle daha da muğlak hale geldiğidir. Üstelik salgın sayesinde insanların bu türden sistemleri kullanmakta gönüllü hatta istekli olacakları, örneğin GPS hassasiyetinin artırılması yönündeki harcamalara destek bile verecekleri tahmin edilebilir. Daha vahimi, virüsün yeni dalgalarla (İspanyol gribi 19189'da İstanbul'u, iddiaya göre üç kez yoklamıştı) ve mutasyona uğramış olarak dönebileceği, bağışıklığın geçici bir kazanım olduğu, virüsten kimsenin “mezun” olamayacağı, yani salgının sürekli olacağı yönünde kehanetler de var. Kısaca virüsü gösterip sürekli gözetime razı edebilirler.

Her sistemin ve özellikle elektronik sistemlerin olduğu gibi, Batı basınına göre, sağlık kodu uygulamasının da bireysel mağdurları var. Kodu yanlış belirlenen, bunu düzeltmek için nereye başvuracağını bilmeyen ve evinden çıkamadığı için zarar gören bir sürü insanın Kafkavari, “Yaşar Ne Yaşamaz” türünden hikâyeleri. Herkesin her an yaşayabileceği bu türden “kaza”ların, salgından da beter birer felâket olma ihtimali, 16 ve 17. yüzyıl ütopyalarıyla kıyaslandığında “distopya” denilebilecek bir senaryonun içinde olduğumuzu mu anlatıyor?

Batı kaynaklı haberlere göre, salgın olmasaydı, Çin, vatandaşlarına birer “sosyal itibar” puanı atamayı planlıyordu. Puan, faturaları zamanında ödememek, toplu taşıma araçlarına biletsiz binmek, yasaklı yerlerde sigara içmek gibi ihlal ve kabahatleri dikkate alacak, aynı zamanda yaşam biçimini sınırlayan ahlaki boyutlar da taşıyacaktı: Gereksiz yere para harcamak, uzun süre bilgisayar oyunu oynamak, panik yaratacak haber yaymak vs. puanı düşürecek; vatandaşlar puanlarına göre çocuklarını istedikleri okula göndermeyecek, kamu hizmetlerinden men edilecek, hatta ceza alacaklardı.5 Rivayetler isabetliyse, sağlık kodunun sosyal itibar puanına eklemlenmesi, virüs taşımanın ihmal veya ihlale yorularak suç sayılması, elektronik kelepçelere hararet, nabız ve tansiyon ölçerlerin ilavesi, bireysel sağlık ve siyasî sadakatin aynı kod üzerinde birleşmesi artık an meseledir.

Deleuze'ün vahim senaryolarla ilgili sorumuza cevabı herhalde şu olurdu: “Korkma veya ümitlenme değil, yeni mücadele araçları arama zamanı”. Eğer felâketler, kadim bir inanca göre, insanlara üzerinde konuşmaları için gönderilmişse, belki biz de kaderimizi olumlar ve söz almayı yeğleyebiliriz. Ya da gönderenlere inat, korkularımız yatışıncaya kadar sessiz kalmayı.

1 - Sandra Cavallo, Charity and Power in Early Modern Italy: Benefactors and Their Motives in Turin, 1541-1789, (Cambridge /NY, Cambridge Uni. Press, 1995); Jane L. S. Crawshaw. Plague Hospitals: Public Health for the City in Early Modern Venice (Surrey: Ashgate, 2012); Michel Foucault, “The Birth of Social Medicine”, Essential Works, Power (Cilt 3), 134-56 (New York: The New York Press, 2000).

2 - Nuran Yıldırım, “Salgın Afetlerinde İstanbul”, Afetlerin Gölgesinde İstanbul, Said Öztürk (ed.) (İstanbul: İstanbul Kültür AŞ, 2010), 109-184; “İstanbul Boğazı'nda Karantina Uygulamaları”, Yeni Deniz Mecmuası, 1 (Mart 2016): 44-61; “Karantina İstemezük!”, Toplumsal Tarih 150 (Haziran 2006): 18-27; Başbakanlık Osmanlı Arşivi.

3 - Richard Sennett, Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri (İstanbul: Ayrıntı, 2011); Gilles Deleuze, “Postscript on the Societies of Control”, October, Vol. 59 (Kış, 1992): 3-7; Nora Şeni, Emperyalist Sistemde "Kontrol Sanayi" ve Ereğli Demir-Çelik (Birikim, 1978).

4 - Bu “kapatma” teknolojilerinin bütünüyle terk edildiği anlamına elbette gelmiyor: Çin'de muhaliflerin hapsi ve bir milyon Uygurlu'nun “eğitim” kamplarındaki zorunlu ikametine dair haberleri kastediyorum.

5 - Berna Arda, Ahmet Acıduman, “Türk’ün H1N1’le İlk İmtihanı: 1918-19 İnfluenza Pandemisinin Ülkemizdeki Görünümü”,  Klinik Gelişim, 23/3 (2010); https://www.cnbc.com/2020/03/27/coronavirus-surveillanceused-by-governments-to-fight-pandemic-privacy-concerns.html; www.businessinsider.com/china-social-credit-system-punishmentsand-rewards-explained-2018-4; https://nextstrain.org/narratives/ ncov/sit-rep/tr/2020-04-10?n=10; https://www.healthline.com/healthnews/what-to-know-about-mutation-and-covid-19#The-bottom-line.

Yazar Taylan Esin

POPÜLER İÇERİK